Behzat Ç.'den Müslüm Gürses'e popüler kültür
Süreyyya Evren'in yeni kitabı Buluntu Kitap - Edebiyat ve Gündelik Hayat Üzerine Denemeler, Yeni İnsan Yayınevi'nden çıktı. Kitap Evren’in, edebiyattan, sanata, gündelik yaşama, dizilere, müziğe dair denemelerinden oluşuyor.
DUVAR - Tek bir yerden seslenmeyen bir şekilde yaşamın ve sanatın her alanını birbirinin içine geçiren ve tüm bunların siyasetle ilişkisini kuran metinleri önemsiyorum. Okur açısından düşündüğümde önümüze gelen böylesi metinlerin, ayrı yerlerden benzer sorunlara bakan bir okumayla karşılık bulması gibi bir sonucu var. Düz bir hatta ilerlemeyen dert edindiklerimizi farklı disiplinler içerisine yerleştirerek ele alan bu tarz metinler, her şeyin içerisinden bize dair, yaşama dair, edebiyata dair, gündelik olana dair politik bir imkânlılık sunduğu zaman ise ayrı bir patikaya çıkarıyor yolumuzu.
TEK BİR YERDEN DÜŞÜNMEMEK
Süreyyya Evren’in 'Buluntu Kitap - Edebiyat ve Gündelik Hayat Üzerine Denemeler' adlı kitabı için de yukarıda bahsettiklerimi söyleyebilirim. Evren’in, edebiyattan, sanata, gündelik yaşama, dizilere, müziğe dair denemelerinden oluşan kitabı, yaşadığımız dünyanın ve coğrafyanın her gün üzerine cümleler kurduğumuz sorunlarını ters yüz ederek, ne ilgisi var diyebileceğiniz bir alandan, yaşamımızın tam ortasından bir yerden yakalayarak, eleştirel dili hiç eksiltmeden ortaya koyan bir metin.
Tek bir yerden düşünmek yerine çoğul bir yerden düşünüyor Evren, birçok şeyin yaşadığımız süreçle veya süreçlerle bir ilişkisinin kurulabileceğini gösteriyor. Tüm bunları yaparken yatay bir yerden çıkan olanaklar sunmayı da ihmâl etmiyor. Devamlı sızlanmak yerine edebiyatın, sanatın, siyasetin, gündelik olanın içerisinden örülecek küçük küçük hatların önemini hatırlatıyor. “Kötü” olanı yok saymıyor ancak onun içerisinden çıkabilecek “iyi” direnci de ihmal etmiyor. Hiç gerçekleşmeyeceğini bile bile inandığımız ütopyaların melankolisinden, en güvencesiz yerde duranın sanatından, sessiz olanın sessizliğinin anlatısından dem vurması da sanırım bahsettiğimiz direnme hatlarına dikkat çekmek için.
TÜRKİYE ŞİİRİNİN ÇİZGİSEL İTTİFAKI
Süreyyya Evren’in kitabının seri denemelerinden bir bölümünü; şiirin politik konumu, “yeni” olarak ortaya konanın ne olduğu ve Türkiye şiirinin tarih yazımı içerisindeki konumlanışı oluşturuyor. “İkinci Yeni”’nin “yeni”liği mesela ilginç bir tartışma sunuyor. Yine Nazım Hikmet’in Türkiye şiiri içerisindeki rolünün politik anlamları ve hâttâ bir şekilde yersizliği, avangardlığından arındırılıp Türkiye solu içerisine yerleştirilişi bana kalırsa epey önemli konular. Ancak bunlar içerisinde benim açımdan en önemli kısım tarih yazımı kısmı.
Anladığım kadarıyla Türkiye şiiri düz bir çizgide ilerleyen zamanın içerisine yerleştirilmiş, kronolojik sıralama içerisine yerleştirilen şairler sanki gündelik yaşamın içerisinde hiç yokmuş gibi, duygu durumlarını belirleyen politik veya sosyal olaylar göz ardı edilmiş. Sanki durup dururken yazmaya başlayan geçmişe ya da geleceğe dair tahayyülü olmayan birden ortaya çıkıveren isimlermiş gibi anlatılmış.
Evren’in bir Cemal Süreya söyleşisinden verdiği şu örnek mesela; Süreya 'İkinci Yeni' tarifi verirken şöyle söylüyor: "Gün geldi 1950’li yıllarda, özellikle de 1953-1957 yılları arasında birtakım genç şairler önce birbirlerinden bağımsız, sonra da dergi sayfalarında karşılıklı etkileşerek başka bir düzende şiir söylemeye başladılar."
Evren’in itirazı da tam burada başlıyor çünkü ona göre; “tarih bu şekilde resmedildiğinde söz konusu şairlerin nelerden beslendiklerine, nelerden etkilendiğine ve nasıl bir ortamın içine doğduklarına dair bilgileri bir şairler sıradağı manzarasının ihtişamına indirgemiş oluyoruz.” Burada aslında şairler ve şiirlere dair tarih yazımının da klasik tarih yazımından farklı olmadığı dikkat edilmesi gereken bir durum olarak çıkıyor karşımıza. Çünkü böylesine bir yazım hep “büyük hikâyelere”, “büyük insanlara” tabiri caizse “krallara” dikkati çekiyor. Yerel olanın, gündelik “etkilenim” alanlarının, “küçük insanın” ne düşündüğünün, dönemin yaşam içerisindeki asıl etkisinin ve bireyin konumunun ihmal edildiği bir anlatı bu. Hiç kırılmalar yaşanmamış gibi düz bir hatta ilerleyen kronoloji yığını.
Evren’in bu konuyu gündeme getirmesi bu anlamda önemli benim fikrimce yani neyin tarihi olursa olsun bir şekilde hep “büyük” olana yaslanan, yatay olanı, içeriden olanı, bireysel olanı görünmez kılan bir anlayışın, şiirin tarih yazımı üzerinden dillendirilmesi fikri cezbedici. Bu anlatının içerisinde yer alana, “küçük insana” “öncülük etme”, “aydınlatıcı”, “yol gösterici” misyonu biçmesi de ayrıca üzerinde durulması gereken bir konu ki Evren bahsettiği şairler üzerinden bu konuya da dikkat çekiyor. Yazar tarih yazımı meselesini bu sefer Türkiye şiiri üzerinden sorgulamış. Hatırlamamız gerekir ki kendisi daha önce 'Anarşizmler' kitabı üzerinden anarşizan tarih yazımını da bu bağlamda ele almıştı.
GÜVENCESİZLİK MESELESİ
“Buluntu Kitap” söylediğimiz gibi çoklu bir anlatı sunuyor, kitapta altını çizmemiz gereken bir diğer konu “Prekeryalık”. Evren’in özellikle üzerinde durduğu konulardan bu da. Çok gündem edilmeyen ama birçoğumuzun içerisinde bulunduğu bir konum aslında güvencesizlik meselesi. Evren kitapta bu konuyu özellikle Sanatçı Burak Delier’in çalışmaları üzerinden değerlendiriyor. Evren’e göre; Delier post-anarşizan tarzıyla güvencesiz işçilere bakarken, güvencesiz işçileri nasıl köle pazarı üslubuyla seçtiklerini irdeliyordu. Aslında Delier bu iş dünyasına özgü köle-efendi ilişkisi olmak konusunda nerede çuvalladığını göstermekte çok başarılı çünkü Delier, bu ilişkinin güven noktasında çuvalladığını ortaya koyuyor diyor Evren.
Genel olarak düzensiz işlerde çalışan, yeri sabit olmayan, devamlı işsiz kalma tehdidi yaşayan hâttâ bazen gönüllü kölelik olarak tanımlayabileceğimiz bir durum prekaryalık, anladığım kadarıyla Delier’in çalışmaları konuyu anarşizan bir bakışla irdeliyor. Başta da ifade ettiğimiz gibi üzerine konuşulmayan bir mevzu prekerlik, konuya dair Türkçe’ye çevrilen kitap sayısı iki elin parmağını geçmez bu açıdan düşündüğümüz zaman bu meselenin bir şekilde gündem edilmesini, konuşulmasını önemsiyorum. Benim için “Buluntu Kitap” bu nedenle de ayrı bir yer edindi.
BEHZAT Ç.'DEN MÜSLÜM GÜRSES'E
Süreyya Evren Behzat Ç., Müslüm Gürses gibi popüler kültürün önemli ögeleri hâline gelmiş diziler ve isimler üzerine yazılara da yer veriyor kitapta. Örneğin; sloganlar eşliğinde hep beraber Behzat Ç. izlemenin, gündelik yaşamda nefessiz kalmanın ve belki de bu nedenle bireylerin kendisini “biz” olarak ifade etmenin başka yollarını araması olduğuna dikkat çekiyor. Şöyle düşünüyorsunuz gerçekten bizi bir arada, “farklılaştırılmış” bedenlerimizle karşılaştıracak yeni bir “biz” durumuna mı ihtiyacımız var? Neredeyse Gezi’den beri böyle bir ortaklık kuramadığımız düşünülürse bu soruya pekâlâ evet cevabını verebiliriz sanıyorum.
Peki ya Müslüm Gürses’in merkez tarafından keşfi, kendisiyle yaşamını bütünlemiş, acısını içinde hissetmişlerden, jiletle bedeninde acı yarası açanların ötesine geçip, bir şekilde afili masalara oturuşu, devamlı olarak örselenmişliğimize gösterdiği şefkat. 'Baba' imgesi, ağır abiliği herkes tarafından kabul görüşünün altında yatanlar bu konuların hepsi Evren’in eleştirel üslubuyla birleşince gerçekten zevkli bir okuma deneyimi çıkıyor karşımıza.
Süreyyya Evren’in "Buluntu Kitap" adlı metni, ayrı yerlerden benzer politik mevzulara bakmamızı sağlıyor. Gündelik yaşama, sanata, edebiyata dair oldurulana ve oldurulamayana, direnme kabiliyeti gösterilebilene veya içinde kaybolunana bazen bir dizinin, bazen bir şiirin, bazen bir şarkının, bazen de bir filmin içerisinden sesleniyor. 'Biz'e dair bir kitap 'Buluntu Kitap' tüm 'fark yaralarımızla' birlikte.