Juan Goytisolo'nun ardından: Evrensel dilbaza ağıt!
Düşünür, yazar, gazeteci Juan Goytisolo hayatını kaybetti. Goytisolo, dünyaya birer tohum gibi savurduğu tüm kitaplarındaki evrensel sözcükleriyle, bütün anlamları kendilerine bıkmadan uyandıracak.
Göçebelik, doğalken iklimle ilgili, kendiliğinden bir sevk haliydi. İklimin dengesi yerindeyken, canlıları yılın belli sıcaklık, aydınlık ve yüksekliklerine, derinliklerine sevk etti, durdu. İnsanoğlu ise, göçebeliği açlığıyla, tekil veya çoğul iktidar oburluğuyla sömürdü, sınırlar, ihlaller ve ihmaller yarattı. İnsan, Dünyayı insana, yine insanlık kisvesiyle, dar eder oldu...
İSPANYA İÇ SAVAŞI'NDA HAPSE ATILDI
1931'de Barcelona'da doğan ve 4 Haziran 2017 Cumartesi gecesi, Fas'ın Marakeş kentindeki 'göçmen' evinde 86 yaşında hayatını yitiren, 'Yeni Roman' akımı öncülerinden, İspanyol edebiyatçı Juan Goytisolo'nun babası, İspanya İç Savaşı'nda hapse atılmıştı. Annesi ise, faşist diktatör Franco'nun ilk hava akınında ölenler arasında idi. Yazarın ailesi, Goytisolo'nun edebiyata eğilmesinde etkili bir ilgi odağı idi. Kardeşleri Jose ve Luis'in de kendisi gibi yazarlığı seçtiği genç Goytisolo bir süre, Komünist Parti üyeliğinde bulundu.
Düşünce ve siyaseti, birer atar ve toplardamar gibi, ılık hakikiliği ile kelimelerine, oradan kitlelerin zihnine, gönlüne akıtan Enternasyonal aydın, yaşamı boyu Fas, Arap Dünyası, Kolombiya, Saraybosna ve Çeçenistan'daki iç çatışma ve bağımsızlık hareketlerine karşı tavrını yansıtmaktan geri durmadı. Bunda, içine doğduğu İç Savaş koşullarının kişiliği ve üretiminde yaptığı yıkıcı evrimin payı bulunuyordu.
UYGARLIK PASAPORTU DİLDİ
Eylem ve söylemin gereği, nasıl var olması gerektiyse, o biçime bürünmeyi - gazeteci, denemeci, şair, yazar, eleştirmen, düşünce adamı, seyyahça - becerebilen, hani bir bakıma Cezayir Savaşı'nda ve 1968 Baharı'nda safını bilen Jean - Paul Sartre'ı çağrıştırır bir hümanizma ve felsefî inatla varoluşu tercih ettiği de düşünülebilecek Goytisolo, ayaklı bir 'Esperanto' sözlüğü misali, İspanyolca dışında Katalanca, Fransızca, Arapça, Türkçe ve İngilizceye hakim bir kişilikti. Dildi onun uygarlık pasaportu. Hem siyasî, hem fizikî.
Marakeş'te 1996-2017 arasında yaşam süren ve bir röportajında, ikâmetgâhı için Fas'ın bu tarihsel baş şehrindeki "Djemaa El Fina Meydanı" diyen Goysitolo, bundan önce, ülkesi ve Batı'ya dönük mesafeli duruşu nedeniyle İspanya'yı 1956'da terk etmeyi seçerek, Paris'e 'gönüllü sürgün' de olmuştu. Goytisolo'nun Marakeş'te kendine yakıştırdığı bu 'yurt', gecesi ayrı dinginlik, gündüzü ayrı coşkuda karakter barındırmasıyla da, politik metinleri ve deneysel edebiyata yönelik çalışmalarıyla, adeta yine yazarı imliyor gibiydi.
Yarattığı bölünmüşlüklere ve dönemin takvimine göndermeyle, 1950 / Yarım Yüzyıl kuşağı aydınlarından sayılan Juan Goytisolo, ömrü ve emeği süresince İslâm kültürüyle özellikle ilgilendi ve Avrupa'nın tek merkezli uygarlık görüşüne, sert eleştirilerde bulundu. Bilhassa, Fas'ın bağımsızlığından yana tavrını koydu Goytisolo. Yaşamı boyu 15 romana imza atan aydın, seçme yazılarının derlendiği Metis Kitap klasiği "Yeryüzünde Bir Sürgün"de, eseri hazırlayan ve çeviren akademisyen - yazar Neyyire Gül Işık'a, 'kök'lerden söz ederken, şunu vurgulamıştı: "İnsan ağaç değil ki, kalkar, yürür, gider..."
Aynı kitapta Goysitolo, neden Paris'te yaşamayı seçtiğine de, bir Fransız gazeteciye verdiği röportaj üzerinden (s.80-81) şöyle açıklık getirmişti:
"...eğer Paris'e gelmişsem, bunun tek nedeni Franco rejiminden ve acınacak durumdaki entelektüel yaşamından kaçmak istemem değil, aynı zamanda bizimkinden çok daha canlı ve açık bir toplumla ilişki kurmayı dilememdi. Bundan 20 küsur yıl önce, Pireneler'i aşmak Proust'u, Gide'i, Malraux'yu, Celine'i, Sartre'ı, Camus'yü, Artaud'yu, Bataille'ı serbestçe okumak, Genet'nin, Ionesco'nun, Beckett'in tiyatrosunu seyretmek, sinematekte büyük Fransız sinemasının çeşitli dönemlerini izlemek anlamına geliyordu. Bu büyük kültür yoğunluğuna siyasal özgürlük ortamı ve daha çok toplumsal eşitlik umudu da ekleniyordu.
O zamanlar Barcelona'dan Paris'e sıçramak, yaşamı akla kara olarak görmekten kurtulup, tüm ara tonları ve karmaşıklığı ile tanıyabilmekti.
Gel gelelim, Fransa'nın yabancı ülkelerde sergilediği liberal ve kozmopolit görüntü (diye ekledim ardından,) ne yazık ki berrak görüşlü bir gözlemcinin içeride gördüğüne uymuyor. Franco'nunki gibi bir dikta altındayken, bir Avrupa demokrasisinin nasıl işlediğini açık seçik görme olanağım yoktu.
Oysa Cezayir Savaşı'nın yankılarıyla, anayurtta yol açtığı ırkçılık, bana yalnız kendi ulusunu merkez alan bir görüşün sınırlarını, eksikliklerini ve çelişkilerini kanıtladı; o gün bu gündür, onun evrensellik iddiasındaki değerleri söz konusu olduğunda, artık bunun ne anlama geldiğini biliyorum.
SÜRGÜN YAZARI KENDİ GERÇEĞİNE İTİYOR
Öte yandan, sürgün sınavı, yazarı kendi gerçeği ile yüzleştiriyor; hiç kimse o sınavdan yara almadan çıkmış olmakla övünemez. Yalnızca ve bütünüyle doğdukları ülkeye bağlı bulunan yazarlar vardır, onlar için sürgün, ölü bir zamandır; bazılarıysa benimsedikleri ülkeye az çok başarıyla uyum sağlarlar; - benim de içinde bulunduğum üçüncü bir grup, terk ettikleri ülke gibi yerleştikleri ülkeye de yavaş yavaş yabancılaştıklarını duyarlar.
Birçoğu, anadillerini bırakır. Seine Nehri'nin kıyılarında Fransızca yazarlar. Benim durumumda, olanaksız geliyordu bu: Yazar kendi dilini seçmez diye düşünüyorum ben, aslında dil onu seçer ve sürgündeki yazar için dil gerçek vatan yerini tutar. Fransızca, hiç bir zaman benim işimin gereci olmadı, ancak bir toplumsal iletişim aracı oldu..."
Europalia (1985), Octavio Paz (2002), Juan Rulfo Latin Amerikan ve Karayip Edebiyatı (2004) ve 10 yıl sonra da İspanya'nın en prestijli ödülü Cervantes'i kazandı Goysitolo. İspanyol Kültür Bakanı Inigo Mendez de Vigo, kendisini anarken yaptığı sunumda, bu ödüle ismini veren yazara en yakın kimliğe sahip olduğunu beyan ediyordu.
Bir zamanların medeniyetler pınarı İspanya'yı kıyasıya eleştiren Goysitolo, Neyyire Gül Işık'ın 1993'teki metninden alıntıyla, günümüz Avrupa ve Dünyasına, hatta Türkiye'ye dahi ne yazık ki acı bir öngörü ile bulaşık şu ifadelere başvuruyordu:
"İspanya 11'nci yüzyıldan başlayarak Müslümanlar'ın, Musevîler'in ve Hıristiyanlar'ın ortak ülkesi olarak doğmuştu. Daha sonraki değişiklikleri herkes biliyor: Katolik hükümdarların tahta çıkışı, Musevîler'in sürülüşü, son Müslüman sultanlığı olan Gırnata'nın fethi; bir an Dünyaya egemen olacak gibi görünen İspanya, sonradan kendi üstüne kapandı; kültürü yavaş yavaş geriledi."
Türkiyeli okurun kayıtsız kalamadığı bu dil pınarı ile ilgili olarak, Alef Yayınevi de, tıpkı Yapı Kredi Yayınları (Anı) veya Metis Kitap (Seçme Yazılar) ya da Nisan Yayınları (Saraybosna Yazıları) gibi bir sorumlulukla, Goytisolo'nun Şiir - Roman (1988) ve Seyahat (1990) dalındaki iki ayrı çalışmasını İspanyol Eğitim, Kültür ve Spor Bakanlığı desteğiyle yayımlamıştı.
Marx'ların Öyküsü isimli edebî çalışması İletişim Yayınları'nca basılan, 1961 tarihli "Yalnızlar Kumsalı" 1976'da Hürriyet Yayınları'nca okura ulaştırılan Goytisolo'nun 2014 Cervantes Ödülü sahibi yapıtı "Kapadokya'da Gaudi'nin İzinde" ise, ÇEVBİR üyesi Zerrin Yanıkkaya'nın Türkçesiyle okura sunulmuştu. Kendini "Ruhen bir Mevlevî" olarak niteleyen yazar bu kitabında Kapadokya'nın yanı sıra, Edirne, Ankara, İstanbul, Kahire ve Marakeş'i, pehlivanları, semazenleri, Sufîleri, Mevlanâ ve Şems'in hikâyesini, aşk, ölüm, inanç ve gelenek gibi kavramların ışığında okurlara sunmuştu.
İşte Goytisolo, bu kitabının aynı adlı metninde (s.23-24), bölgede iki kez ve birkaç yıl ara ile ziyaret ettiği gizemli bir bilge ihtiyar ile yaptığı diyaloğa atfen,ancak adeta kendi belleği ve kimliğine de yankı niteliğindeki şu ifadeleri kullanıyordu:
"Peki, neden özellikle Kapadokya'yı seçti?" dedim sonunda.
"Keşişlerin çilekeş yaşamı Gaudi'yi hep etkilemiştir," diyerek yanıtladı ihtiyar. "Bilir misiniz bilmem, Güell Parkı'ndaki hücresinde, ottan bir şiltenin üzerinde uyurdu, bir keresinde, sanırım 1894 yılında, Büyük Perhiz sırasında çok katı bir oruç tuttuğundan, ölümle burun buruna gelmişti. Nefes alamadığı o vasat ve pozitivist ortam bir yana, ilk manastırların ve keşiş topluluklarının kurulduğu topraklara sığınmasından daha doğal bir şey yok. Tıpkı kıyımlardan, kovuşturmalardan kaçan Keldaniler ve Aramiler gibi, o da bu nefis kaya kiliselerinde, mağara yaşantısında, kendine en uygun meskeni buldu."
"Açıklamalarınız gerçekten çok etkileyici, dahası, hayran kaldım, yine de onun buradan çıkmasının esrarını açıklamıyor. Üstelik yaşantısının herkesçe bilinen kısmında - tabii eğer bildiğimiz olaylar doğruysa ve şu anda gerçekten burada yaşıyor, burada çalışıyorsa - onunla Kapadokya arasında bağ kurmamızı sağlayacak hiç bir şey göremiyorum. Acaba bir fotoğrafta ya da bir gravürde görmüş olabilir miydi buraları ? Bir kez bile olsa buradan söz ettiğine dair bir kanıt ya da tanık var mı?"
"Basitçe, L'Atlantida'da (Katalan rahip, yazar Jacint Verdaguer'in Atlantis kıtasının yok oluşu ve Akdeniz hakkında yazdığı epik şiir. Verdaguer aynı zamanda Mossen Cinto Verdaguer olarak da bilinir. Ç.N.) anlatılan ve iyi yürekli Mossen Cinto'nun Küçük Asya'da olduğunu söylediği gizemli Satalia'yı aramak için gelmiş olabilir buraya, öyle değil mi?"
"İtiraf edeyim ki, bu hiç aklıma gelmemişti. Ne var ki, bu da yalnızca bir varsayım."
"Bakın delikanlı, ellili yaşlarda da olsanız, benim yanımda hâlâ genç sayılırsınız, İslâmın kültürel ve fiziksel ortamı onu büyülüyordu. Gençliğinde İspanya dışına yaptığı tek yolculukta Paris'e ya da İtalya'ya değil, Fas'a gitmişti. Eğitim gördüğü Barcelona Mimarlık Okulu'nun arşivlerinde Hindu tapınaklarının ve Kahire minarelerinin fotoğrafları vardı. Sahra'daki, Sudan'daki camilerin ince uzun, zarif biçimlerinden de etkilenmişti. Esin kaynağı asla Rönesans ya da neoklasisizm değildi: O da, aynı Cervantes ve Goya gibi, derin İspanya'yı arıyordu ve onu mudejar sanatının koyu melezliğinin gizli katmanları arasında bulmuştu.
Döneminin sistem ve ilkelerini kesinkes reddedişi, herkesin benimsediği değerlere karşı kendi değerlerini ileri sürmesine, onlara sıkı sıkıya sarılmasına neden oldu. Yalnızlığa alışma süreci çetin, ama verimli geçti. Kendi gerçeğine sarıldıkça, yurttaşlarınınkinden uzaklaştı ve onu reddetti. Kentsoyluların sağduyu (bon seny) ve nefes yoksulluğu (avara poverta), içinde kor gibi yanıp tutuşan mistik ateşe ters düşüyordu. Gençliğinin mudejarizm'i, adım adım gotiği ve baroğu da içine aldı. Koşulsuz bir doğrudan doğa geometrisi görünümüne dönüşerek yaygınlaştı. İnsanoğlu, sürekli kendini yenilemek zorunda, diyordu, çünkü yalnızca esinlenmek yetmez. Avrupa artık ona yetmiyordu, o yüzden buraya geldi."
ORYANTALİST BAKIŞ AÇISINI HEDEFİNE OTURTTU
Yazar-gazeteci-seyyah-düşünür ve siyaset aklı Goytisolo, 2005'te Yapı Kredi Yayınları'nca yine Neyyire Gül Işık Türkçesiyle okuduğumuz ve bugüne dek altı baskı yapan çok önemli inceleme alanı yapıtı "Osmanlı'nın İstanbul'u"nda da, Avrupa merkezli Oryantalist bakış açısını hedefine oturttu. Kitabında Osmanlı'nın yükselişi ve çöküşünden eşcinseller ve köçeklere, Osmanlı çevreciliğinden Galata gecelerine, Boğaziçi kayıkçılarından Kapalıçarşı'ya dek bir çok sosyo - kültürel mefhumu ele alan yazar, bu bölümlerden "Mezarlıklar ve Gezmeye Çıkanlar"da şu okumayı yapmıştı:
"İstanbul'un bazı kabristanları, huzurlu ve şen ortamlarını bugün de korumaktalar; eğer hava elveriyorsa, mevtaların akrabaları ve mahalle halkı eşleri ve çocuklarıyla birlikte ağaçların altına uzanıp, dinleniyorlar. Mezarlıklar geceleyin arkadaşların ve sevgililerin mahremiyetine barınak oluyor; ölülerin yalnızlığı hafifliyor, sağlıklı ve güven verici bir ortamda onları bizden ayıran sınır silinip, gidiyor."
Ölüme bile insancıl bir huzur vesilesi olarak bakabilen Juan Goytisolo, Dünyaya birer tohum gibi savurduğu tüm kitaplarındaki evrensel sözcükleriyle, bütün anlamları kendilerine bıkmadan uyandıracak.
(*) Bu anma için Goytisolo'nun yapıtlarını Türkçeye kazandıran Metis, Yapı Kredi Yayınları ve Alef Kitap'ın metinde adı geçen çalışmalarından yararlanılmıştır.