Virginia Woolf ve ‘evdeki meleği’ öldürmek

Woolf’un “Benlik Üzerine Denemeler” adıyla bir araya getirilen metinlerinde, benlik konusuna döneminin çok ötesinde yaklaştığını, çağının yazarlarını biçime uyma kaygısıyla ne kendi hakikatlerine ne de karakterlerin hakikatlerine yakın anlatılar ortaya koyamadıkları için eleştirdiğini görüyoruz. Ayrıca metinde Woolf’un kendi yazarlık sürecinde de bu kaygıyı taşıdığına ve üzerinde dolanan “hayaletlerle” nasıl mücadele ettiğine tanıklık ediyoruz. Anladığım kadarıyla Woolf, bir yazar olarak şimdiye önem veriyor ve bunu bir şekilde yazarın kendi şimdisiyle kesiştirmeye gayret ediyor.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - “Benlik” meselesi pek çok disiplinin tartışma alanına giren bir konu. Benlik kelime olarak öznel bir durumu, kişinin kendisine dair olanı çağrıştırsa da onun konumunu belirleyen pek çok toplumsal sebep var. Günlük yaşamdaki karşılaşmalar, başka ile olan ilişki ve daha pek çok hâl bireyin benliğini etkileyebiliyor. Öznenin her anlamda kurulduğu ve hâttâ öznenin ölümünün ilan edildiği bir dünyada benlik konusu tartışılmaya devam edilecek gibi de görünüyor. Sosyalleşme biçimlerinin değişimi, benliğin “idealize” edilerek bir sunum nesnesine dönüşmesi ise günümüzde bu konuyu ayrı bir noktaya taşıyor. Gözetim kültürünün bu denli belirleyici olduğu bir çağda bireyin benliğinin de bir şekilde formlara dönüşmesi kaçınılmaz bir durum belki de. Bu nedenle, günümüz bireyi için kişiye has bir “benlik”ten çok parçalanmış bir benlik hâlinden de söz edebiliriz.

HÂLÂ DEVRİMCİ NİTELİKTE

Virginia Woolf’un Ayrıntı Yayınları tarafından basılan “Benlik Üzerine Denemeler” kitabını okurken, yukarıda da bahsettiğimiz gibi günümüzde de farklı boyutlarıyla hâlâ tartışılan bir konuya, döneminin çok ötesinde yaklaştığına tanık olmak beni epey heyecanlandırdı. Belki Woolf benlik sunumlarından bahsetmiyordu ancak “benlik” dediğimiz bu özneye has durumun tek bir gerçekliği olamayacağını, biçimlerle, kesinliklerle tasvir edilen bir benliğin edebiyat metinleri içinde yer bulmasından duyduğu sıkıntıyı dile getiriyordu. Ayrıca Woolf, yazarın şimdisini önemsiyor, geleneğe takılıp kalan, aynı biçimle, aynı üslupla yazılmış metinlere karşı, yazarın ve karakterin benliğini öne çıkaran metinler yazmayı savunuyordu.

Virginia Woolf

Toplumsal gözetimin bir şekilde bireyin “benliğine” ayak bağı olduğunu ısrarla vurgulayarak, öznenin oluşumunda toplumun rolünü es geçmiyor, bu durumu bazen öfkeli bazen de alaycı denilebilecek bir dil ile eleştiriyordu. Bu nedenle sunuş kısmında, Joanna Kavenna’nın sözlerine katılmak gerektiğini düşünüyorum: “Woolf’un (ve sayısız diğerleri arasında Lawrence’ın, Nietzsche’nin, Whitman’ın) mutlakların var olmadığına ve sonlu varlığın alışılmadık keşifleri ve dışavurumları haricinde hiçbir şeyin kutsal olmadığına dair felsefesi, dünyanın birçok yerinde bireylerin güya kesin bir gerçeklik fikrine razı olmadıklarına karar kılındığı için baskı ve işkence gördüğü ve ölüme maruz kaldığı günümüzde hâlâ devrimci niteliktedir.”

MODERN KURMACA

Woolf “Modern Kurmaca” adlı denemesinde döneminin romancılarını eleştiriyor çünkü o bu eserlerin sadece “eskinin geliştirilmiş hâli” olduğunu düşünüyor. Anladığım kadarıyla bundan kastı biçim kaygısıyla geleneğe bağlı kalarak birbirine benzeyen ürünler ortaya koymaları. Çünkü ona göre, döneminin yazarları: Bedensel biçimlerle uğraşarak ruhtan yoksun anlatılar ortaya çıkarıyorlar. Karakterin benliğinden çok çevresine, yaşadığı mekâna odaklanarak, öznesiz, süslü denilebilecek kadar ayrıntıya ve betimlemeye bulanmış anlatılar ortaya koyuyorlar.

Woolf’un eleştirisi dönemin metinlerinin yaşama olabildiğince benzetme çabasıyla, belki de “aşırı gerçeklik” diyebileceğimiz bir duruma hapsedilmesine anladığım kadarıyla. Ona göre bu durum yazarın kısıtlanması, bir tirana boyun eğmesi ve zorbaya itaat edilmesi anlamına geliyor. Sayfalar bu âdetlerle dolarken insan bir anda şüpheye düşüyor ve isyan duyuyor diyor Woolf ve soruyor “Hayat Böyle midir? Romanlar böyle mi olmalıdır.”

Woolf, yazarın kendi içine bakmasını önemsiyor; verili, biçimlenmiş bir hakikatten değil de kişinin öznel hakikatinden bahsetmenin gerekliliğine inanıyor benim fikrimce. Çünkü edebiyat metinleri verili biçimlerle oluşturulmuş ürünlere dönüştükçe, bireyin benliğinden uzaklaşıyor karakter bir özne olmaktan çok mesela bir köşk içerisinde yer alan herhangi bir nesneye dönüşüyor. Woolf bu denemenin sonunda bence konuya dair fikrini özetleyen, oldukça önemli bir şey söylüyor; “ kurmacanın tam doğru öz ve esasları” diye bir şey yoktur.

KURMACA KARAKTER

Benlik Üzerine Denemeler, Virginia Woolf, çev: Esra Çakıruylası, 144 syf. Ayrıntı Yayınları.

Woolf “Kurmaca Karakter” adlı denemesinde bu sefer karakterler üzerinden getiriyor eleştirisini. “Bir karakterde siz başka bir şey görürsünüz ben başka bir şey görürüm. Siz şunun şu anlama geldiğini söylersiniz, ben bu anlama geldiğini söylerim.” Diyerek de aslında aynı karaktere her yazarın farklı anlamlar yükleyebileceğine işaret ediyor. Çünkü benim fikrimce de her yazarın kendi kişisel geçmişi, kültürlendiği çevre, karakter yaratma sürecini etkiler.

Ancak Woolf’un da belirttiği gibi gerçekçiliği sağlamak için onun deyimiyle “angaryalar” arasında kalmış karakterler hem yazarın metninin öznesi olamamasına hem de karakterlerin anlatının nesnesi olmasına sebep oluyor. Çünkü döneminin yazarları karakterlerinin gerçekliğini “kanıtlamak” için onun bulunduğu mekânı ve çevresini ayrıntılı bir şekilde betimlemeye çalışıyorlar ve bu ayrıntılı tasvir karakteri kaybediyor.

Böylece Woolf, karakteri bir planın içerisine yerleştirmezseniz, örneğin bir evden çok onun içerisinde yaşayana odaklanırsanız, karakteri tekil herkes için geçerli bir şekilde kurgulamazsanız, belki de onun sürprizlerle dolu benliğine de ulaşabilirsiniz demeye çalışıyor benim fikrimce.

ÖZNE OLARAK OKUR VE ŞAİR

“Benlik Üzerine Denemeler” kitabında yer alan metinlerin hepsi bir şekilde Woolf’un benlik meselesine bakışıyla ilişkilenen yanlar barındırıyor. “Genç Bir Şaire Mektup” (dönemin gen şairlerinden John Laehhman’a yazılmış) adlı metinde John Laehhman’a öznel benliğini ortaya koymasını öneriyor Woolf. Bu benlik, “geceleri perdeleri çekilmiş odada oturan bir kendidir.” Bahsedilen kendilikte şair, yazacaklarının öznesidir ve yapılması gereken benliğiyle yaşam arasında bir ilişki kurmaktır.

Yine “Kitap Nasıl Okunmalı” adlı denemede yazar, okura kitaplara dair eleştirileri görmezden gelmemesini söylüyor ancak şöyle bir şartı var; “o eleştirilere ancak kendi okumamız sırasında dürüstçe ve içtenlikle oluşturulmuş soru ve önerilerle gelebilirsek bize yardımcı olabilirler.

Kendimizi onların otoritesine, çobanlığına bırakıp tıpkı çalılık gölgesindeki koyunlar gibi yan gelip yatarsak bizim için hiçbir şey yapamazlar. Onların hükmünü ancak kendimizinkiyle çatışıp da onu mağlup ettiği vakit anlayabiliriz.” Woolf’un kitap okuma konusunda da yine bireyin öznel fikrini öne çıkardığını görüyoruz. Eleştirmenleri yok saymaktansa veya otorite kabul etmektense kendi okumalarımızla onların ortaya koyduğu soruları çarpıştırmamız gerektiğine işaret ediyor.

EVDEKİ MELEK

Woolf’un hem kendi dönemindeki kadınların sorunlarına hem de kendi yazarlığına dair oldukça ilginç bilgiler veren “Kadınlar İçin Meslekler” adlı metinden de bahsetmek gerek. Woolf’un kitap eleştirileri yazmaya başladığında, yazarken kendisiyle kâğıt arasına girdiğini söylediği ve bir şiirden esinle adlandırdığı “evdeki melek” oldukça ilginç bir simge bana kalırsa. Çünkü Woolf’un “evdeki melek”ten kastı kendisinden verili kadınlık rolleri ile hareket etmesini isteyen bir iç ses ve bu melek dönemin kadınını ve ona toplumun bakışını da temsil ediyor. Kendine ait aklının ve düşüncelerinin olduğunu, yazılarını duyuracağın dış dünyaya, hissettirmemen için yol gösteren bir melek bu. Woolf kendisinin deyimiyle “boğazından yakalayıp” onu öldürmek için elinden geleni yapıyor.

Ve böylece sahtelikten kurtularak, kendisi olmaya odaklanıyor. Anladığım kadarıyla Woolf’un yazarlığının belirleyici anlarından birisini “meleği öldürmek” olarak tanımladığı bu kısım oluşturuyor. Onun dert ettiği bir diğer durum ise bir kadın yazar olarak bedeninden ve bedenine dair deneyimlerinden söz etmenin zorluğu. Bunu hâlâ aşamadığından bir kadının bunu aşmak için pek çok hayaletle mücadele etmesi gerektiğinden bahsediyor Woolf. Ve bugünden bakınca benzer zorluklarla karşılaşmadığımızı söyleyemeyiz. Oysa bir insanın kendiliğine dair en önemli şey değil midir bedeni?

'BEN BATAKLIĞIN ÜZERİNDEN BEN BENİM DİYEREK YÜRÜYORUM'

Woolf’un “Benlik Üzerine Denemeler” adıyla bir araya getirilen metinlerinde, benlik konusuna döneminin çok ötesinde yaklaştığını, çağının yazarlarını biçime uyma kaygısıyla ne kendi hakikatlerine ne de karakterlerin hakikatlerine yakın anlatılar ortaya koyamadıkları için eleştirdiğini görüyoruz. Ayrıca metinde Woolf’un kendi yazarlık sürecinde de bu kaygıyı taşıdığına ve üzerinde dolanan “hayaletlerle” nasıl mücadele ettiğine tanıklık ediyoruz. Anladığım kadarıyla Woolf, bir yazar olarak şimdiye önem veriyor ve bunu bir şekilde yazarın kendi şimdisiyle kesiştirmeye gayret ediyor.

Tüm bunların sonunda Woolf’un “benlik” hakkındaki fikrini özetle anlamak açısından, “Bir Yazarın Güncesi’nden” adlı metnin şu cümleleri bize yardımcı olabilir sanıyorum: “Ben bataklığın üzerinden ben benim diyerek yürüyorum; yapmam gereken o izi takip etmek, bir başkasını kopyalamak değil. Yazmamın da, Yaşamamın da tek gerekçesi budur.”