Taşra mukassi görünür Ankara’dan amma

Geçen yıl, 15 Temmuz’dan önceydi, babam ve küçük abimle seyahate çıktık. Yolda çantamdan üç kitap çıkardım. İkisini onlara verdim, birini ben okuyacaktım. Babama Ahmet Haşim’in Bize Göre’sini abime İhsan Eliaçık’ın Bana Dinden Bahset’ini layık gördüm. Enis Batur’un Kravat’ı bana kaldı.

Google Haberlere Abone ol

Sevgili tarihçiler, dikkat ederseniz tarihi bugünden başlatıyorum. Bir kere retrospektif çıkmış oldum yola öyle de gidiyorum. Bu defa maksadım başka ama, Nedim’e nazire yapmak değil niyetim. Bir entelektüel olarak (yazar burada kıs kıs gülüyor) halka inme çabamı takdirle karşılayacağınızı umuyorum.

CEHALETİN KIYMETİ BİLİNMELİ

. .

Aklı başında her insan cehaletinin kıymetini bilmeli. Emsalim arkadaşlar arasında galiba ilk benim çocuğum oldu. Tamamen acemilik. Nasıl baba olunur? Zır cahildim. Allah'tan, kızımla iki çocuk gibi oyunlar oynayarak büyüdük. Onu havalara atıp tuttuğumda, “Hadi bi daha hadi bi daha" derdi. Hiç yorulmazdım atar tutardım.

Gün gelip ettiğimi bulacağım nerden aklıma gelsin ki! Geçen hafta ona gittim ve ben sıkıldım biraz uzaklaşmak istiyorum; Beppa'ya, tekir kedime bakar mısın dedim. “Onu dert etme nezihicim, al şu arabanın anahtarını biraz rahat gez” dedi. Atıp tuttu beni. Çocuk gibi sevindim, şımardım da, çok.

Fakat ona, ben bi Kayseri'ye gidip geleyim, Ömer'i ve Ramazan'ı özledim, diye yalan söyledim. Kayseri'den ibaret sansın da meraklanmasın. Zaman zaman endişelendirme ölçüsünü çok kaçıran bir babası var. Yavaş yavaş kabulleniyor, dikkatli olmalıyım. Hem o da biliyor ki artık ahlaka mugayir olan yalan söylemek değil saçmalamaktır. Ahlakçılar saçmalar ahlaklılar yalan söyler. (Bu fikri daha sofistike hale getirip en kısa zamanda yüce Türk irfanına kazandıracağım.)

Duvar'ım papazım da olduğuna, Mahur'la asla ve kat'a papaz olmak istemediğime göre itirafa geçebilirim.

Kayseri tetkiklerini müteakip Pınarbaşı üzerinden Sivas tarafına geçtim. “Pınar başından bulanır canım oy”. Gürün'ün bakirvahşi coğrafyası hemen çarptı. Ne de olsa “Yaz görmemiş kışa benziyordu(m)". 1800 metreye tırmandım. Oradan Darende'ye indim. O arada da Akmescid ve Süleyman Şah yerleşim yerlerini aklımın bir köşesine not ettim.

Yol yakınken Maraş-Elbistan’a geçmeyi de istedim. Netice itibariyle anne tarafım Elbistanlı, ben o beldeden Arslanoğlu Hüseyin Efendi'nin torunuyum. Dedemi de Elbistan’ı da hiç görmedim hem. Dedim, demesine de pedal biraz sola çekti, Malatya'ya aktım. Kararım bir kişiyi görmek iki kişiyi anmak; yoldan sapmamak.

Rehberimle tanıştık, tanışbiliş olduk. Gönül kahvesindeyiz. Fidandayız. Bir ahşap konaktayız. Kitabevlerinden birinin arka bahçesi kafe, kendileri işletiyor. Hayli kitap var, şöyle bir kolaçan etmeden olmaz.

. .

“Sakallı” kitaptan anlıyor. Yüksek lisansını yarıda bırakmış. Feminizm üzerine çalışırken... Bir kitap çıkarıyor raftan: Camille Paglia, Cinsel Kimlikler, çev. Anahid Hazaryan, Fikriye Demirci, Epos, 2014. “Bunu okuyunca bıraktım” diyor. “Hocalarıma bundan ilhamla bir şey yazmak istiyorum dedim. Anlamadılar. Tamam siz bilirsiniz dedim ve buraya geldim. Sekiz aydır Malatya'dayım, yakında Çerkezköy'e döneceğim. Ne yapacağımı bilmiyorum.” Ben de. Zaten o kitabı da bir türlü bırakamamıştım elimden.

Ahparigin ruhu çağırmıştı. Bir de hocamın. Kitabı çantamda: Nejat Göyünç, Malatya’dan Görüş, Acar Matbaacılık, 1985. Kampüse onu görmeye gideceğim. Bir an önce Surp Yerrortutyun'u bulup dua etmeliyim. Ermenice bilsem Kitab-ı Mukaddes'ten o dilde yakarırdım. “Neşideler Neşidesi”ni bile okurdum. Bütün kalbimle Arapça Fatiha gönderdim.

Müslümanım, “İhdina's-sırâte'l-mustakıym”, bizi doğru yola [çevir] dedim. Sırat kelimesinin Arapçaya Latinceden geçtiğini, İngilizcede "street" Almancada "strasse" olduğunu hatırladım. Kimdi o ya, hani “The Foreign Vocabulary of the Qur’ân” gibi bir adı vardı kitabının, böyle örnekler veriyordu... Dur bir dakika, duamda bile entelektüelite popülizmi yapıyorum. Utandım.

Refik Halid’in Memleket Hikâyeleri, Nahid Sırrı’nın Anadolu'da -Yol Notları-Kayseri Kırşehir Kastamonu, Bir Edirne Seyahatnamesi, Reşad Nuri’nin keza Anadolu Notları ilk aklıma gelenler. Artık gezmiyoruz Anadolu’yu, vaktimiz yok. Bayram geldi. Olsa olsa büyüklerin ellerinden küçüklerin gözlerinden öpüp döneceğiz. O kadarını bile yapamayanlara tatile kaçıyorlar diyeceğiz. Yalan söyleyeceğiz. Çok sevimsiziz.

Tamam yakınmayı bıraktım.

Bizde bir şey herhangi bir şey gibi anlatılır. Yeter ki cinsellik, Allah'tan korkar gibi korkulan ama şeytanca yaşanan olmasın. O “kritik” mevzu dijital dünyaya havale edilmiş bulunuyor.

Kendiliğinden anlatmaya başladı. “Senin o Ferhat Açıkel’den naklettiğin tasnife bakılırsa bizler postmuhafazakarız; premuhafazakar da muhafazakar da değiliz. Melankoliden boğuluyoruz, hiç nostaljimiz yok bizim. Bu şehir de, geldiğin Kayseri gibi, bir cemaat-şirket şehri. İlkini ortalıkta göremezsin, darbeden öncede saklanırlardı. İkincisi LCW, her yerde görüyorsun, biri de kaldığın otelin dibinde zaten.

Bizler gibi cemaate bulaşmamış olanlara Ak Partici diyorlardı. Şimdi biz de parçalandık. Ben ve büyük ablam HAYIR dedik mesela. Babamla annem ne verdiklerini saklıyorlar. Bak sana ne anlatacağım. Geçen yıl, 15 Temmuz’dan önceydi, babam ve küçük abimle seyahate çıktık. Yolda çantamdan üç kitap çıkardım. İkisini onlara verdim, birini ben okuyacaktım. Babama Ahmet Haşim’in Bize Göre’sini abime İhsan Eliaçık’ın Bana Dinden Bahset’ini layık gördüm. Enis Batur’un Kravat’ı bana kaldı.

Babam çabuk sıkıldı. Haşim’i çok kötü sadeleştirmişler. Abim ve ben kitaplarımıza dalıp gittik. Molada abim yaşlarında bir genç oturdu yanımıza. Onunla Eliaçık konuştuk. Günümüz dindarlığı saçmalamaktı, bunda mutabık kaldık ama itiraf eden olmadı. 15 Temmuz tokadını postmuhafazakarlık böyle yedi işte.”

Hadi kampüse gidelim.

...

Dönüşte Şair Öldü (Sibel K. Türker, Can, 2012, ilk baskı 2006) ile Şakird’i (Barış Müstecaplıoğlu, Metis, 2011, ilk baskı 2005) okuyacağım. Türker 28 Şubat’ı Müstecaplıoğlu 15 Temmuz’u anlatmıştı, yazık ki ikisini de dinleyen olmamıştı.

Not: Siz zahmet etmeyin ben baktım, The Forein’in yazarı Arthur Jeffery imiş, Brill, 2006.