Acıların direkten dönmediği bir şair: Akif Kurtuluş

Şair olarak okurla arasındaki engelden kurtulmuş, mesafeyi kapatmış isimlerden biridir Akif Kurtuluş. Bunu ilk kitabı “Yalan Şiirler”le, hatta yayımlanan ilk şiiriyle gerçekleştirdiğini de söyleyebiliriz. Onun yeni olarak ne yapsa okurunu, giderek takipçilerini sevindirmesini, heyecanlandırmasını galiba böyle açıklamak mümkün...

Google Haberlere Abone ol

Şiir çevreleri, şiir okurları, bu daireyi daha da genişleterek söylersek okurlar, bazı şairleri ve yapıtlarını daha hızlı benimserler. Ancak biliyoruz ki okurla şair arasında, olağan olarak her zaman aşılması gereken bir engel, bir mesafe bulunur. O engel veya mesafe de elbette ki şiirdir.

Okurlar, şairin dil engelini aşabilirse, şiiri okuyabilir, şair de şiiri şiir olarak “gerçekleştirebilmişse”, yani ortaya bir şiir çıkarabilmişse engel kalkar, mesafe kapanır. Ancak böyle durumlarda şairin okura gerçek anlamda ulaşması, aynı şekilde okurun da şairini yapıtlarıyla birlikte ‘özümseyip sevmesi’ zamana kalmaksızın, daha ilk buluşmada, ilk şiirde, ilk kitapta gerçekleşir. İlk bakışta aşk gibi de diyebiliriz! Bunun, şairle okur arasında gerçekleşen bu tarzdaki ilişkinin irdelenmeye, üzerinde ayrıntılı biçimde durulmaya, enine boyuna konuşulmaya değer bir konu olarak göründüğünü de kaydedelim.

Şair olarak okurla arasındaki engelden kurtulmuş, mesafeyi kapatmış isimlerden biridir Akif Kurtuluş. Bunu ilk kitabı “Yalan Şiirler”le, hatta yayımlanan ilk şiiriyle gerçekleştirdiğini de söyleyebiliriz. Onun yeni olarak ne yapsa okurunu, giderek takipçilerini sevindirmesini, heyecanlandırmasını galiba böyle açıklamak mümkün. Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki okurun sevdiği, benimsediği şairin yeni bir şiiriyle, kitabıyla buluşmasından dolayı sevinmesinde, heyecanlanmasında elbette bir tuhaflık yoktur. Öte yandan “kalanlar” kadar “gidenler”in de bileceği bir gerçek olarak ekleyelim; Akif Kurtuluş okurunu ‘mutlu’ eden şiirler yazmadı, yazmıyor.

İroninin dozunu arttırdığı şiirlerde bile okurun yüzünden başlayarak tüm bilincini saracak biçimde dizelerden acı bir tebessüm yayılır. Evet onda ironi okurun bilincine yöneliktir. Daha önce yayımlanan dört kitabında ve onları tümleyen beşinci kitabında da yoktu mutluluk. Bu yazının nedeni olan son kitabında da durum değişmemiş. “Auschwitz’den sonra artık şiir yazılamaz” demişti Adorno.

Öyle anlaşılıyor ki Akif Kurtuluş, Adorno’nun bu sözünü baş ucuna asmış. Çünkü şiirlerden; Sivas’tan, Suruç’tan, 10 Ekim Ankara Garı’ndaki katliamdan sonra, dahası bir katliam ve kıyım ülkesine dönüşen bu coğrafyada şiir yazmanın ağırlığının eziciliği yansıyor. Bu duygu aslında daha kitabın “Hayat, Saat Farkıyla” olan adından başlıyor diyebiliriz.

Akif Kurtuluş on iki yıl sonra gelen kitabında topladığı yeni şiirleriyle adeta okurunu sarsmayı hedeflemiş. Akif Kurtuluş okurunu mutlu eden şiirler yazmadı demiştim. Son kitabı da öyle. Bir kez daha görüyoruz ki onun dilinde pembe yalanlar, tatlı rüyalar yok. “Şair sözü yalandır” gibi bir oyunla hiç işi yok. Ama aslında bunda şaşıracak bir şey de yok. Çünkü Kurtuluş, hayatında ne varsa onu yazıyor.

Akif Kurtuluş

“Hayat, Saat Farkıyla” dört ana başlıkta yer alan şiirlerden oluşuyor. Kitabın “Yas Suları” başlığını taşıyan ilk bölümündeki “Kapan” adlı şiirin ilk betiğini okuyalım:

Zaman neremi kesip biçtiyse

Yokluğun benden ne götürdüyse

Kalan birkaç parçamla vurdum kıyına

Şairin hayata, dünyaya karşı duyarlılığı birçok soru ve sorunla da meşgul olmasını getiriyor doğal olarak. Akif Kurtuluş da yaşantısının kapsama alanında yer alan ne varsa sorguluyor. Yetmiyor tüm boyutlarıyla yaşamı, yaşantıyı sorguluyor, ama bir o kadar da kendisini sorguluyor. Canını yaka yaka yazdığı dizeler sadece bir acıyı yansıtmıyor. Bütün bunlar bu yaşadıklarımız nasıl olur da sizin de canınızı yakmaz diye sorguluyor. Şu dizeler de “Kapan” başlıklı şiirden:

bu kıyıcı sessizlik

nasıl yontmuş ki taşı

düşmüş isminden bir harf

aldım onu dövme yaptım bileğime

Şairin hedefi sorgulamaya okurun da kendini sorgulayarak katılması olarak görünüyor. Ancak bu gerçekleşirse şiirlerle istenilen yakınlık kurulabilir. Ama galiba Akif Kurtuluş bir tek bunu sorun etmiyor. Yani şair, okuru şiirine, şiirin sözüne, duygusuna, düşüncesine kayıtsız kalmasını imkânsız bırakan soru ve sorunlarla adeta didişiyor. Şu dizeler “Eksik” başlıklı şiirden:

kim temizler ruhumdaki lekeyi

inkârımı yüzüme vurabilecek biri belki

Akif Kurtuluş gitgide zulme ya da kendi deyişiyle “kapan”a dönüşen hayatta yalnızca kendi başına gelenlerle ya da maruz kaldığı acılarla ilgili değil. “Kader” başlıklı şiirin ilk dörtlüğünde de bu karakteristik tavır görülüyor:

bazı çocukların kaderini

yakılan babaları yazarmış

zeynep’in yarasındaki külü

eren’in alnındaki mührü

İşte hayat, işte dünya! Bu kapanda, bu hayatla ölüm arasında ayraç gibi olunan durumda insanın insana tutunmaktan, insanın insan olarak kalmak için birbirine emanet edilmesinden başka sığınak var mı? Kurtuluş bu sorunun yanıtını aynı zamanda neden buna mecbur olduğumuzu da dile getirerek kanıksayalım istiyor. “Emanet” başlıklı şiirdeki şu dörtlükte olduğu gibi:

göz göze gelebilseydik

sahiplenecektik birbirimizi

birimiz diğerinde

kendini bulacaktı sanki

Hayat, Saat Farkıyla / Akif Kurtuluş / Can Yayınları

Varlık ve varoluş olarak insanı pelteleştirici şu hayat kurgusuna karşı çıkarken etik değerlere sımsıkı tutunmaktan daha iyi seçeneğimiz yok. “Hayat, Saat Farkıyla” bu yönüyle de önemli bir kitap ve şairini, etikçi olduğunu söyleyen Ece Ayhan’ın sözünü ettiği anlamda etikçi olarak tanımlayabiliriz. Öyle ki şiirler etik değerler kılavuzu gibi de okunabilir. Bununla birlikte bir tek sözcükte bile otoriter, buyurgan ya da didaktik bir tınlama söz konusu değil. Okur nasılsa şiirin tamamını kitapta bulup okur. Ben buraya sözümü desteklemek için yalnızca şu dizeleri almak istiyorum:

beni, göl gibi oyup koymuşlar buraya

düşün beni bu şirretlik yarışından

utanırım bundan böyle tek laf etmeye

Akif Kurtuluş’un ilk kitabının adı “Yalan Şiirler”di, yayımlanan bu son kitabının adı “ağır şiirler” de olabilirmiş. Şairin de değil, şiirlerin okura yüklediği o ağırlık, öncelikle erdemli olma ve davranmanın ağırlığından başka bir şey değil. O nedenle şiirleri okurken bir esneme, gevşeme, duygu boşalması yaşanmıyor. Aksine şiirler okurunu varlığa ve varoluşa temelden bağlı bir sorumlulukla, yüklenmekten kaçınamayacak biçimde karşı karşıya getiriyor. Kuyu başlıklı şiirden:

yaşıyorsak zaten bildiğin gibi

her gün biraz daha borçlanarak

birbirimizin cinnetine

“Sevgim acıyor / Kimi sevsem / Kim beni sevse ” diyor ya Turgut Uyar. Akif Kurtuluş da yeni kitabında yer alan şiirlerde ayrıca, buraya kadar dile getirdiklerimizi tamamlayacak biçimde şunları söylüyor: Yaslı olana, acı çekene, haksızlığa uğrayana, ötekileştirilene, eşitliğin bozulmasından mağdur olana, zulme uğrayana hiç değilse saygımız olsun. Onun için diyor ki şair:

biri kırıldığını bilmiyor

diğeri yırtıldığını

Bizi sonuna kadar mutsuz eden hayatın bir biçimde kapıldığımız cenderesinden sanki başka bir hayat yaşanıyormuş gibi davranarak, ikiyüzlülükle, hakikati inkârla, yüzleşmekten kaçınmakla, dahası bir yanılsamaya teslim olarak çıkamayacağımız açık. Öte yandan hazza, şehvete gereksinimiz olduğundan daha çok muhtacız utanma duygusuna. Şu dizeler “Alfabe” başlıklı şiirden:

dilim zaten dönmüyordu hazza

iyice dolansın elime ayağıma azap da

Akif Kurtuluş’un son şiirlerinin temel sorunuyla birlikte neyi, neden sorguladığının yanıtı da bu minvalde aslında.

“Hayat, Saat Farkıyla”daki izleğin, temanın, imgelerin şiirler okunurken canı yanan, canı sıkılan, sarsılan, kırılan, yırtılan, dağılan bir okur yarattığını da söylemek gerek. O nedenle kitabın adı “ağır şiirler” de olabilirdi diyoruz.

sırrı taşımaktan

daha beter bir şey var

altında kalmak sırrın

Şair son söz olarak bizde her şey yazıldığı gibi okunuyor der zor oyunu bozar… Benim buna ekleyeceğim; elde var ölümün oyunu, eksi saat farkı, eşittir hayat, çarpı artık onun araya bu kadar imge, bu kadar dize girdikten sonra eskisi gibi devam etmesi pek mümkün değil demek olabilir…

YENİ ÇIKAN KİTAPLAR

Büyü'sün, Yaz! / Hilmi Yavuz / YKY

Cemal Süreya’nın “Dil beğenisi en yüksek şairlerimizden biri” dediği ve son olarak 2014’te toplu şiirlerini bir araya getiren “Büyü’sün Yaz” kitabı yayımlanan Hilmi Yavuz’dan yeni kitap. Yapı Kredi Yayınları Hilmi Yavuz’un “Lanet Şiirleri” adını taşıyan kitabını yayımlandı. Hilmi Yavuz kitabının yayımlanmasını sosyal medya hesabı Facebook’tan “Yeni şiir kitabım, ‘Lânet Şiirleri’ yayınlanıyor. 81 yaşındayım ve bahtiyarım” sözleriyle duyurdu.

Ece Ayhan’ın belediye şairi tanımı tarihe yazılan Hilmi Yavuz’un bugüne kadar yayımlanan şiir kitapları şunlar:

Bakış Kuşu (1969), Bedreddin Üzerine Şiirler (1975), Doğu Şiirleri (1977), Yaz Şiirleri (1981), Gizemli Şiirler (1984), Zaman Şiirleri (1987), Söylen Şiirleri (1989), Ayna Şiirleri (1992), Hüzün ki En Çok Yakışandır Bize (1989, toplu şiirler), Gülün Ustası Yoktur (1993, toplu şiirler 1), Erguvan Şiirler (1993, toplu şiirler 2), Çöl Şiirleri (1996), Akşam Şiirleri (1998), Yolculuk şiirleri (2001), Hurufi şiirler (2004), Büyü'sün Yaz (2006), Küller ve Zaman Kayboluş Şiirleri (2007), Yara Şiirleri (2012), Büyü’sün Yaz (2014 toplu şiirler).

BU AYIN DERGİLERİ…

Üç ayda bir yayımlanan Hayâl dergisinin ekim kasım aralık 2017 tarihli sayısı çıktı. Derginin son sayısında şiirleriyle şu isimler yer alıyor: Veysel Çolak, Seval Karadeniz, Müslüm Çizmeci. Süreyya Filiz, Dilek Özkan, Özgün Ergen, Taner Cindoruk, Ali Ata Dilek, Nafia Akdeniz ve Coşkun Tugay Göksu.

UNUTULMAZ DİZELER

İlk kitabı 1959’da yayımlanan ve İkinci Yeni dalgasının yaşayan şairlerinden Ülkü Tamer’in “Düello” başlıklı şiirinin tamamı, şiir tarihinin unutulmazlarındandır. O şiirden unutulmaz iki dize:

Yenilirsem yenilirim, ne çıkar yenilmekten?

Seninle çarpışmak kişiliğimi pekiştirir benim.