Engin Türkgeldi: Bütün, parçalarının toplamından fazlasıdır
Engin Türkgeldi'nin kitabı 'Orada Bir Yerde' çıktı. Türkgeldi'yle kitap hakkında konuştuk.
DUVAR - Engin Türkgeldi’yi, bir süredir çeşitli mecralarda yayımlanan öyküleriyle tanıyoruz. Şimdiye dek yayımlanan öykülerinin her biri, bir yapboz’un parçaları gibiydi. Tek başına heyecan verici fakat bütüne ulaşmayan, gizemli parçalardı bunlar. Türkgeldi, 2002 yılında bir e-kitap yayımlamış ve suskunluğunu korumuştu. Geçtiğimiz günlerde, Can Yayınları etiketiyle yayımlanan Orada Bir Yerde ile okuruna yeniden merhaba, dedi. Orada Bir Yerde, onca zamandır süren bu sessizliğin açıklaması; Türkgeldi’nin öykülerini uzun uzun demleyen bir yazar olduğunun ispatı.
Orada Bir Yerde aynı zamanda Türkgeldi’nin ilk matbu eseri. Kitap, ne zamandır içimizde heyecan uyandıran o öyküleri bir araya getiriyor. Bunlar, Türkçe edebiyatta okumaya pek alışık olmadığımız, gotik denebilecek kadar karanlık, insanlığın kör noktalarını temel alan öyküler. Kitap, 10 öyküye ev sahipliği yapıyor. Her biri birer gravür gibi, pastel renklerin, cılız ışıkların ve incecik detayların hissedildiği öyküler. Buna rağmen ruh karartmayan, soruları sorulara bağlayan, okurunu içe döndürüp nice özeleştirinin kapısını aralayan bir eser.
Türkgeldi, geçtiği yerde iz bırakan, okuruna bıraktığı izlerden onu takip etme cezbi aşılayan bir kalem. Türkgeldi ile öykülerini, ilk matbu eserini ve bizi insan yapan ayıplarımızı konuştuk.
Öykülerinizdeki hissedilir orta çağ ya da medeniyetler öncesi atmosferi var, ne söylemek istersiniz?
Amacım insanın, insanların olduğu herhangi bir yerde, herhangi bir zamanda yaşanabilecekleri anlatmak, anlatıyı günlük hayatımızdaki parazit ve gürültülerden arındırmaktı. Bu nedenle mümkün olduğunca yalın bir öykü evreni kurmaya çalıştım. Zamandan ve mekandan bağımsız fakat kendi ayakları üstünde durabilen bir evren. Böylece insanı ve insan ilişkilerini odağa almayı, genelde görmezden geldiğimiz asıl sorunlarımıza ve durumlarımıza yoğunlaşmayı hedefledim. Belirli bir dönem veya coğrafyaya işaret eden sözcüklerden, karakterlere isim vermekten mümkün olduğunca kaçındım. Kitabın adını koyarken de bunu dikkate aldım.
İlk intiba orta çağ veya kadim medeniyetler olsa da, aslında muğlak bir atmosfer hakim kitaba. Bir arkadaşım kitabı okuduktan sonra öykülerin geçmişte olduğu kadar gelecekte de, örneğin kıyamet sonrası filmlerdeki dünyada da yer alabileceğini hissettiğini söylemişti. Benim niyetim bu belirsizliği yakalamaktı zaten.
Türk edebiyatında okumaya pek rastlamadığımız bir tarzınız var. Öykülerinizi nasıl tarif edersiniz?
Doğrusu insanın kendi öyküsünün durduğu yeri bilmesi, tarif etmesi çok zor. Bunu yapmak benden çok okurlara ve zamana düşer. Yine de bir cevap vermeye çalışayım. Bilinmedik bir coğrafyada ve zamanda geçiyor olması ve alıştığımızdan farklı kurallara, yaşayışlara yer vermesi nedeniyle ilk bakışta fantastik olarak niteleyenler olsa da ben buna pek yakın durduğumu düşünmüyorum. Bunun yerine öykülerimin insanın ve toplumun özüne odaklı, sorular soran öyküler olarak tariflenmesini dilerim.
Öykülerinizde mutlu sonla bitmeseler de masalsı bir esinti var. Masalların sizin hayatınızda nasıl bir yeri var? Mesela, en sevdiğiniz masal hangisidir?
Dürüst olmak gerekirse, klasik anlamdaki masallarla çok aram yoktur. Ben masaldan çok söylencelere, mitlere, kadim anlatılara yakın hissediyorum kendimi. Bu anlatılar, belirli bir din veya kültüre ait gibi görünseler de, aslında bir çok ortak paydayı barındırdıklarını fark etmek, bağlantıları kurmak çok ilgimi çekiyor. Sanırım bahsettiğim bu olguya en yakın kavram, Jung’un kolektif bilinçdışı.
'MEDENİLEŞTİKÇE ALT-ÜST İLİŞKİSİNİ DERİNLEŞTİRDİK'
Öyküleriniz en son cümlesine dek sürprizini koruyor hatta neredeyse tüm hikayeyi son cümlede anlatıyor. Bu, özellikle üzerine gittiğiniz bir üslup mu?
Bu, en başından beri planlayarak, bu benim üslubum olsun diyerek yaptığım bir şey değil. Kurgulama ve yazma sürecinde kendi kendine gelişen bir durum. Sonlar benim için okurken de yazarken de oldukça önemli. Sarsan, yerine oturan bir son okumaktan da yazmaktan da büyük keyif alıyorum. Bu da Orada Bir Yerde'ye yansıdı.
Sonu sezdirmemeyi, okuru sonda şaşırtmayı seviyorum. Ama bunu okuru kandırarak, yanlış yönlendirerek, tuzağa düşürerek yapmaktan özellikle kaçınmaya çalıştım. Bana göre, öykü bittikten sonra başa dönüp okuyan biri aslında metnin içine ipuçları serpiştirilmiş olduğunu görmeli, bu sonu önceden nasıl tahmin edemediğine şaşırmalı, ve aslında öykünün başka türlü bitmesinin de pek mümkün olmadığını hissetmeli. Ben bunu gerçekleştirmeyi istedim.
Son olarak şunu da vurgulamak isterim. Bu, “Orada Bir Yerde”denin üslubu. Bugüne kadar yazmış olduğum diğer metinlerin hepsi böyle olmadığı gibi, ileridekilerde de buna sıkı sıkıya bağlı kalacak değilim.
Bir süredir öyküleriniz çeşitli yayınlarda çıkıyordu. Orada Bir Yerde'den önce de bir e-kitabınız çıkmıştı fakat bu ilk matbu eseriniz. Ne hissediyorsunuz?
Çok mutluyum. Uzun bir aradan sonra, bir anlamda “devam” dediğim, içime sinen bir kitapla tekrar okuyucunun karşısına çıkmak çok güzel. Bunu, benim için çok özel bir yeri olan Can Yayınları ile gerçekleştirmek ise ayrı bir mutluluk kaynağı.
E-kitabım Gölgeler Ordusu uzun zaman önce, 2002’de altKitap tarafından yayımlandı. O zaman da çok sevinçliydim, bugün de öyleyim. Aradan uzun zaman geçmiş olduğu için ikisini kıyaslamakta zorlanıyorum.
Bu kitapta yer alan bazı öykülerim çeşitli dergilerde kendine yer buldu, fakat onları bir bütün olarak görmek, sunmak çok farklı. Kaldı ki, bütün, parçalarının toplamından fazlasıdır. Tüm öykülerin bir kapak altında toplanması, öykülerin birbirleriyle olan ilişkilerini göstermeye, birlikte, hatta belirli bir sırada okunmalarını sağlayarak Orada Bir Yerde'nin dünyasını ve meselelerini daha iyi ortaya koymaya yarayacaktır diye düşünüyorum.
Mükemmel Bir Gülüş'te dişleri için köle toplayan bir efendiyle karşılaşıyoruz. Sizce insanoğlunun başkasının organlarını kendine hak görebilecek kadar kendini önemsemesi, evrim öncesinden taşıdığı ilkel güdülerden mi besleniyor yoksa ona bu güveni veren, medeni sistemlerle gelen bir alt-üst ilişkisi mi?
Bana kalırsa her ikisi de. Bir iktidar savaşının yaşandığı ve sonucunda alt-üst ilişkisinin kurulduğu, güçlünün her şeye sahip olduğu bir çok hayvan topluluğu var doğada. Biz de Homo Sapiens olarak bundan payımıza düşeni fazlasıyla almışız.
Burada üzücü olansa, insanlık olarak “medenileştikçe” adalet, vicdan, hak gibi kavramlarla doğamızdaki bu dengesizliği kırmak veya biraz olsun törpülemek yerine, tam tersini yapıp iktidar savaşını, alt-üst ilişkisini iyice derinleştirmiş olmamız.
İlk Görüşte Ölüm'de en iyi anlarının üzerine çıkamayacağını düşünerek o anı bir şekilde sonsuzlaştıran bir adamı anlatıyorsunuz. İnsanın hem daha iyi olasılıkları göz ardı etmesi hem de o anı ölümsüzleştirmek adına böyle bir bencillik yapması kafa karıştırıcı. Aynı anda hem bu kadar açgözlü hem de bu kadar sebatkâr olabilir miyiz?
Ben olabileceğimize inanıyorum. İnsanın sabit bir karakteri, davranış biçimi olduğunu pek düşünmüyorum. Çok daha dinamik, amorf bir yapımız var bence. Hepimiz birbiriyle çelişen davranışlar sergileyebiliyor, tutarsız hisler duyabiliyoruz. Kimi zaman aynı günde, aynı saatte. Bu ilk bakışta olumsuz gibi gözükse de bence insanı insan kılan, derinleştiren, zenginleştiren bir durum.