İlber Ortaylı’nın performansı
Çok sevdiğim bir arkadaşım yazmamı istedi. Oysa yazarken canı çıkan bir adamım. Üstelik kimilerinin hayran kimilerinin kıl olduğu Ortaylı kim? diyerek soruyu bu hale sokan da benim. Ve şimdi bunun altından nasıl kalkacağımı bilemiyorum.
En iyisi önce Duvar’da yazayım, orası yuvam gibi oldu beni anlarlar dedim. Arkadaşım da şu yazdıklarımı görüp belki vazgeçer diye düşündüm. Hem küçük denememi burada okuyup acımasızca eleştirenler de olur belki –bir yazar için büyük nimettir. Yazamasam bile isabetli eleştirilerden bir şeyler öğrenmiş olurum. (Yazardaki narsizm örneği)
Nereden yaklaşacağım bu soruya? Ona nasıl bakacağımı belirlemem lazım. Yoksa nasıl bakarım yüzüne?
Ortaylı’ya tarihçi deyip geçmek diğer alanlara haksızlık etmek olur, keza bu ona da yakışmaz. O bir performans sanatçısı. Kıl olan azınlığın fark edemediği şey bu olmalı. Butler, literatüre cinsiyetin “performatif” olma özelliğini kattı. Performans kişinin kendinde içkin değildir, sosyal ortamlarda yaratılır dedi.
Sosyal medyanın bizlere öğrettiği şey ise yalnız cinsiyetin değil, bütün kendinde var olduğu sanılan, hemen her şeyin artık sosyal ortamlarda yaratıldığını göstermek oldu. Bunun maliyeti çok yüksek. O yüzden de insanlık tarihinde daha önce benzeri görülmeyen bir bezginliğe yol açtı. Kendi toplumlarımızdan tamamiyle koptuk.
Hepimiz tek bir toplumun, Byung-Chul Han’ın “Yorgunluk Toplumu” dediği amorf kalabalığın, üyesiyiz, gibisiyiz... Yorgunluk toplumunda kimse kimsenin ne kadar yorgun olduğuyla ilgilenmez. Ortaylı’nın ne kadar yorgun olduğu ise akla en son gelecek şeydir –en fazla yorgun olanlar aslında en az görülenlerdir.
Yaşı 100’e doğru giden; hayatı Kırım’dan Petersburg’a uzanan, oradan Volgagrad’a, Viyana’ya, İstanbul’a ve Ankara DTCF Rus Dili hocalığına uzanan ikisi ikiz üç erkek bir kız çocuk büyütmüş annesi Karaşaylar’dan Şefika Ortaylı’nın yorgunluğu anlaşılabilir mi? Ve şimdi; evin büyük çocuğu İlber’e, anne bunu hiç istemeyen bir mizaçla yaratılmış da olsa, onun verdiği yorgunluk kimsenin umurunda olabilir mi?
Tarihçiliği üstün bir deneme yazarı olarak icra eden Ortaylı’nın yaratılışı Haldun Taner’e benzer aslında; Bir çeşit Taner “huysuz”u diyeyim; öykücü Taner’in denemeci Ortaylı’sı. Behçet Çelik, Taner’in hikayelerinde “Bakış Akışkanlığı” var, o her zaman “Külfetsiz ve rahat” üsluptan yanadır diyor.
Hayatı da öyledir. Nursel Durusel “İstediği Şarkıyı Dinleyebilmek” diye özetlemiş Taner’i. Dediği doğru: Sabit duramaz, hayatın tadını nasıl çıkarıyorsa öyle yaşar öyle yazar.
Bu tip adamlar “külfetsiz ve rahat” üsluptan yanadırlar. Ortaylı da, bu anlamda anlattığı şey muhatabına ne ölçüde karmaşık gelirse gelsin rahat ve külfetsiz konuşup yazmaya devam eder. Sonuçta yaptığı şey bir kurgusal tasvirden ibarettir.
Hayranlarında yarattığı duygunun tasvirdeki bu rahatlık -o külfetsizliği ile birlikte- yaptığı her şeyi bir performansa dönüştürür. Az rastlanır bu özellik onun yeteneğiyle ilgili olmalı.
Şu da vardır Ortaylı’da, sistematik çalışanlara özenir. Disiplinden taviz vermeden üretmeyi bilenleri mutlaka takdir, teşvik ve taltif eder. Yaşına, okuluna, statüsüne bakmaz. Gençse elinden tutar, onun daha çok olmasını ister, ona kendini vakfeder. Çoğu kişi için zor bir kişiliktir, genç insanda o vakfı işletme yeteneği de olmalı.
Büyük vakıflardan mütenaim olanların mürtezika sınıfından olmaması gerekir. Ortaylı vakfı bir genci olması gereken yere ulaştıran bir kurum da olabilir sadece rızkını çıkardığı bir yer de.
Bir de Ortaylı’yı Bluckmur Thomas Mann’ı nasıl görüyorsa öyle görüyorum. “İsa kehanetlerde bulunarak yola çıkmış olsa da bir kâhinden fazlasıdır. Sanatçı ise, eserine atfedilecek en yüksek
niteliklerden biri kâhinlik olsa da hiçbir zaman bir kâhin değildir.” Büyülü Dağ’ın yazarı kâhin değildi ama kehanetleri vardı, Ortaylı gibi.
Performatif oluş biçimlerinde öngörülemeyen farklar tarihselliğimizde gizli. İlber Ortaylı’nın tarihselliğine yaklaşmanın bir yolunu bulmalıyım.
Sevgili arkadaşımdan biraz daha süre istiyorum. Olmazsa sonra başka bir yere yazmayı denerim.