Cumhuriyet'in yengelik müessesesi

'Yengeler Cumhuriyeti', İletişim Yayınları'ndan çıktı. Kitap, toplumdaki 'yengelik' müessesesini inceliyor.

Google Haberlere Abone ol

Sinem Erenler [email protected]

Mustafa Çiftçi ve Tanıl Bora’nın ortaklaşa derlediği Yengeler Cumhuriyeti, yengelik müessesini tartışmaya açıyor. Ataerkil yapının bir alameti olarak ilk akla gelen haliyle yengelik, evlilik bağıyla kadının erkeğin ailesinde konumlandırıldığı durumla ilgili bir adlandırma.

Hem aileye dahil olmanın hem de eşiğinden girmeye hakkının olmadığının hatırlatıldığı bir sınır çizme hadisesi. Yengelik bunun yanında bir saygı, hürmet, bir ağırlık ifadesi de aynı zamanda. Bu ilk çağrışımlarının yanında, yazarların kendi öznel deneyimlerinin de su yüzüne çıkardığı farklı yengelik hallerinden oluşan, kadınların çeşit çeşit, türlü türlü hikâyeleri karşılıyor kitapta bizi.

YENGE REALİTESİ

Kitabın Yenge Realitesi başlığı altında toplanan yazılarda, yengelik "durumu" ile ilgili epistemolojik açıklamalardan kişisel deneyimlere uzanan anlatılar mevcut.

Yengeler Cumhuriyeti, Mustafa Çiftçi,Tanıl Bora, İletişim Yayınları, 182, 2017. Yengeler Cumhuriyeti, Mustafa Çiftci,Tanıl Bora, İletişim Yayınları, 182 sy, 2017.

Mustafa Çiftçi, yenge olunmadan önce nasıl yediğinden, nasıl giyindiğine; tarlada, bahçede, evde nasıl iş gördüğüne kadar kadınların geçmek zorunda olduğu imtihanlardan bahsediyor.

Büyük bir ustalıkla, hızlıca ve hissettirmeden tam olması gerektiği gibi iş görmesi bekleniyor kadından. Çiftçi, bunun yanında yengelerin çok güçlü tanımlayıcılar olduğunu, aileye tutulan bir ayna işlevi gördüğünü, aileye dışarıdan dahil olarak ailedeki kanıları değiştirdiğini, yanılsamaları ortaya çıkardığını ekliyor.

Mahir Ünsal Eriş, kan bağıyla, evlilikle kurulan akrabalık ilişkilerin adlandırılmasında karşılaşılan özenin batıdan çok doğuya özgü olduğunu, Çin’in kusursuz bir adlandırma şemasının yanında bizim de akrabalık ilişkilerini açıklayan adlandırma sistemlerine sahip toplumlardan biri olduğumuzu belirtiyor.

Türkçe'de akrabalık ilişkilerinin tanımlanmasında kullanılan adlandırmalarda yazara göre en yaratıcı olanları evlilikle ortaya çıkanlar: Enişte, yenge, görümce, elti, kayınço, kayınbirader, kayınpeder. Bu adlandırmalar içinde "yenge" hitabının kullanılması, erkekler dünyasında kadını erkekle olan bağına göre konumlandırarak, erkek egemen toplumun sağlamasını yaptığını vurguluyor.

Hüsrev Hatemi, yenge kelimesinin Nişanyan’ın etimolojik sözlüğünde yer alan büyük erkek kardeş eşi olarak kullanımına katıldığını, yaş hiyerarşisine atıfta bulunarak, zamanla aile içerisinde yaş nedeniyle geçirdiği değişimlerden bahsediyor.

Fatma Barbarosoğlu, akrabalık ilişkilerinin en ayrımcı kelimesi olduğunu söylediği "yenge"yi, "eltilik" üzerinden açıklamaya çalışıyor. Bu adlandırmaların akrabalık ilişkilerini önceden belirlediğini, sevilmesi gereken ile uzak durulması gereken arasındaki ayrımı belirttiğini, belki de bu kavramlardan kurtulduğumuzda huzur bulacağımızı söylüyor.

Cihan Aktaş, Yenge Parantezi yazısında kendi deneyimlerinden bahsediyor ve bir çocuğun gözünden annesinin yengelik deneyimini, kuralların, suskunluğun hâkim olduğu yapının kapalılığını ve annesini anlatıyor. Sülaleyi çekip çevirme, bayramlarda dolma ve baklava beklenen, koca kaplarda yemek pişiren, ağırlığıyla, suskunluğuyla itaate gönüllü haliyle "elkızından kayınvalideliğe" giden yolunu özetliyor annesinin.

Bunun yanında, kamusal bir yüze sahip olmayan, kamusal alanda temsil edilmeyen kadınlarla kurulan ilişkide bacı, yenge sözcüklerinin öne çıktığını söylüyor. 1990 sonrasından "bacı" yerine kullanılmaya başlayan "bayan"ın kalıcılığı ve kabulü üzerinden kadınlara hitap biçimlerinin "hatundan hanıma" ya da "hanım yengeye" doğru tercih edilmesi üzerin bir sorgulamaya girişiyor.

Metin Solmaz, kadın-erkek ilişkilerinin kurulamamış yapısının yarattığı dertleri, cinsel baskının boyutlarının kadın ve erkek bireyler üzerinde nasıl sonuçlandığı üzerinden, yenge sözcüğünün bu ilişkilerden bağımsız düşünülemeyen mesafeli yapısından bahseder.

YENGELER GEÇİDİ

"Yengeler Geçidi" bölümü, kitabın bir anlamda "edebi" kısmı. Burada daha çok kurgusal öyküler yer alıyor. Ancak bu öykülerde kullanılan dilin çoğunlukla birinci tekil şahıs olması bile, yengelikle ilgili hemen hemen herkesi anlatacak bir öyküsünün olduğunu gösteriyor.

Deniz Erkul Düzgün, ailesindeki yengeleri anlatıyor: Ev, bağ, bahçe işleriyle ömür tüketen, dördüncü çocuğunu sesi bile çıkmadan, odasında "ayıp" diye gizli gizli doğuran Zehra yengenin, gırgır sopasıyla çocuklarının önünde kocası tarafından yıllarca dövülen, bunu ölçüsüz bir anlayışla karşılayan Neriman yengenin, ailedeki yengelerin tek üniversite görmüşü Filiz yengenin hikâyelerini aktarıyor bize.

Ercan Kesal, çocukluk anılarının içinde beliren, tandırın alevleri arasında tarih öncesi kahramanlara benzettiği "anne yarısı" dediği Hürmüz yengesi, yengelerinin, ağabeylerinin eşlerinin, ondan büyük olmalarına rağmen el öpme merasimlerinde kendisinin de elini öptüklerini, ailelerinden uzakta gurbette gibi halleriyle bir yengelik profili sunar bize.

Ethem Baran, kimseye söylemediklerini çocuklarla paylaşan yengelerin varlığından bahsediyor.

Adem Erkoçak, çocuklukta geçirdiği hastalık nedeniyle ailesinin dışarıda oynamasına izin vermediği ve bu sebeple kızlarla oynamaya başladığını, onların dünyasına bir dönem dahil olması sebebiyle de yakınlık kurduğu Kübra ile dostluğunu anlatıyor. Kübra’nın en yakın arkadaşıyken, abisiyle evlenerek yengeliğe terfi etmesiyle en gizli sırlarını paylaştığı arkadaşının, yengelik deneyimiyle iletişimsizliğe evrilen dostluklarını anlatıyor.

Rita Ender, 1940 doğumlu Rum bir kadın olan Madam Dimitra’ya neden "yenge" diye seslenilemeyeceğini esnafın, mahalle sakinlerinin ağzından aktarıyor. Saygıdan ve hürmetten Dimitra’ya teyze, yenge gibi seslenemeyeceklerini, madam, hanım ya da madamcım dediklerini söylüyorlar.

Ender Özkahraman, Kürtlerdeki akrabalık ilişkilerinin karmaşıklığını, Kürtçe’de adlandırmaların bol olduğunu, bu nedenle yenge sözcüğünün 'Jinbra' (jin:eş bra: kardeş) amcanın eşi, dayının eşi olunca ona göre kelimenin değiştiğini belirtiyor. Kürtlerde dayı eşinin "jinxalın" her zaman için özel olarak sevilen sırların mahremin anlatıldığı diğer yengelerden farklı olarak özel bir yere sahip olduğu aktarılıyor.

SİYASETTE, EKRANDA, EDEBİYATTA YENGE

Bu başlıktaki yazılarda tahmin edilebileceği gibi literatürde anılan, popüler kültür öznesi olarak görünen "kamuya mâl olmuş" yengeler anlatılıyor.

Funda Şenol Cantek, "Bir Korkunç Yenge Prototipi olarak Semra Özal" yazısında, firstlady olamayıp yengede karar kılınan Semra Özal’ın, cüretkarlığı, kocasına baskın gelen kişiliği ile nasıl korkunç bir yenge profili oluşturduğunu anlatıyor.

Leyla Burcu Dündar, Türk Edebiyatı’nda öne çıkan yenge profillerini Şair Evlenmesi’nden Anayurt Oteli’ne kadar uzanan evrede yenge kimliğini açıklamaya girişiyor. Sema Şahin, edebiyatta kötü şöhretli yengelerini, Kiraz Akın, Sadri Alışık ile evlendikten sonra yengelik durumu nedeniyle sinemada gölgede kalan Çolpan İlhan’ı anlatmaya girişiyor. Sema Karabıyık ise Türk dizilerinde abartılı kötü yenge karakterlerinin anlatılmasının bir tercih olduğunu üzerinde dururken, bunun dizileri izlenir kılan öğelerden olduğunu söylüyor.

Yenge, bacı, hanım, madam, bayan, jinbra gibi seslenmelerin çokluğunda ve kısıtlayıcılığında biz kadınların hayattan talep ettiğimiz şeylerden biri bu sınırlamaların ötesine geçmek. Bu hitaplar tartışmaya açılıp, kalın kabuklarında çatlaklar oluşursa temiz hava içeriyi dolduracaktır. Yengeler Cumhuriyeti bu isteğe, bu çabaya su taşıyor!