Gerçekle masal arasında bir hikâye
Nihan Kaya'nın yeni kitabı "Kırgınlık" İthaki Yayınları etiketiyle yayımlandı. "Kırgınlık" gerçeğin içine kaçmış bir masal mı? Masaldan çıkan gerçek mi emin değilim...
İnsan içinde dolduramadığı bir boşluk taşıyor. Her insanın boşluğunu kendi yaşamıyla dolduramadıkları oluşturuyor. Hani hep bir bekleyiş içinde ya insan. Büyük şeyler umuyor hayattan. Neyi beklediğini unutup, başka bekleyişlere sarılıyor. Dolmayan eksiğini kapatmak için uğraşıp duruyor. Geçmeyen bir yaşanmamışlık hissi bu. Büyük hikâyelerin büyük kahramanı olmak istiyor. Öyküsü tam olsun istiyor. Herkesin hayatı roman. Herkes kendi gerçekliğinin peşinde, kafasındaki gerçeği yaşamayınca daha da gerçeğe sığınıyor. Hayalleri birer birer yok olurken o kendisini kesin gerçek bir nesne sanıyor.
İNSAN DERDİNİ ANLATAMIYOR
Anlatmak istiyor insan ama dilinin ucunda kalıveriyor. Yaşamak isterken ölüveriyor. Tutunmak isterken tuttuğu yerden kırılıyor. Görünmek, duyulmak istiyor. Bir köşede unutulmak istemiyor mesela, çoktan trenlerin terk ettiği bir istasyonda. Ama bir karabasanın içine hapsolup kalıyor, sesini çıkaramıyor, kâğıtlar birikiyor yaza yaza, ne ulaşması gereken yere ulaşıyor ne de ulaştırmak konusunda elinden bir şey geliyor. İnsan derdini anlatamıyor bazen insan kendi yaşamından istifa edemiyor.
DÜNYANIN VAHŞETİNE KARŞI ÇIPLAK
Bir masanın altında saklanıp kalmak istiyor örneğin bir küçük kız. Gizlenmek istiyor dünyanın vahşetinden, dehşetinden, şiddetinden. Ama masalar kaldırılıyor üzerinden dünyaya karşı savunmasız ve çıplak bırakılıyor. Usturuplu giyiniyor sonra ‘tam yuva kurulacak kadına’ dönüşüyor. Topuklu ayakkabıları ayağına vura vura görünüşlerde kaybola kaybola renksiz bir çiçeğe dönüşüyor. Farklı farklı kişilikler sarıyor bedenini. Kırılıyor, parça parça dağılıyor temas ettiği her göze. Kendisini kendisi de bilmez oluyor, kendi bedenini kendisi bile tanımıyor. Sadece bir isim kalıyor geriye ve o da zaten insanın ilk verili anlamı değil mi?
GEÇMİŞİN SESİ
Sessizlik istiyor insan, ama geçmişinde bir ses varsa zamanında duymazdan geldiği, efsunlu bir öykünün ortasında, gerçek mi değil mi belirsiz gürültülerin içerisinde buluveriyor kendisini. Bir kasabada tüm suların karardığı, uğursuzluğun her yere bir salgın gibi yayıldığı bir öykü bu. Masal desen masal değil, gerçek desen gerçekçilik diye tutturanların anlayışına uymaz. Oysa duysan zamanında o sesi masallar karanlık sularda geçmeyecek belki, ama insan duymuyor duyması gerekeni zamanında. Sonra ömür boyu kurtulamıyor arkasında bıraktığı seslerden, kulağında bir çınlama, içinde bir korku ve geride eksik bir yaşam.
'ŞENLİK BACI'
“Şenlik Bacı” mesela bir kitapta hikâyenin kahramanı dışı öyle şenlikli ki tam bir karnaval yeri. Üst üste giyiniyormuş her renkten bir şeyler taşıyormuş bedeninde. Ama içi karanlıkmış. Çünkü kayıpmış bembeyaz kızı. İşte onun sesi de duyulmayan seslerden. Oysa adı “Şenlik Bacı” adının çağrıştırdığı ile hikâyesinin yolumuzu çıkardığı masal tam bir tezat. Direngen bir kadın o. İrice diğerlerinden. Ama kayıp kızı, sesi kayıp, bedeni kayıp. Ve onun dışının şenliği içinde çoktan ölmüş o da kayıp. Masal mı bu şimdi yoksa gerçek mi? İçine gerçek katılmış bir masal belki. Kim bilir?
VARLIĞI BAŞKASINI İNCİTENLER
Varlığınızın hiç başkalarını incittiğini düşündünüz mü? Neden hep hafif olmak ister bir beden mesela hiç aklınızdan geçti mi? Dünyadaki tüm olayların sorumlusu bir günah keçisi olmak ne demek bilir misiniz? Kendisi için belirlenmiş işleri yapmaktan içleri ölmüş kadınların, en güzel beyaz bluzlarını giyip ağzına tetiği çekivermesine dair bir şeyler okudunuz mu hiç. Kendini bir leke gibi hissetmek nedir bilir misiniz? Sanki dünyanın tüm “kirini” üzerinde taşıyormuş gibi hisseden bir bedenle karşılaştınız mı?
Dünyada üşümenin anlamını da bilmezsiniz şimdi. Ben biliyorum bir kitapta okudum. Bir kadın bedeniydi öyle sandığınız gibi üzerinize daha kalın bir şeyler giyince geçivermeyen bir üşümeydi. Dünyada üşümekti bu belki de ait hissetmemekle de ilgiliydi. Bunu anlatmak için kullanılan bir söz oyunu da olabilir. Okudum, okuyunca üşüdüm, üşüdükçe duydum.
PETUNYA
Yaşlı bir insanla tanıştım. Yaşamak için bir petunyayı sebep yapmış. Çocukların topları camdan girip zarar verecek diye, mahalledeki topları toplayıp bir bir kesmiş. Her gün çarşaflarını değiştirip yıkatmış astırmış salonun ortasına, devamlı konuşup duran evin hizmetkârına. Maksat petunyalar nem seviyor. Ziraat mühendisi olan torunu sıradan bir bitki muamelesi yapınca petunyaya ona bile emanet edememiş çiçeğini. Petunyayı emanet edecek birini bulursa ölmeyi düşünüyor. Ama yok işte petunyayı emanet edecek birisi, ne yapsın yaşanacak mecbur, petunya bahanesiyle.
EJDERHALAR MAVİ OLABİLİR
Sonra bir roman yazarı ejderhaların mavi olduğunu iddia ediyor. Kitapta okudum. Katıldım bu fikre bana göre de bir ejderha mavi olabilir kırmızı da. Ejderhaların hikâyesinde renkler değişebilir. İnsanların hikâyesinde de. İnsanın gerçekliği ile kurgulanmış, biçimlenmiş, belirlenmiş insanın gerçekliği bir değil ki hem. İnsan gerçek olmak istiyor doğrudur, hakkıdır da belki ama kabul edilmeli ki kendisi ne gerçek ne de tam. İnsan eksik, insan kusurlu bu nedenle öyküsü de eksik. Hem gerçeklik kesin bir şey mi ki de ejderhalar illa ki yeşil oluyor. İşte insan ve dünya için de bu böyle, bu senin hikâyen ve bu da senin kadar gerçek. Sen buna masal da diyebilirsin. Sen bilirsin.
'KIRGINLIK'
Tüm bunlardan neden bahsediyorum. Aslında her zaman olduğu gibi bir kitaptan bahsetmeye çalışıyorum. Ama bazı kitaplar kendi kendisinden bahsedebiliyor. Kalem ya da klavye hangisini kullanıyorsanız. Bir kitap size kendi hikâyesini yazdırabiliyor. Teknik kısma esir olmadan, amaç gütmeden, anlatmaya çabalamadan, ne yazıyorum diye sorgulamadan, bütünlüğü kaybediyorum endişesi duymadan kalemin klavyenin yolundan gidiveriyorsunuz.
Bir kitaptan bahsediyorum evet, Nihan Kaya’nın “Kırgınlık” adlı anlatısından. Parça parça bahsediyorum. Gerçeğin içine kaçmış bir masal mı? Masaldan çıkan gerçek mi emin değilim. Büyülü mü yoksa normal mi anlatılan hiçbir fikrim yok. Anlatılanın hikâyesini duyuyorum sadece.
İnsanın: “Şenlik Bacı”nın, bir tren garında unutulmuş on dokuz yaşında Osman Ali’nin, bir okul binasına hapsedilmiş çocuğun, varlığı dünyayı inciten kadınların, Michèle’in; kararan suların, eksik kalanın, dile gelmeyenin, öyküsünün anlatıldığının farkında bile olmayanın, seslinin, sessizin. Bir kitabın hikâyesinden çıkan hikâyeyi anlatmaya çalışıyorum kısacası, hepsi bu.