Öfkeliyiz, haklıyız, peki nasıl kazanacağız?

John Holloway'in 'Öfke Günleri - Paranın Hükümranlığına Karşı Öfke', İletişim Yayınları'ndan çıktı. Holloway, bu sefer bize paranın tüm yaşamımızda sürüp giden tahakkümünü nasıl aşındırabileceğimize dair patikalar açıyor.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Öfkeliyiz. Devamlı olarak görünmez kılınmaya, her türlü hak talebimizin karşılıksız kalmasına, onca adaletsizliğe, savaşlara, yaşam biçimimize karşı saldırılara ve daha nicesine… Sonuna kadar haklı olduğumuz bir öfke bu sadece yaşadığımız coğrafyada değil tüm dünyada yayılan bir dalga bahsettiğimiz. Peki, bu öfkeyi nasıl işlevsel kılabiliriz? Başka bir yaşama, başka bir dünyaya, başka bir akademiye, başka kentlere duyduğumuz arzunun gerçekliğe dönüşmesinde bu öfke nasıl işimize yarar? Öfkemizi nasıl tüm öfkelilerle ortaklaştırabiliriz? Öfke bize gerçek bir demokrasiye ulaşmada yol gösterici olabilir mi?

John Holloway’in 'Öfke Günleri ‘Paranın Hükümranlığına Karşı Öfke' adlı küçük metni bu sorulara cevap arıyor. Holloway, bu sefer bize paranın tüm yaşamımızda sürüp giden tahakkümünü nasıl aşındırabileceğimize dair patikalar açıyor. Öfkemizi nerelere yönlendirirsek sonuç alabiliriz konusunu tartışmaya açarak yapıyor bunu. Ve her zaman olduğu gibi coşkulu üslubuyla umudu diri tutarak, kendi gücümüzün farkına varmamızı, yukarıdakilerin nesnesi değil kendi yaşamlarımızın ve taleplerimizin öznesi olmamızın gerekliliğini hatırlatıyor.

YENİ BİR AŞAMA

Holloway öfkemizin haklılığından başlıyor söze ve dünyada öfkeyle yükselen hareketlere dikkat çekiyor. Meydanların, sokakların, işgal et hareketlerinin öfkesine. Kötü bir dünyaya, otoriter liderlere karşı yükselen bu öfkenin demokrasi ve temsil eleştirisine dönüşmesi, forumlarla başka bir boyut kazanması, mikrofonun halkın eline geçmesi düşünüre göre bilindik olanın reddedildiği yeni bir aşamada olduğumuzu gösteriyor. Çünkü artık dünyada “Bizim düşlerimiz sizin çuvalınıza sığmaz” diyen, “ Bu sağa karşı sol değil, yukarıdakilere karşı aşağıdakiler mevzusu” diyen farklı bir bakışla yola çıkmış belki de sınırları daha az kesinlikli bir ortaklığın öfkesi var. Tüm bunlar sermayenin kurduğu tahakküme açılan yarıklar, reddediş, güçlü bir hayır anlamına geliyor aynı zamanda. Bu bir savaş aşağıdakilerin yukarıdakilere karşı yeni başlayan savaşı.

ÜNİVERSİTELER

Holloway “işgal et” hareketlerinin çağrısına uyarak yani bulunduğumuz yeri işgal ederek bir şeyleri dönüştürebileceğimizi düşünüyor. Bunu söylerken üniversitelere yaptığı vurgu önemli bana kalırsa çünkü coğrafyamızda akademinin geldiği son noktayı düşünürsek belki küçük bir katkı sunar. Yazar üniversitelerin neo- liberal saldırının ilk hedefi olduğunu vurguluyor kâr ve piyasa mantığının hâkim kılınmaya çalışıldığı, harçların oldukça yükseldiği bir kurum elbette öfkenin de en çok yükseldiği yerlerden ki yazarın da hatırlattığı gibi Şili’de yaşananlar bu öfkenin en önemli göstergesi. Peki, bilimsel düşüncenin hâkim olduğu üniversiteler ne yapacak? Holloway bugün tek bir bilimsel soru olduğunu düşünüyor; “insanlığın paldır küldür kendi sonuna koşmasını nasıl engelleyebiliriz?” Yani üniversitelere düşen kendisini tüm yaşananların dışında tutmak yerine, tarafsızlık, nesnellik gibi söylemlerin ötesine geçmek belki de ve bu öfke üzerine düşünmeye yönelmek.

Öfke Günleri - Paranın Hükümranlığına Karşı Öfke, John Holloway, çev. Utku Özmakas, 86 syf, İletişim Yayınları, 2017. Öfke Günleri - Paranın Hükümranlığına Karşı Öfke, John Holloway, çev. Utku Özmakas, 86 syf, İletişim Yayınları, 2017.

Gerçeklik, kesinlik, pozitif akılcılık gibi bilimsel kavramların da sorgulanması gerekiyor elbette. Çünkü Holloway’in söylediği gibi akıl öfkenin anti-teziymiş gibi sunulur. Ve bu sunuş aslında aklı etkisizleştiren, sakinliği, makullüğü öneren bir yan içerir. Oysa öfke ya da çektirilen acı karşısında sakin olmak nasıl mümkün olabilir? Holloway böyle bir önerinin İspanya ve Yunanistan’daki öfkelilere şu cevabı vermek anlamına geleceğine söylüyor; “ Haydi paranın gerçekliğini tanıyalım ve para bütünlüğünü sürdürmesi için neyin gerekli olduğunu anlayalım; ardından da protestoların ne kadar akıldışı olduğunu anlarız.” Bunun üzerine düşünmek gerekiyor gerçekten de çünkü devamlı olarak öfke kontrolü öneren, haklıyken haksız duruma düşmekten dem vuran söylemlerle, marjinaller, aşırı uçlar gibi yakıştırmalarla sık sık karşılaşıyoruz. Mesela “Gezi’yi ilk üç gün destekledim” demekle aynı şey bu.

Gezi’de ortaya çıkan çatışmaları marjinalleştirerek aslında devletin ve polisin şiddetine karşı direnen eylemcileri makul olmadıkları, akıllı hareket etmedikleri için suçlamak, olayların asıl sebebini görmezden gelmek. Ayrıca burada şöyle sorular ortaya çıkıyor. Neden makul olması gerekenler biziz ki? Bizi yok sayan, her anlamda adaletsiz bir sistemde neden makul olması gerekenler bu haksızlığa isyan edenler? Bu tarafsız nesnel akıl Adorno ve Horkheimer’ın eleştirilerine mâruz kalan araçsal akıldan başka bir şey değildir; Marcuse’ün en ağır eleştiri oklarını yönelttiği pozitif ussallıktır diyor Holloway. Evet, öyledir ve rasyonelliğe sıkışıp kalmak, “delirmiş” bir dünyada akıllı ve makul olmaya davet etmek benim fikrimce yukarıdaki tüm güçlerle işbirliği yapmaktır. Oysa artık sıra bizde, bizim öfkemizde ve reddedişimizde.

HAYSİYETLİ ÖFKE

Elbette öfke tekil bir kavram değil ancak bizim öfkemiz Holloway’in tabiriyle “haysiyetli öfke” kendisine dayatılana karşı boyun eğmemeyi becerebilenlerin, reddedenlerin, aşağıdakilerin öfkesi. Belki burada Holloway’in “biz”den anladığını tekrar hatırlamak gerekiyor. Düşünüre göre “haysiyetli biz” olmak akıntıya karşı yüzmeyi bilmekten, olabildiğinden daha fazlası olabilmekten, sıradanın gücünden, reddetmeyi bilmekten, önce kendimiz hakkında konuşmaktan, devletler olmadan da eyleyebilmekten geçer. Holloway’in bahsettiği öfke bu “biz”e aittir. Yine Gezi’deki “biz” durumudur bu bence kendi bedenlerimizle haysiyetimize yapılan her türlü saldırıya karşı bizi nesneleştiren bir güç olmadan özneler olarak öfkemizi ortaya koymamızdır. Her türlü saldırı altında olan, yoksulluğu sonuna kadar yaşayan, haksızlığa, adaletsizliğe, uğramışların, hayır diyenlerin tepesi atanların öfkesidir bahsedilen.

ÖFKEYİ NEREYE YÖNLENDİRECEĞİZ?

Holloway öfkeden yola çıkıyor asıl derdi ise bahsettiğimiz biz’e ait “haysiyetli öfke”yi nereye yönlendireceğimiz. Çünkü öfkemizi kişiselleştirirsek mesela herhangi bir lideri veya kriz döneminde herhangi bir bankayı, patronu öfkemizin merkezine oturtursak asıl sorunları görememe riski ortaya çıkabilir. Yöneticiler, bankalar, patronlar sistemin bir parçasıdır ve birinin yerine diğerini koymak bizim sorunlarımızı çözmez. Günah keçisi yaratmak ve sorunları onda aramak Holloway’in deyişiyle düşünme ve müzakere etme tarzımızda büyük tahribata yol açabilir. Ki zaten öfkemizi yönelttiğimiz politikacılar talep ettiğimiz şeyleri karşılayacak güce sahip değillerdir olamazlar da, onlar sadece sistemin bir parçasıdırlar asıl kaygıları bizlerin memnuniyetinden çok sistemin memnuniyeti üzerine kuruludur. Bu nedenle Holloway’in şu önerisine kulak vermek gerekiyor, “protestomuzun sınırları açısından kişisel olan yeterli değil; tek tek bireylerin ötesine geçmek gerekiyor.”

PARANIN HÜKÜMRANLIĞI

Holloway öfkemizi yöneltmemiz gereken asıl noktanın paranın hükümranlığı olduğunu düşünüyor. Hayatın paranın tahakkümü altına girdiği, tüm toplumsal ilişkilerin para ile belirlendiği, paranın insani ilişkilerin temel noktası hâline geldiği bir dünyada bu konunun üzerinde çok durmadığımızdan bahsediyor. Bunun nedeni bir şekilde bizlerin paranın gerçekliğini tanımamız ve onun iktidarını kabul etmemiz ile ilgili. Para ile ilgili algımız sanki bu değişim aracı olmadan yaşamın mümkün olamayacağına kadar varıyor. Refah içerisinde yaşamayı mümkün kılan tek değer para oluyor bu durumda.

Dünyada ortaya çıkan direnişler içerisinde yaşadığımız hapishanelerin duvarlarını tek tek yıkabilir. Bir yeri işgal ettiğimizde örneğin o yerin duvarını yıkmış oluruz ancak bu yeterli değildir Holloway’in deyişiyle daha ileri gitmek gerekir ki son yıllarda ortaya çıkan direnişler bir şekilde gerçek düşmana yani paraya odaklanarak “makseyi düşürmeye” başlıyor. Çünkü düşünüre göre özel mülkiyet ve para sorgulanmadığı sürece duvarları tam olarak yıkmak zor.

PARANIN SALDIRISI

Paranın saldırısı altındayız. Kâr, piyasa, borsa, banka, hızlı daha hızlı üretim, ürettiğine yabancılaşma, artı değer para ile ilgili konuşurken üzerinde durduklarımız. Ancak paranın kendisinden söz etmiyoruz ve bu paranın gerçeklikle özdeşleşmesi anlamına geliyor ve bu nedenle paranın reddedilmesine dair yapılan çağrılar anlamsızmış gibi hissediyoruz. Buna karşı Holloway, paranın denetimi altındaki dünyayı sorgulamak, denetimi ele geçirmek ve bunun için de paranın gücü üzerine kafa yorup eyleyiş biçimlerimizi değiştirmemiz gerek diyor.

NE YAPACAĞIZ?

Yazara göre; toplumsal bağlarımızı paranın egemenliğinden kurtarmak için alternatif biçimler yaratmalıyız. Ve bunu bir müşterekleştirme hareketi olarak tahayyül etmeliyiz. Dostluk temelli ilişkilerimizin yerine para eksenli ilişkiler koyanlara engel olmak bu alternatif biçimler için önemli. Yeni bir uyum ve destek ilişkisi yaratmalıyız. Böyle bir müştereklik akıntıya karşı yüzmeyi gerektirir ve bizi parayı reddetmeyi aşan onun gücünde çatlaklar yaratan bir sonuca ulaştırır. Mesela Latin Amerika’daki yerli hareketleri gibi, Bolivya’da gerçekleşen büyük yerli yürüyüşü hükümetin ormanın ortasından yol geçirme planını alt üst etmişti. Bu paranın önemli olmadığı kendi yaşam biçiminin öne çıktığı bir direnişti.

Ayrıca başka türlü bir dünya isteyen öfkelilerin karşılıklı dayanışma ve yeni bir yaşam tarzı ortaya çıkarma konusunda bir arada kafa yormaları da önemli. Mesela, dünyadaki “işgal et” hareketlerinin, ekoloji topluluklarının karşılıklı ilişki ağları örerek ortaya çıkaracakları hareketler yaratmak başka bir çözüm olabilir. İnsanları müşterek desteklerin olduğu topluluklara yönledirmek yine önemli paranın hükümranlığına karşı direnme de. Kamusal meydanların işgali, takas ağları oluşturulması, elektrik, sağlık, eğitim, hizmetlerinde paranın hükümranlığına son vermek için birlikte direnilmesi ve daha ortaklaşabileceğimiz pek çok nokta. Tüm bunları başarmak bize para ile dayatılan tahakküme güçlü bir hayır demek olmaz mı?

NEDEN OLMASIN!

Holloway öfkemizi yönlendirebileceğimiz bir şeye paraya ve onun yaşamımızın belirleyici olmasına yönelik bir duruma dikkat çekiyor. Dünyadaki tüm öfkelilerin oluşturacağı yatay ağların bu konuda önemli olduğunu gösteriyor. Ve fikirlerini dünyadaki hareketlerden örneklerle destekliyor. Sermayenin devamlı onu çok sevdiğimizi, ondan bir şeyler talep etmemiz gerektiğini hatırlatan politikalarına karşı; “Hayır, sermaye bizler senin kriziniz. Robotlaşmayı reddedişimiz, senin dur durak bilmez saldırını bozacak bir taştır. Veda vaktin geldi; çünkü artık hayatlarımızı başka bir şekilde yaşayacağız, anlamlı bir dünya yaratmak istiyoruz” demeye çağırıyor bizi Holloway. Başarabilir miyiz? Neden olmasın!