Cezaevinde Orhan Pamuk okumak
Cemaatlere ayrılmış, herkesin kendi cemaatinin doğrularını hakikat diye dayattığı, tarihi herkesin kendisiyle başlatma eğiliminde olduğu bir ülkede Kafamda Bir Tuhaflık onlarla benim aramda kurulan köprülerden biri oldu. Bunun için Orhan Pamuk’a müteşekkirim.
Murat Çelikkan
DUVAR - Tabii kimseye cezaevine girin demiyorum. Ama cezaevinin de vakit bulamayıp okumayı ertelediğiniz kitapları okuyabilme fırsatı sunduğunu itiraf etmeliyim. Cezaevi konusunda benden alabileceğiniz tek itiraf da bu.
Cezaevinin sunduğu bu fırsattan yararlanıp yararlanmamak tamamıyla size kalmış. Benim gibi günü saat dilimlerine ayırıp hem dışarıda yapamadığınız sporu yapmaya, hem koğuş arkadaşlarınıza dil öğretip, onlardan dil öğrenmeye hem de önünüze yığdığınız kitapları okumaya çalışırsanız kafanızı kaşıyacak vaktiniz kalmıyor. Ne yapalım ben cezaevinde yaşam konusunda Sevgi Soysal’ın öğrencisi sayılırım. Merak eden Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu’na bakabilir. Bu kadar çok şey yapabilmeyi tabii bir de gazeteciliğime borçluyum. Bir gazeteci olarak ve bir gazetecilik 'suç'undan hüküm giyip mapushaneye düşünce, cezaevinin yüksek güvenlikli bölümü bana munasip görüldüğünden, tüm bunlara vaktim oluyor. 5 kişi kaldığımız bu yüksek güvenlikli koğuşun kapısı sabah ve akşam sayımları dışında hemen hiç açılmıyor.
Neyse, kitaplara dönelim. Okumayı erteleyip burada okuyabildiğim kitaplardan biri de Orhan Pamuk’un “Kafamda Bir Tuhaflık” romanı oldu.
Kitabı okumakta gecikme nedenim bazı arkadaşlarımın laf arasında 'sosyolojiye giriş gibi' demeleri olabilir. Bu bazı arkadaşlar hemen belirtmeliyim ki yaşları yaşıma yakın arkadaşlar, yani 50’lerinin sonu ya da 60’larının başında olanlar. Bugünün genç ve genç orta yaşlıları için tarih olarak nitelenebilecek bir dönemi yaşamış olanlar. Bu bilinsin isterim.
Bir okur olarak Pamuk’un bu kitabını iki açıdan değerlendirmeye çalışacağım. Birincisi bir Orhan Pamuk okuru olarak kişisel, bir de koğuş arkadaşlarımın gözüyle. Koğuş arkadaşlarım 20’li yaşlarında, gayet politize ve eğitimli. Ne de olsa yüksek güvenlik bölümünde bir koğuş bu.
PAMUK'UN USTALIK DÖNEMİ ESERİ
Roman kahramanı 1957 doğumlu. Babası 1963’te kendi de 1969’da İstanbul’a göç ediyor. Bir anti kahraman ya da belki zamanımızın bir kahramanı demek daha doğru. Buna rağmen ben kitabı neredeyse soluk soluğa okudum. Pamuk romanlarının ortak izleklerine ve özelliklerine sahip: nostalji, detay titizliği, usta roman matematiği. Ama iddialı olup bu romanın Pamuk’un ustalık dönemi ürünü olduğunu söyleyeceğim. Çok akıcı bir anlatımı var. Vedat Türkali’den ödünç aldığım bir deyişle romanı edebiyattan kurtarmış.
Bu asla kitabın edebi olmadığı anlamına gelmiyor. Romanda yaratılan kişiler anlatılan sosyopolitik sürecin tipleri oldukları halde işin teğelleri görünmüyor. Arka planda Türkiye’nin kapitalistleşme sürecini el konulan hazine arazileri, gecekondulaşma, inşaat sektörü derken solcular, milliyetçiler, yeni yükselen siyasal İslam hatta özelleştirme ile izlerken babayla oğulun zorlu ilişkisinin, aile ilişkilerinin, dostlukların, ihanetin, arzuların ve sevginin girdabına kapılabiliyorsunuz. Yeni mahallelerin oluşumu ve hazine arazileri üzerinden sermaye birikimi, elektriğin özelleştirilmesi süreçlerindeki detay bilgi hakimiyeti insanın sinirini bozacak kadar mükemmel.
Pamuk “Kar”dan sonra bir daha siyasal roman yazmayacağını söylemişti. Evet bu “Kar”da olduğu gibi Türkiye’nin siyasal çözümlemesine soyunan bir roman değil. Akranlarımın hayal kırıklığını anlıyorum. Hepimizin hayatına damga vurmuş olan son 50 yılın siyasal gelişmelerinin basite indirgendiği, bazen şablon olarak kullanıldığı ileri sürülebilir. Bu gerçekten dar anlamıyla siyasal bir roman değil. Ama yine de başrolünde Türkiye olduğu düşünülürse siyasetten azade de değil.
'BU KİTABI OKUMANIZ LAZIM'
Ben mesela yanlış kız kardeş seçiminin ve bunun yarattığı çeşitli sonuçların bir edebi doruk olduğunu da düşünüyorum. Tabii bir de İstanbul’da büyümüş olanlar için soğuk gecelerde sokaktan yankılanan “booozaa” sesinden daha nostaljik bir şey olmadığını da. Kitabı hızla bitirince koğuş arkadaşlarıma da tavsiye ettim. Hayır, daha doğrusu “bu kitabı okumanız lazım,” diye ısrar ettim. Hepsi sırayla okudu. Tabii ki Orhan Pamuk’u tanıyorlardı. Ama bugüne kadar bir Orhan Pamuk romanı okuyup okumadıklarından emin değildim. Sormadım da. Kitabı beğendiler, dahası kitaptan keyif aldılar. Benim içinde olduğum, bir figüranı, bilemediniz birkaç cümleyle rol aldığım, onlar için 'yakın tarih' denebilecek bir süreci okumak hoşlarına gitti.
Cemaatlere ayrılmış, herkesin kendi cemaatinin doğrularını hakikat diye dayattığı, tarihi herkesin kendisiyle başlatma eğiliminde olduğu bir ülkede Kafamda Bir Tuhaflık onlarla benim aramda kurulan köprülerden biri oldu. Bunun için Orhan Pamuk’a müteşekkirim.
Ama bir tek, bir tek Seniha için ona kızgınım. Özgürlüğün bedelinin bu kadar ağır olduğu bir ülkede, en ufak bir değişim için bu denli büyük mücadeleler verilen ve bedeller ödenen bir ülkede, bu yolda ilk adımlarını atmış olan Seniha hayatının çerçevesini kıramaz mıydı? Özgürlüğe doğru bir hamle yapsa olmaz mıydı? Belki Seniha’nın özgürlüğünden vazgeçmesi bugüne daha fazla ışık tutuyor, denebilir.
Ama insan cezaevinde olunca en ufak umuda sarılmak istiyor, ne yapalım!