Didem Madak’ın şiirinin sırları
Didem Madak da erken yaşta (8 Nisan 1970 - 24 Temmuz 2011) şiirin gökyüzünde parlayan yıldızlarından biri oldu. Bugün onun için rahatlıkla zamanın karşısında yeni kalabilen şiirlerin şairidir o diyebiliyoruz.
DUVAR - Şairler de, yapıtları da yaşar ve ölür. Ancak bazı şairler için durum biraz değişiktir. Bununla ilgili söyleneceklerin en uygun olanını Edip Cansever söylemiş. Cansever, “Ve odur ki büyüklük / Şiir insanın içinden dopdolu bir hayat gibi geçerse / O zaman ölünce de şiirler yazar insan / Ölünce de yazdıklarını okutur elbet” diyor. Didem Madak da o büyüklükte, şiirin içinden şiiri içinden dopdolu bir hayat olarak geçtiği, geçirdiği ve ölünce de şiirler yazamasa da yazdıklarını okutan şairlerden…
Didem Madak da erken yaşta (8 Nisan 1970 - 24 Temmuz 2011) şiirin gökyüzünde parlayan yıldızlarından biri oldu. Bugün onun için rahatlıkla zamanın karşısında yeni kalabilen şiirlerin şairidir o diyebiliyoruz. Ama peki, Didem Madak’ın zamanın karşısında eskimeyen şiirlerin şairi olmasını sağlayan nedir? Madak’ın yapıtlarındaki kaybolmayan parlaklığın kaynakları neler olabilir? Onun şiirlerindeki okurunu bıktırmadan, okunurluluğu sağlayan sır nasıl açıklanabilir?
Sorulara yanıt aramanın bir yolu şairin yapıtlarına yönelmek. Bir başka yolu şiirlerle ilgili kim ne değerlendirme, yorum yapmışsa oraya bakmak olabilir. Her iki yolu birden deneyerek bir bakış açısı sunmak da mümkün elbette. Hiç değilse denemeye değer.
Didem Madak’ın, ilk kitabı değil, ilk şiirinden itibaren en çarpıcı özelliği şiirinin kendini tanımlamasıdır. Ekim 2002’de Varlık dergisinde yayımlanan Müjde Bilir’in söyleşisindeki sözlerini anımsayalım: “Hayatımla ve bir kadın oluşumla ilgili çözemediğim bazı meselelerim var. Bütün bunlar yokmuş gibi davranıp kitabi şiirler yazamam. Şiirlerim ütüsüz ve buruşuk gezdirdiğim ruhumun diyeti bence. Bu yüzden hepsi benden parçalarla dolu. Bu yüzden biraz ‘kadınsı’, durup dururken bağıran şiirler.” Didem Madak, tanımladığı şiirleri yazar. “Çiçekli Şiirler Yazmak İstiyorum Bayım” başlıklı şiiri de onlardan biridir. Şiirden kısa bir parça okuyalım:
“Çiçekli şiirler yazmama kızıyorsunuz bayımBilmiyorsunuz. Darmadağın gövdemi
Çiçekli perdelerin arkasında saklıyorum.
Karanlıkta oturuyorum. Işıkları yakmıyorum.
Çalar saat zembereği boşalana kadar çalıyor
Acı veren bir sevişmeyi hatırlıyorum.
Bir bıçağın gereksiz yere parlaması bu.
Yıllardır kendini bulutlarda saklayan illegal bir yağmurum.
Bir yağsam pahalıya malolacağım.
Ben bir bodrum kat kızıyım bayım
Yalnızlıktan başka imparator tanımaz bodrumum
Bir süredir plastik vazolar gibi hiç kırılmıyorum
Fakat korkuyorum. Birazdan da
Kırk üç numara ayakkabılarınızla
Bahçede oynayan çocukların üstüne basacaksınız
Bu iyi olmaz bayım!”
Şiir okuru onun yapıtlarında gizlenmeyen, saklanmayan, okuruyla oynamayan bir ben bulur… Enkaz Kaldırma Çalışmaları şiiri de aynı nitelikteki yapıtlarından biridir. O şiirden de kısa bir bölüm alıntılıyorum:
“Melankoli ve kolonya şişesiKalbim ile İzmir aynı şey mi?
Boyunlarında simsiyah birer halka
Kumruların hepsi de dişi mi?
Gugukguk yusufçuk
Nerdesin? Burdayım.
Bekleyin, bekleyin geliyorum!
Melankoli ve kolonya şişesi
Hayatımın üstünde imkansız kuşlar uçuyor”
Didem Madak’ın şiirini başından itibaren yakından izleyen, yönettiği dergilerde onun şiirlerini ilk kez yayımlayan biridir Orhan Kahyaoğlu. Kahyaoğlu, Radikal Kitap’ta yayımlanan yazısında Didem Madak’ın şiiriyle ilgili şu değerlendirmeyi yapar: “Madak'ın 1995 ilkbaharında yayımlanmaya başlayan şiirleri sınırlı da olsa bir grup şiirsever için ilgi odağıydı. Gündelik dil, gündelik hayat tüm içtenliği, çocuksuluğuyla; kendine özgü ironisi, eğretilemeleri ve imgeleriyle şiirde inanılmaz bir duruluğu, insanın hallerini su yüzüne çıkarmıştı.
Mükemmel şiirler miydi bunlar? Belki değil. Ama, Madak, farkına fazla varmadan şiire inanılmaz bir hakikiliği taşıyordu. Yıllar geçtikçe yoğunlaştı, olgunlaştı bu şiir. Çekiciliği, şiirlerin duruluğuydu. 2000’de çıkan Grapon Kâğıtları adlı ilk kitap bir bütün olarak okunduğunda çocuksuluğu, sıradanlığı içinde barındırırken; hem Garip şiirini sevenleri hem de İkinci Yeni şiirine tutkuyla bağlı şiirseverleri aynı oranda hoşnut etmişti. Bu şiirin temel ayrıcalığı, kendine özgülüğü oldu.” O kendine özgü şiirlerden biri de kuşkusuz Çalıkuşu’nun Z Raporu başlıklı şiirdir. İşte o şiirden bir bölüm:
“Delirdiğim altyazı şimdi bütün aynalardaVazgeçtim sonunda hep tura gelen uğur paramdan.
Hikâyem ucuz, romanım basmakalıp
Pembe kağıtlar aldım
Hayatıma bir ölüm yazacağım
Bir ölüm, pek de inandırıcı olmayan
Yazık hiçbir şair bir çiy tanesi kadar bile sızamadı kâğıda
Kayıp şiirlerim gül resimleridir şimdi.
Yazık bir son mektup bile bırakmadan gitti
Zeyniler Köyünde Çalıkuşu şimdi artık zaman.”
Ali Duran Topuz, Pulbiber Mahallesi'yle ilgili yazısında, şairin üçüncü kitabını şöyle değerlendirir: Pulbiber Mahallesi, masalsı (aslında şairin kendi söyleminden bir ifadeyle, büyülü) bir dil halesiyle işlenmiş, sabit ayağı şiirde olan, diğer ayağı türler arası bir daire çizen bir eser. Her şiir bir bütündür yine, tek başına okunabilir; ancak tümü birden okunduğunda, bir tür eksikli anlatımlı roman olduğu söylenebilir. Kitaptaki açık Oğuz Atay atıfları (Hem ‘Tutunamayanlar’ hem de ‘Tehlikeli Oyunlar’ anılır, anıştırılır çeşitli defalar) değil sadece bunu söylemeyi olanaklı kılan.
Dahası var: Hem anlatılan, hem anlatımın yerleştiği mahalle, Türkçe edebiyat şehrinin bu dört yıl önce kazandığı kurgusal mahalle, ‘Pulbiber Mahallesi’, hem ‘Berci Kristin Çöp Masalları’ hem de Kolera Mahallesi’yle (Metin Kaçan’ın ‘Ağır Romanı’ndaki) komşuluk ilişkisi içindedir. Dolayısıyla sözü edilen yazısında Orhan Kahyaoğlu’nun yer yer şiir açısından zaaf olarak tanımladığı dizeleri, bölümleri, türler arası bir girişimin zorladığı poetik araçlar olarak görmek daha uygun olabilir. Bu yönüyle kitap, Türk şiirinin, şiir dışındaki iki sürpriz kitabıyla kurduğu özgün ilişkiler açısından ayrıca incelenmeye değer. Sadece bu bile, yani arkasına sadece şiirleri değil, diğer türlerin ürünlerini ve özelliklerini almakla ‘Pulbiber Mahallesi’, hem poetik ve hem de politik olarak Türkçe şiirin eşsiz ürünlerinden biridir.” Kitapta yer alan Mahallede Bomba Patlıyor başlıklı şiiri okuyalım:
“Mahallemizde bomba patladıMartılar çok uçtular
Mahallemizin çığırtkan gözyaşları olup havaya saçıldılar
Bu bir çocuk romanıydı, artık anlaşılmıştı
Çocuk sonunda ölecekti, geleneklerimize göre
Son duası olarak patlamış mısır sunacaktı tanrıya
Bu bir oyun romanıydı, bir araf
Sırtından bıçaklanacaktı daima çocuk
Sendemibrütüs balığı kızartacaktı şiirin kara tavasında
Yanında roka, üstüne tahin helvası
Şangur şungur bir romandı bu, anlaşılmıştı
Gözlerdeki buğu camlar gibi kırılıp inecekti aşağıya.
Biz de ölmüş olabilirdik dedi Leman
Bu söz nedense aklımda kaldı.
Bazı geceler uyanıp sigara içiyorum karanlıkta
Odamdaki aynada yanıp sönen küçük kırmızı bir yıldızım
Musevi bir kadının ruhu dolaşıyor evde, ya da Müslüman
Ya da ateist bilmiyorum
Gelip yamuk tabloları düzeltiyor, biraz çorba içiyor mutfakta
Sanırım yağmuru yapısalcı bir yaklaşımla karşılıyor
Saçma bir kadın, anlaşılmaz
Ama iyidir saçmalamak dostlarını satmaktan
İyidir adanmak, yalandan
Bir çocuk romanı olarak anlaşılmıştım artık.”
Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kadın Çalışmaları Anabilim Dalı’nca Didem Madak Sempozyumu düzenlenir. Sempozyuma üniversite ve şiir çevrelerinden katılım bir hayli geniş olur. Konuşmalarda ve sunulan bildirilerde Madak’ın şairliği çeşitli açılardan ele alınır, şiirinin sırları da çok yönlü bir bakış açısıyla açıklanmaya çalışılır. Sempozyumda sunulan bildirilerde Didem Madak’ın şiirlerinde izi sürülen kimlik, kendilik, benlik bilinci, dil tavrı, kadınlık durumu, unutmaya hatırlama ilişkisi yönünden tarihselleştirme, duygu ve düşüncenin imbiğinden geçerek şiire yansıyan zaman ve mekân algısı gibi temalar üzerinde durulur.
Bildiriler daha sonra Solmaz Zelyüt tarafından derlenir ve Metis yayınları tarafından Didem Madak’ı Okumak adıyla yayımlanır.
Sempozyuma katılan isimlerden Necmiye Alpay şairdeki kimlik, benlik bilinci gibi varoluş sorunlarını değerlendirir. Sempozyumda Didem Madak: İri, Ekşi Vişne Tanesi başlıklı bir bildiri sunan Mahmut Temizyürek ise Madak’ın şiirini gündelik dili kullanışından mitolojik göndermelerine, ironisinden groteskine, gerçeğin imgelenmesiyle origamik diye adlandırdığı şiirsel oyununa kadar çok yönlü bir değerlendirme yapar…
Neşe Yaşın’ın da sempozyumda bir bildiri sunar. Yaşın’ın sunduğu bildiriden bir bölüm şöyle: “Didem Madak şiirlerindeki hatırlamalar bir kadın kuşağının kolektif belleğini oluşturan dönemin popüler imgeleriyle bezenmiş. Şair, Türkiye’deki kamusal alan hatırlama kültürünün ağırlıkla erkek olan cinsiyetine kadınlığa dair kimlik ikonları ekliyor. Şiirleriyle bir kadınlık halleri arkeolojisine olanak verirken dalgacı ve yer yer karnavalesk bir direniş modeli sunuyor. Şiirlerindeki kadınlık halleri müzesi okuru ince bir kederle gülümsemeye davet ederken yakın geçmişin koridorlarında belleği kadınlığa dair bir seçicilikle kurguluyor.
Didem Madak, önümüze serdiği kimlik ikonlarıyla kişisel hikâyesini kadınlar açısından bir ‘biz’ hikâyesine dönüştürerek bir kadın kuşağının serüvenine dair farkındalığı güçlendiriyor. Hamasi, buyurgan, dayatmacı özellikler taşıyabilen şiirdeki erkek diline karşı güncelle didişirken derinden akan dişi bir dilin önünü açıyor. Şiirlerin mütevazılığı okuru kalbinden yakalarken özneldeki çoğulluk, deneyim ortaklığının yarattığı buluşma birinci tekil şahıs anlatısını çok sesli bir kadınlık metnine dönüştürüyor. Hanımefendiliğin yerine hınzırlık ve çocuksu şirinliği koyan Didem Madak bu yolla masumiyeti yakalıyor ve pozisyoncu erkek diline çocuksu şüphecilik ve ironik şiir zekâsı ile karşılık veriyor. Türkiye şiir kanonu içinde dişil özellikleri nedeniyle yerini bulamayan bu şiir, ekstra kanon diyebileceğimiz bir alanda kendi konumunu sabitliyor.”
Bir sempozyum da Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi (MSGSÜ) Disiplinlerarası Kültür Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi ve Metis yayınları işbirliğiyle düzenlenir. Burada da konuşmacılar ve sunulan bildirilerde Madak’ın yapıtları irdelenir, onun şiirin eril alanında kadınca var olması, gündelik hayatın konu olduğu şiirlerindeki politik ve sınıfsal boyutlar üzerinde durulur.
Şiirin değişik sosyal bilim disiplinlerine bağlı akademisyenlerce değerlendirilmesi, yorumlanması, irdelenmesinin şüphesiz ki ufuk açıcıdır. Ama şiiri asıl çözümleyen, onu üzerinden başka metinler inşa ederek değil de duyarlılık üreterek alımlayan, şiire özgü o dili, o sesi duygularına ve düşüncelerine saf haliyle katan okurdur. Mimar Sinan Üniversitesi’ndeki sempozyumda onun “Cesur olun! Muhtaç olduğunuz cesaret, rahminizde her ay köpüren ve yeni bir hayat ihtimali taşıyan o kirli kanda mevcuttur” sözünün salonda büyük alkış alması da okurla şair arasındaki ilişkiyi, etkileşimi anlamak açıklamak açısından önemli bir ipucudur.
Didem Madak, şiiri şiirselliğe teslim olmadan, şairanelikten uzak durarak, bir tür şiire karşı şiiri yazar, belki de şiir söyler demek gerekir. Ondaki hakikat, samimiyet, hüznün dahi mizahını yapan mizaç ve en önemlisi şeffaflık şiirinin öne çıkan önemli özellikleridir. Şu saydıklarımızın büyük bölümünün duygularla ilgili olması da gösteriyor ki o, bir duygu, duyarlılık şairidir…
Aslında her şairin olduğu gibi Didem Madak ve şiirlerinin sırrı şiir okurunun duygularında ve düşüncelerindedir. Yineleyelim; şairin sırrı okurun kalbindedir. Ayağa kalk şiir, hayatın taşlığında tatlı düş sürülmüş acı gerçeğin ekmeğini gözyaşına katık eden bir kız çocuk geçiyor; temmuzun bir kara günü... Saygıyla, sevgiyle selamlıyor, anıyoruz…