Saramago nasıl 'kör' oldu?
Portekizli yazar Jose Saramago'nun 'Körlük' kitabı, Kırmızı Kedi Yayınları'ndan çıktı. Nobel Ödüllü yazarın en çok dikkat çeken eseri, bir gün herkesin başına gelebilecekmişçesine basit fakat çapıcı bir felaketin tasviri.
DUVAR - Portekizli yazar Jose Saramago'nun sevilen ve uzun süredir yeni baskısı beklenen eseri 'Körlük', Işık Ergüden çevirisiyle, Kırmızı Kedi Yayınları’ndan çıktı. 'Körlük', uzun zamandır okurlar nezdinde bir Jose Saramago efsanesine dönüşmüştü. Aslında olan, sadece çeşitli telif prosedürleri gereği kitabın bir önceki basımcısından yeni basımcısına geçiş süreciydi. Yine de bu sürecin, sanılandan uzun sürdüğünü ve bekleyişi heyecanlandırdığını kabul etmek gerek.
Türkiye’deki bu serüveninin yanında 'Körlük'ün sahiden bir Saramago efsanesi olduğunu söylemek yanlış olmaz. Nobel Ödüllü yazarın en çok dikkat çeken eseri, bir gün herkesin başına gelebilecekmişçesine basit fakat çapıcı bir felaketin tasviri. Bilmeyenler için tek cümlede özetlemek gerekirse; Saramago 'Körlük'te, bir anda herkesin kör olmaya başladığı bir salgını anlatıyor. Galiba eserin bu kadar dikkat çekmesinin de altında gerçeğe hem bu kadar yakın hem de uzak duruşu yatıyor.
Saramago, anlatısının gücünü, dilinin yanı sıra, metinde nokta ve virgülden başka bir noktalamaya yer vermeyerek ve hiçbir mekan, kişi, yer adı kullanmayarak derinleştiriyor. Bu sadelik, ilk bakışta büyük bir karmaşaya yol açacakmış gibi görünse de okuru kendi ritmine çekiyor ve hiçbir detayı kaçırmaması için ona küçük hatırlatmalarda bulunuyor.
Malum, Saramago, gücünü öykülerden alan bir yazar. Öyküleri öylesine güçlü ki basit anlatısıyla satırlar arasında fırtına estirebiliyor. “Körlük”te de henüz 10’uncu sayfada, trafiğin ortasında kalakalan adamın aracın içinde bağrışı tasvir edilirken okur, neyle karşılaşacağını bilmesine rağmen sonraki satırı okumaya çekiniyor. Çünkü bu satır, adamın kör olduğunu söylediği satır ve Saramago bu bilgiyi büyük bir serinkanlılıkla oraya bırakıyor; öyküyü aynı sakinlikte akıtmaya devam ediyor.
NEDEN BİR SÜT DENİZİ?
Körlük’te kurbanların bilinen körlüğün aksine neden bir ‘süt denizi’nin ortasına düştükleri bilinmez. Fakat bu detay, birçok imgelemenin kapısını aralar. Saramago bu imgeyle okuruna, dolduracak boşluklar bırakır.
Bir anda gözlere inen bu beyaz perde, deyim yerindeyse, göz temasıyla hızla yayılır. Bu kör olma hâli zaten bambaşka mesajlar taşırken ilk körlerin hızlıca toplanıp karantinaya alınması, karantina için de bir akıl hastanesinin seçilmesi çok manidardır. Kitap, “ilk kör” olarak anılan kişiyle başlasa da anlatı boyunca rehberimiz, bu bembeyaz evrenin tek gören gözü olan “doktorun karısı” olacaktır. Kitapta da kendi grubundaki körlere rehberlik eden bu kadın, hepimizin yerine gözleri açık kalan kişi olarak bu evrene aralanan bir kapı hüviyetindedir.
Karantina süreci, ruhların da hızla köreldiği, ilk andan itibaren medeniyetin yok sayıldığı, çok geçmeden de ahlakın çöktüğü kısa süreli bir tiranlığa dönüşür. Kimsenin kimseden üstün vaziyetinin kalmadığı bu düşkünlükte insanoğlu yine, bir şekilde, kendini ‘kral’ ilan edecek öğeler bulmuştur. Çevrede olup bitenleri kocasına özet geçen doktorun karısı, çoğu kez bizim de düşüncelerimizi özetler: “Doktorun karısı kocasına, Dünyada ne varsa tamamı burada, dedi.” (S. 105)
Aslında Saramago’nun bu anlatıyla söylemek istedikleri çok belirgindir. Toplumsal düzenin oturtulduğu bu sistemler dünyasına ayak uydurmamız sadece pamuk ipliğine bağlıdır. Hepimiz, medeni giysilerimizin altında fokurdayan birçok vahşi ve ilkel güdünün esiriyizdir hâlâ. ‘Medeniyet’ adı altında bu dürtüleri bastırmayı başardığımızda ise sistemlerin güdümüne girmiş ‘yurttaş’lara dönüşürüz. Ve sayfa 213’te Saramago söylemek istediği her şeyi sadece 7 kelimelik bir cümleyle özetler: aslında körlük, umudun tükendiği bir dünyada yaşamaktır.
Tüm bu kaosun ortasında, olan biten her şeyi tüm çıplaklığıyla gören doktorun karısı, neredeyse bir peygambere dönüşür. Göz gözü görmeyen bu dünyada kör olmamak büyük bir lanetken doktorun karısı sabrı, sadakati, cesareti ve gücüyle ışıldar. Hatta bu ışıltıyı diğer kadınlara da bulaştırır. Saramago’nun bu gözü kör evrenin tek açık gözü olarak bir kadını seçmesi, şüphesiz ki tesadüfi değildir. Çivisi çıkmış her toplumun ilk hamlelerinden biri olarak kadınlara göz konulduğunda onları bir araya getirir. Onları bir acıya daha ortak ederek güçlendirir ve kadının yaşamı sürdürmeye meyilli dünyasını hiçbir erkil yapının yıkamayacağını ima eder.
BEYAZPERDEDE DE SARAMAGO'NUN İZİNDE...
'Körlük', o kadar sevilmiş o kadar dikkat çekmiş bir eser ki, 2008 yılında Brezilyalı yönetmen Fernando Meirelles tarafından, aynı adla beyazperdeye uyarlandığında, 61'inci Cannes Film Festivali’nin açılışında gösterilmişti. Vizyonda da oldukça ilgi çeken filmin başrollerinde Mark Ruffalo, Julianne Moore, Danny Glover ve Gael Garcia Bernal gibi kıymetli isimler yer alıyordu.
Saramago, bu anlatıyı tüm dünyaya yayarak Hollywoodvari bir öykü anlatmaktan kaçınırken yönetmen Meirelles de Saramago’nun bu duruşuna saygı gösterir fakat tarif edilenin tüm dünya olduğunu da hatırlatmaktan geri duramaz. Bu nedenle Saramago kitapta hiçbir mekan ve kişi adı anmadığı gibi herhangi bir ırkı da telaffuz etmezken; filmde ilk kör bir Uzakdoğuludur. Trafiğin ortasında kör olduğunda, çevredeki insanlar ona yardım ederken kameranın önünden geçen geleneksel giysisiyle göze çarpan Hintli genç kız da ışıklarda beklemekte olan siyahi adam da orada tesadüf eseri bulunmamaktadır. Meirelles bu serpiştirmeyi, hikâyenin ilerleyen dakikalarında karantinada da sürdürecek; hatta konuştuğu kişinin sesinden siyahi olduğu tahminini yürüten bir köre ağzının payını verecektir.
Meirelles’in edebiyat uyarlamalarında pek alışık olmadığımız bir tevazu gösterdiğini söyleyebiliriz. Yani, hikâyeyi özüyle ele alıp kendince yeni bir anlatı kurmaya çalışmıyor. Filmin büyük bir kısmında birebir Saramago’nun anlatısını aktarıyor. Tabii beyazperde satırlar ve sayfalar kadar özgür bir alan değil. Hikâyenin bazı noktalarında atlamalar ve ufak değişiklikler yapıyor. “Körlük”, tek başına bir film olarak izlendiğinde asla kötü bir yapıt değil. Fakat yazılmış her kitaptan sonra çekilmiş her film kadar yetersiz kalıyor. Bu anlamda da Körlük’ün kitabını ciddi bir distopya olarak algılayıp altında mühim eleştiriler arıyorsak filmi sadece bir drama olarak ele almakta fayda var. Hepimizin malumu, edebiyatla sinemanın karşılaşmasında, edebiyat hep bir sıfır önde başlıyor.
Meirelles’in bu anlatıya yaptığı en büyük katkı, kitapta sadece birer ses kaydı olarak tarif edilen, karantinada rutin olarak okunulan bildirilerin filmde bir televizyon ekranına dönüştürülmesi. Görmeyenlerin dünyasında dahi bir iletişim aracı olarak televizyonların kullanılıyor olması, esasında Saramago’nun tarif etmeye çalıştığı gerçeğin eksik parçasını tamamlıyor. Meirelles bu anlamda, Saramago’nun “Körlük”te okuruna bıraktığı boş alanları bir Saramago anlatısına yarışır biçimde doldurup, izleyicisine sunuyor.
Saramago, 'Körlük'te hepimizin gözündeki, kendimizi görür sanırken aslında hiçbir şeyi göremediğimiz perdeyi tarif ediyor. Bu nedenle 'Körlük', insanlık kadar eski, insanlığın bitimi kadar sonsuz bir eser. Zamansız eserler arasında anmanın hiç de abes kaçmayacağı 'Körlük', büyük bir aradan sonra Kırmızı Kedi etiketiyle satışa çıktı. Işık Ergüden’in berrak çevirisiyle yeniden elimizde tutabildiğimiz kitap, birçok okurun hasretini dindirirken; kitaplıklardaki büyük bir boşluğu da doldurmuş oldu.