Nietzsche’den yaşamın bilgisi
John Armstrong'un Sel Yayıncılık'tan çıkan 'Nietzche'nin Hayat Dersleri, yazarın Nietzsche’nin fikirlerinden çıkardığı dersleri içeriyor diyebiliriz. Nietzsche’nin fikirleri, bir şekilde bizi etkileyen ahlâk, otorite, tarih gibi verili, amacı yukarıdan belirlenmiş değerleri ve kendimize dair bilgimizin oluşumunu sorgulamamızı sağlıyor.
DUVAR - Nietzsche üzerine çok şey söyleyebileceğimiz bir düşünür, pek çok insanı fikirleriyle etkilemiş ve hâlâ da etkilemeye devam ediyor. Onun öğretisi sadece politikayı, felsefeyi, bilimi, insanı değil, gündelik yaşamı bile etkileyebilir. Zaten fikirlerini “büyük teoriler” olarak anmaktansa, onları yaşamımızın bir yerinde bizimle taşımak, gündelik yaşamın ayrıntısı hâline getirmek daha anlamlı, en azından benim kişisel görüşüm bu yönde. Bilgiyi kitabî olmaktan çıkarıp onu yaşamın: çıkmazlarının, kaygılarının, acılarının, yalnızlıklarının kısacası yaşama dair olanın kullanımına sunmak önemli. Yoksa o koskoca kitapların, değerlerin, felsefelerin anlamlarını yazılı oldukları sayfalara hapsetmiş oluruz gibi geliyor bana.
Bahsettiğimizi gerçekleştirme çabası içerisinde bir kitap, John Armstrong’un Nietzsche’den Hayat Dersleri adlı metni. Kitap, Nietzsche’nin fikirlerinden yazarın çıkardığı dersleri içeriyor diyebiliriz. Elbette bir düşünürün öğretisinden herkes için geçerli, genel, kesinlikli bir öğretiye ulaşamayız ancak kendi yorumlarımızla bahsedilen meseleleri harmanlayıp, yaşamımızda farklı bir bakış katabiliriz belki de. Armstrong’un kitabını da önemli yapan bu sanıyorum, bilgiyi yukarıda da bahsettiğimiz gibi kitabî anlamından çıkarıp, yaşamımız içerisinde yer etmesini sağlamak.
BİR DÜŞÜNÜRDEN İLHAM ALMAK
Nietzsche’nin fikirleri, bir şekilde bizi etkileyen ahlâk, otorite, tarih gibi verili, amacı yukarıdan belirlenmiş değerleri ve kendimize dair bilgimizin oluşumunda, bunların rollerini sorgulamamızı sağlıyor diye düşünüyorum. Armstrong’a göre ise Nietzsche, bize akıl veya ders vermek yerine bizi kendimizden memnun olmadığımız zaman neler olduğuyla ilgilenmeye davet ediyor. Ki sanırım kendisi için de böyle bir şey geçerli ki, yaşamından beslediği bir felsefe ile de sesleniyor okurlarına.
Armstrong’un da dikkat çektiği bu sanıyorum kendimize dair sorularımızda ve deneyimlerimizde Nietzsche’nin bakışının nasıl bir etkisinin olabileceği. Bir düşünüre dair hislerimizin, ondan edindiğimiz bilgilerin yaşamımızda nasıl bir yerinin olabileceği.
Bu konuya dair şu Nietzsche cümlesini alıntılıyor yazar, “çünkü gerçek benliğiniz, içinizin derinliklerinde saklı değildir. Ölçülemeyecek kadar yüksekte, ya da en azından genellikle olduğunu sandığınızdan daha yukarıdadır.” Armstrong, bu cümlenin yorumuna şöyle başlıyor, “sözü edilen bu kendimizden “yüksekte” ya da kendimizin “üstünde” bir şey bulma deneyimi nedir? Bunu gerçekleştirmenin yolu, hayranlık duyduğumuz insanları düşünmektir. Hali hazırda, olmak istediğimiz kişi olmayı bir şekilde başarmış görünen insanları…”
Elbette Armstrong burada klişe bir hayran olma ve idealize etme durumundan bahsetmiyor, onun anlatmaya çalıştığı ilham verici bir varoluşun bireysel yaşamımızı etkileyebileceği. Sonuçta hepimizin bir şekilde ilham aldığı düşünürler, öğretiler, inançlar, sanatçılar var. Sanırım böyle bir durumda önemli olan yine de bir şekilde kendi özneliğini koruyabilmek, fikrini önemsediğimiz kişileri ve düşünceleri kendiliğimiz içerisinde eriterek, bireyliğimizi çoğaltmak.
Armstrong, Nietzsche’nin Goethe’nin fikirlerinden etkilenmesini örnek vermiş bu anlamda onun için “yüksekte” duran bir insan Goethe ancak yazarın söylediği gibi; “Nietzsche kahramanına yalnızca sözsüz bir hayranlıkla ya da beğeniyle bakmaz. Goethe’nin sırrını da kavramak ister. Hayranlık uyandıran o insanın, nasıl şu anda olduğu kişiye dönüştüğünü bilmek ister…" Yani bir anlamda onun varoluşuna dikkat eder. Çünkü başkasının varlığına dair sorular, çoğu zaman bizi kendi “hiçliğimize” dair sorulardan korur, etkilendiğimiz düşünür, sanatçı vardır, biz neden olmayalım gibi bir ders çıkar belki buradan.
TARİH NE İÇİNDİR?
Nietzsche’nin tarih fikrini de önemsiyor Armstrong ve onun bu konudaki düşüncelerinden de dersler çıkarıyor. Nietzsche’nin tarihe dair sorusu önem kazanıyor burada, “tarih ne içindir?” Bu soruyu ayrıcalıklı kılan bir tanım aramanın ötesinde insan için “tarihin yararı ve yararsızlığı” konusunu gündem etmesi. Armstrong, kitapta bir şekilde onun öğretisinden dersler çıkarmayı amaçladığı için bu soru ayrı bir önem kazanıyor. Nietzsche tarihin kimlerin yararına olduğunu ve yaşamın tarihe neden ihtiyacı olduğunu sorgular.
Anıtların, siyasetin, resmi tarihin, büyük kral ve komutanların, arşivlerin, belgelerin bugüne nasıl bir faydası olabilir ya da aslında şöyle sormalı; “kime faydası var?” . Belki de onun tarih yaklaşımı geçmişin bilgisini bugünde yaşatmanın nedeninin ve bunu kimlerin işlevsel hâle getirdiğinin sorgulanmasıdır. Geçmişte olanı koruma, ona bugünün bilgisinde kurucu rol verme, bugünün parçası durumuna getirme çabası nedendir? Nietzsche’nin tarihe dair fikirleri bana bunları düşündürüyor. Armstrong, düşünürün tarih anlayışına olmak istediğimiz türden insanlara dönüşmemize yardım eden bir tür terapi gibi bakmamızı istediğini düşünüyor ve bu anlamdaki kişisel faaliyetlerimizi sorgulamamızı salık veriyor ve geçmişe neden ihtiyaç duyduğumuzu Nietzsche’nin fikirleri ve özellikle Tarihin Yaşam İçin Yararı ve Yararsızlığı Üzerine metnini örnekleyerek tartışıyor.
DÜŞÜNCEYİ BİLİNENİN DIŞINA ÇIKARMAK
Nietzsche düşüncelerimizi genel algısından çıkarıp, onu farklı yorumlamamızı sağlayan bir düşünür. Armstrong da bu duruma dikkat çekiyor: “Nietzsche, okurlarını sarsmayı, tam da saygı göstermek zorunda olduğumuzu farz ettiğimiz şeyleri inanılmaz bir silsile halinde topa tutmayı severdi, demokrasi, acımanın ve merhametin önemi, topluluğun değeri, kamu yararı arayışı.” Bu konuda yazara katılabiliriz en azından Nietzsche’ye biraz temas edenler onu haklı bulacaklardır. O buna şok terapisi adını veriyor. Yani yaşamımızdaki değerlerin alt üst oluşu ya da bireyin o değerlerden kopuşunun yaşattığı duygu durumunun, bir şekilde kişiye dünyaya başka bir şekilde bakma imkânı sağlamasının adı sanırım bu.
Örneğin; Armstrong, Nietzsche’nin insanlardan “sürü” olarak bahsetmesinin kaba olarak nitelendirilebileceğini ama bizi bazı ciddi düşünceleri tanımaya da itebileceğini düşünüyor. Evet, ilk bakışta gerçekten bu kelime çok yukarıdan, üstten bir dil şeklinde algılanabilir ancak üzerine düşündüğümüzde ona hak vermeden edemeyiz.
“İnsan var olduğundan beri, insan sürüleri de var olmuştur (aile grupları, topluluklar, kiliseler, kabileler, milletler, devletler) ve çok az sayıdaki buyurucuya kıyasla itaat edenler her zaman çok olmuştur yani şimdiye kadar insanlar arasında hiçbir şeyin itaatten daha iyi ya da daha uzun süredir uygulanıp, yeşertilmediğini düşününce, buna ihtiyacın bir kural, “kayıtsız şartsız şunu yapmalısın”, kısacası, “yapmalısın” diye buyuran bir tür resmi bilinç olarak artık içselleştirildiği varsayılabilir.” Nietzsche’nin “sürü” kavramı üzerine bu cümlelerine baktığımızda aslında kaba ya da üstten bir dilden çok yerinde bir eleştiri görürüz.
O bize, çoğunlukla hareket etmenin, ona uymanın, başkalarının cümlelerini onaylayıp, kendi cümlemizi kurmaktan uzak durmanın, itaatkâr olmanın nedenini anlatır. Bu kavramla kurumları, bilincimize “resmi” olarak yerleşmiş isyan etmeme duygumuzu, çoğunluğun cümlesini kendi cümlemiz gibi alıp kabul etmemizi hatırlatır ve bunun bir “sürü” gibi hareket etmek olduğuna dikkatimizi çeker. Bizi şok eder ama haksız değildir ve bu da Armstrong’un hatırlatmasıyla Nietzsche’den yaşama dair edinebileceğimiz önemli derslerden birisi olur böylece.
Armstrong’un Nietzsche’den Hayat Dersleri, düşünürün metinlerinden yola çıkarak yaşama, kendi bireyliğimize, dünyayı kavrayışımıza dair küçük ipuçları veriyor. Kitap, Alain de Botton öncülüğünde “gündelik yaşam için parlak fikirler” başlığıyla The School of Life (Hayat Dersleri) kapsamında hazırlanmış. Yaşam bize her gün kendi keşmekeşini hazırlarken kim bilir belki bir düşünürün yaşama dair fikirleri bize küçük de olsa dayanma gücü, direnme neşesi getirir. Her şeyden önce “büyük öğretileri” gündelik pratikler hâline getirme düşüncesi heyecan verici değil mi?