Balık boğulduğunda...
Bora Abdo'nun ilk romanı Balık Boğulması - Beni Unutma Dörtlemesi 2, Doğan Kitap etiketiyle okuyucu ile buluştu. Abdo, karakterlerinin ruh hallerine dünyada bir varlık olmanın sıkıntısını öyle iyi işlemiş ki siz de o duyguya bürünüp metnin içerisinde kayboluyorsunuz. Abdo’nun metninin karanlık atmosferi üzerinize kara bulutlar gibi çökerken, hissettiğiniz şey sonuna kadar “hiçlik”.
DUVAR - E. M. Cioran “Doğmuş Olmanın Sakıncası Üstüne” adlı metninde şöyle der: “Dünyaya geldiğimden beri bu -den beri bana öyle korkunç bir anlamda yüklü görünüyor ki, katlanılmaz oluyor.” Dünyada olduğunu ve bunun katlanılmazlığını böyle vurguluyor düşünür ve dünyanın anlamının sadece korkunçluk olduğunu hissettiriyor aynı zamanda. Dünyada bir varlık olmak çoğu zaman olumlanamayacak bir his bırakıyor üzerimizde ve yaşamak yüke dönüşüyor. Bunun bizi devamlı hiçliğe sürüklemesi de normal aslına bakarsanız. Bu nedenle zaten Cioran gibi düşünürler doğmuş olmayı sıkıntılı bir durum gibi görüyorken, ölüme yaklaşmayı bir anlamda dünyadaki esaretten “zincirden kurtulmak” olarak tanımlarlar. Ki dünyadaki varlığımız anlamsızlaştığında, onca şey olup biterken hiçbir şey yapamamanın getirdiği çaresizlikle bu hissiyatı çoğu zaman taşırız.
'BENİ UNUTMA DÖRTLEMESİ' ve 'BALIK BOĞULMASI'
Cioran’dan yola çıkarak bahsetmeye çalıştığım duygu durumunu Bora Abdo’nun “Beni Unutma Dörtlemesi”nin ikinci kitabı olan, “Balık Boğulması”nda oldukça hissettiğimi söyleyebilirim. Yazar karakterlerinin ruh hallerine dünyada bir varlık olmanın sıkıntısını öyle iyi işlemiş ki siz de o duyguya bürünüp metnin içerisinde kayboluyorsunuz. Abdo’nun metninin karanlık atmosferi üzerinize kara bulutlar gibi çökerken, hissettiğiniz şey sonuna kadar “hiçlik". Buna bir de yazarın yoğun anlatısı ve dili eklenince oldukça etkileyici bir romanın içerisinde buluveriyorsunuz kendinizi. Bora Abdo, -okurları için çok yeni bir durum olmasa da- metninin etkisini üzerinize bir palto gibi taşımanıza, karakterlerin psikolojisini ruhunuzda hissetmenize neden oluyor.
'BİZİ ÇAĞANOZ DİYE BİRİ ÖLDÜRDÜ'
“Balık Boğulması”nı okurken ve tüm bunları üzerimde hissederken bu dörtlemenin nasıl bir şekilde sonlanacağını epey merak etmeye başladığımı belirtmeliyim. Dörtlemenin ilk kitabı “Bizi Çağanoz Diye Biri Öldürdü” öykülerden oluşan bir kitaptı ve tuhaf diyebileceğimiz karakterlerin yine karanlık diyebileceğimiz yanlarıyla bizi buluşturmuştu. İlk okunduğunda anlaşılan, mesajı açık bir üslupla buluşturmuyordu yazar bizi ama bir şekilde her okurun kendince yorumlayabileceği öykülerdi bunlar.
HİÇ OLMAYI KABULLENİŞ
“Balık Boğulması” üzerine düşünürken, dörtlemenin birinci kitabındaki özellikle KirKor öyküsü geldi aklıma ki küçük bir bağlantıda kurabiliriz bu öykü ile metin arasında ancak onu her okur kendi bağlantısını kursun diyerek içime atacağım. Sadece o öyküden bir cümle alıntılamak istiyorum. “Bana bir hayat biçmeleri, bana iyi şeyler söylemeleri, benden, ne olursa olsun benden bir kere söz etmeleri için yürüyorum.” “Balık Boğulması” kitabının karakterlerinin hissiyatı aslında bu cümlenin gerçekleşmemesi gibi.
Şöyle ki dünyadaki varlığının hiçbir karşılığı olmadığını anlayan, kimsenin kendisinden söz etmeyeceğini bilen, kendisine ait bir yaşamı bile olamayan insanların varlık ve yokluk arasındaki tüm gelgitlerden sonra hiç olmayı kabullenişi ve bunun bir ölüm arzusuna dönüşmesi metnin genel hissiyatını oluşturuyor. Roman, bir cinayet ve intihar teşebbüsü üzerinden ilerliyor. Dünyanın çürümüşlüğünü, insanların bencilliğini, yaşamın çıkmazını deneyimlemiş bireylerin en sevdiklerinin bile ölmesini arzuladığı, bunu bir kurtuluş gibi gördüğü bir anlatıyla ve karanlık kasvetli bir ortam ile buluşturuyor okuru.
'BALIK BOĞULMASI'
Ayrıca “Balık Boğulması”nın söylediği şeylerden birisi de bir şey doğasına uygun olmayan bir durumda kalırsa ondan umutlu son çıkmayacağı benim fikrimce. Bora Abdo romanında Bilecik’in merkezinde bir deniz kurgulamış ve aslında bu deniz karakterlerin yaşamlarının çıkmaza sürüklenmesinde önemli bir faktör gibi görünüyor. Şöyle diyorsunuz okurken demek ki bir yerde deniz yoksa doğanın bir bildiği var. Ki zaten kitabın adı “Balık Boğulması” bunun anlamı şu: “Tatlı sudan tuzlu suya geçtiklerinde balıklar, boğulmadan önce vurgun yemiş gibi zihinleri bulanır. Bu süre boyunca asla bir şey yemezler, o an var oldukları sudan kaçmayı hiç mi hiç istemezler. Sonra da ölürler.”
Varlığın durumuna uygun olmayan bir konumlanma, bundan dolayı gelen vurgun, onu önce kabullenmeye ve bulunduğu yeri sorgulamamaya sonra da ölüme götürüyor, bu ölüm aslında “hiçlik” olarak da okunabilir. Kitabın karakterleri özellikle Müşfik ve babası için de sanırım böyle bir durum söz konusu. Müşfik, ölen kardeşinin adını taşıyor ve bu nedenle hiçbir zaman kendisi olamıyor, hep kardeşinin yarım kalan ömrünü sırtında taşıyarak yiyor “balık boğulmasında” bahsedilen vurgunu. Bununla birlikte dünyada bir yer edinemeyişi ve hiç geçmeyen varlık sancısı önce hiçliğe sonra ölüme çıkarıyor yolunu. Dünya onun için tatlı sudan tuzlu suya geçen bir balık olma durumu veya ait hissetmediği, hissedemeyeceği bir yere “fırlatılmışlık” anlamına geliyor ki babası için de böyle bir durumdan söz edilebilir.
FOTOĞRAF KARESİ GİBİ
Bora Abdo bu kitabında yaşamındaki her çağrışım onu başka bir çağrışıma götüren, hayatta “var kalma” çabasını kaybetmiş bireylerin anlatısıyla buluşturuyor bizi. İnsanın dilinde olan ile zihninde olanın farklılığına vurgu yapıyor aynı zamanda çünkü zihinden geçenin dilde ifadeye dönüşememesi sanırım karakterlerinin belirgin özelliklerinden.
Ayrıca dikkatimi çeken bir durum da Abdo’nun anlatısındaki bazı anların bir fotoğraf karesi gibi zihninize yerleşmesi. Sanırım bunun nedeni doğrudan, olduğu gibi bir anlatıyla bizi buluşturmasından kaynaklanıyor. Karakterler ve onların yaşamdan beklentisizliği öyle net ki bu da bizim onların hayatındaki acıklı hâlleri zihnimizde resmetmemize sebep oluyor. Duygusal etki ile birleşince de o anlar kafanızda tablo gibi asılı kalıyor.
'DÜNYAYA GELME TALİHSİZLİĞİ
“Balık Boğulması” bizi insanın kiriyle, dünyanın olmazlığıyla yüz yüze getiriyor. Bir şey beklemenin anlamsızlığını, insanın dünyadaki yalnızlığını, iyinin içinde kötüyü, kötünün içinde iyiyi gösteriyor. Devamlı kasvetli olan atmosfer, dünyada yaptığı hiçbir şeyin anlamı olmayacağını bilerek vazgeçmiş karakterler, cinayetler, intihar düşü kuranlar dünyada olmanın her türlü sıkıntısı. Derin bir hiçlik. Umutsuzluk. Kısacası yazarın bu kitabı da üzerimizde ağır bir etki bırakıyor ve dünyada bir varlık olmayı tekrar tekrar yüzümüze vuruyor. Cioran ile başladık onunla bitirelim; “Hakiki, biricik talihsizlik; dünyaya gelme talihsizliği.” Bu cümle kitabın anlatısını ve karakterlerini de özetleyen bir cümle bana kalırsa.
Kaynaklar;
Abdo, B., (2014), “Bizi Çağanoz Diye Biri Öldürdü ‘Beni Unutma Dörtlemesi I”, s.58, İstanbul: Doğan Kitap.
Cioran, E. M. (2017), “Doğmuş Olmanın Sakıncası Üzerine”, s. 9.15. , (Çev. Kenan Sarıalioğlu), İstanbul: Metis.