Dilin 'yönetmek'le imtihanı

Aslı Solakoğlu'nun son kitabı Akıl Deliği: Anadipsi Notabane Yayınları'ndan çıktı. Solakoğlu'nun metni için kadın oluşu, erkek oluşu, anne oluşu, ağaç oluşu, ölü oluşu, içte kalanı, aşama aşama oluşan yarayı, bedeni ve bedenle yüzleşmeyi, arzuyu, dil tutulması yaşatanı, zamanın bile sıkıldığı bir coğrafyanın sancısını kendi diliyle ve anlatısıyla ifade etmenin yolunu bulmuş diyebilirim.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Kişinin özne olarak kendisini kurabilmesi için sanırım öncelikle verili tüm rollerle ve kurumsal biçimlemelerle yüzleşmesi gerekiyor. Toplumsal olarak koşullandığımız “olmamız” istenen onlarca durum var ve bunun dışında kendimizi var etmemiz için kendimizle didişmemiz önemli bir etken. Bireyin aileden itibaren “olması” istenenle kendisi arasında kaldığı zamanların çelişkisi çoğu zaman sıkıntılı bir durum yaratıyor çünkü kültürlenme ve çeşitli kurumlarla gerçekleşen biçimlenme süreçleriyle birey, kendisine kazandırılan rollerle yaşamaya mecbur bırakılıyor. Kendimizle verili olan arasında kaldığımız an bir seçim olarak belirdiğinde yani “kim olacağım?” sorusu bizi rahat bırakmadığında kendi karanlığımızla, çıkmazlarımızla yaşamın üzerimizde hissettiğimiz her türlü hâliyle yüzleşmemiz gerekebiliyor. Bu bir bakıma geçmiş ve şimdi arasındaki belleğin anımsamalarla yeniden inşası, bireyin kendisini yeniden var etmesi anlamını taşıyor, kendisine cesaret etmiş birey için ise bu zorlu ancak sağaltıcı da bir süreç.

KENDİ KENDİNİ YÖNETMEK

Michel Foucault “yönetim” kelimesinin üzerinde dururken onun “bilgi” ve "iktidardan" farklı bir yanından bahsediyordu ve bu kelimenin bireyin kendi üzerinde uygulanabilirlik yanına dikkat çekiyordu, kişi bir başkasını yönetir ama kişi kendi kendisini de yönetme yetisine sahiptir, demek istiyordu. Yani birey yukarıda da bahsettiğimiz gibi kendi kendisini yönetebilir duruma gelmek için çaba harcayabilir ve bu öznenin verili olanla yüzleşmesidir bir bakıma. Şöyle ki birey verili olanlarla kendisi arasında yüzleşme çabasına girdiğinde eğer bunu başarabilirse aslında vardığı nokta kişinin kendi kendisini yönetebildiği, özne olarak varolabildiği bir özgür bireylik noktası olabilir. Ayrıca Foucault şöyle bir şey de söylüyor: “İnsanların kendileri için kurallar saptamakla kalmayıp kendilerini dönüştürmeye, tekil varlıkları için de kendilerini değiştirmeye çabaladıkları ve yaşamlarından belli estetik değerlere sahip, belli üslup kriterlerine karşılık gelen bir eser çıkardıkları, kasti ve gönüllü pratikler.” Bireyin kendini dönüştürme çabasıyla ortaya koyduğu gönüllü ve kasti pratikler kısmı oldukça önemli bana kalırsa çünkü bu eser, bir edebiyat metni, bir şarkı, bir tablo bile olabilir.

Akıl Deliği: Anadipsi, Aslı Solakoğlu, 64 syf, Notabane Yayınları, 2017.

AKIL DELİĞİ: ANADİPSİ

Bunlardan bahsetme sebebim, Aslı Solakoğlu’nun “Akıl Deliği: Anadipsi” adlı kitabında ortaya koyduğu anlatı. Solakoğlu’nun sorgulamaları varlığın ifade edemez olduğu duygunun, anlamını deştiği bir yerde dururken, “oluş”, “beden oluş”, “cinsiyetli beden oluş”, “kadın oluş” ve tüm bunların deneyimlenmesi ile ortaya çıkan, verili olan anlamları yıkan “insan oluşa” yolu çıkaran, parçalı bir metne çıkarıyor okurun yolunu. Bu bağlamda kitap bir bireyin “kendiliği” için gönüllü olarak ortaya koyduğu bir kasti pratik bana kalırsa ki yukarıdaki Foucault cümlesinin ifade ettiği ile de benzeşiyor bu bakımdan.

Aslı Solakoğlu

ÖZNEL BENLİK VE YÜZLEŞMELER

Solakoğlu kendiliğini sorgulayarak, verili olan ne varsa aşındırarak, kendi benliği ile karşılaşmaya çalışıyor. Bazen hesap soruyor, bazen kabulleniyor, yıkıyor, yeniden kuruyor. Kendisine batan kıymıkları tek tek ayıklarken aslında sadece kendisi ile değil, toplumla, aileyle, devletle ve otoritelerin bireyin yaşamına yük ettiği acılarla da yüzleşiyor. Bu durum Foucault’nun bahsettiği durumu düşündürdü bana yine “bireyin kendini dönüştürme çabasına gönüllü” olması ve bunun için çabalaması, yeniden inşa ve iyileşme çabası bir anlamda. Ayrıca, verili kadınlık kimliği ve onun bireyi karşı karşıya bıraktığı durumların üzerine gitme de belirgin bir öğe kitapta.

Woolf’un “Benlik Üzerine Denemeler” kitabının “Genç Bir Şaire Mektup” bölümünde bahsettikleri de geliyor akla. John Laehhman’a yazılmış olan mektupta Woolf, şaire öznel benliğini ortaya koymasını öneriyordu ve bu benlik “geceleri perdeleri çekilmiş odada oturan bir kendidir”, diyordu. Aslı Solakoğlu’nun “Akıl Deliği: Anadipsi”de ortaya koyduğu anlatı bireyin gecenin karanlığında kendisiyle çekişmesi, konuşmaları, gelgitleri yani öznel bir benlik durumu Woolf’un bahsettiği gibi. Yazar metninin öznesi ve yaşamdan aldığı yaraları gizlemeden sesleniyor okura, bir yandan kendisini tamir edip, yeniden inşa ederken, okuru da bu sürece dâhil ediyor.

AKIL DIŞI DİL

“Akıl Deliği: Anadipsi”nin dilinden de bahsetmek gerek. Metnin dili için “akıl dışı” bir yerde duruyor demek hata olmaz sanıyorum. Bütünlüklü olmayan, oradan oraya geçen, bozan, inşa eden, yeniden bozan, varlığı parça parça eden bir dil bahsetmeye çalıştığım. Aslında sadece dil olarak da değil metin olarak da benzer bir durumla karşı karşıyayız. Sanırım burada ifade edebilmemiz açısından yine Foucault’ya başvurabiliriz ona göre; “dilin işe yarayabileceği tek kullanım, delilik aracı, düşüncenin yok edilmesinin aracı, kopuş aracı, akıldışılıkların labirenti olma” içinden çıkılması olanaksız olan bir durumda düşünceden uzaklaşılıp, yazarın verili olan ile kurduğu “akla uygun” anlamı yıkıp, bir delilik hâlinin ifadesine dönüşmesi gibi bir durum bahsetmek istediğim ve sanırım Foucault’da böyle bir şeyden söz ediyor.

Bireyin dünyada yaşadığı ne kadar “akıl dışı” ise dil ve anlatılmaya çalışılan da o kadar akıl dışı bu metinde. Bu önemli de bir açıdan çünkü hâlâ “akılcılık” üzerinden tanımlanan “tuhaf” kategorili “oluş”lardan kurtulduğumuz söylenemez, bu nedenle bu şekilde “delirmiş” metinler ortaya çıkması normal.

İYİLEŞMENİN TARİHİ

Solakoğlu’nun metnindeki “delirmişlik” hâli aslında sadece kendilik kaygısının bir sonucu olarak da çıkmıyor karşımıza yazar savaşın, devletlerin, toplumsal olanın da üzerindeki etkisiyle karşı karşıya bırakıyor bizi, kısa kısa öyküler var Solakoğlu’nun metninde, tek cümlelik, örneğin; “Cemile Çağırga: İyileşmenin tarihine, demişti nereye gittiğini soran annesine. Cemile Nerede?” İyileşmenin de tüm o kahramanlık hikâyelerinin anlatıldığı, arşivlerde depo edilen tarih içerisinde bir yeri var mı gerçekten? Diye sorduruyor, yazar ve “iyileşme” konusunda da döküyor içini. Yaranın içinden yeni bir yaşam çıkar mı sorusunun peşine düşüyor.

Ancak anladığım kadarıyla fiziksel olan yara kabuğundan soyuluyor, farklı farklı hâllere bürünüyor, renk değiştiriyor, tuhaf bir şekilde iyileşiyor ancak bu “tuhaf iyileşme” tuhaflığından mıdır bilinmez, bir iz bırakıyor. İşte o yaraların geçmeyen izi, belki de hiç yazılamayacak olan “iyileşmenin tarihi” varlık sıkıntısı olarak yansıyor metne. Geriye kısacık ifadesiyle tek bir soru kalıyor; Cemile nerede? Cemile’ler Nerede? Bu soruya dair anlatının “aklın sınırlarında” ifadesinin mümkünlüğü de tartışmaya değer aslında.

Özetle, Aslı Solakoğlu’nun “Akıl Deliği: Ana Dipsi” adlı metni yazarın kendiliğine dair bir sorgulama sunuyor bize. Ancak bu sorgulamanın geri planında kıymık gibi batan bir yaşanmışlık ve dünyanın içinde bulunduğu durum gizli bana kalırsa. Kadın oluşu, erkek oluşu, anne oluşu, ağaç oluşu, ölü oluşu, içte kalanı, aşama aşama oluşan yarayı, bedeni ve bedenle yüzleşmeyi, arzuyu, dil tutulması yaşatanı, zamanın bile sıkıldığı bir coğrafyanın sancısını kendi diliyle ve anlatısıyla ifade etmenin yolunu bulmuş bir metinle karşı karşıya olduğumuzu söyleyebilirim.

Kaynakça

Foucault, M., (2015), “Büyük Yabancı, ‘Dil, Delilik ve Edebiyat Üstüne Konuşmalar’”, s. 55, (Çev. Savaş Kılıç), İstanbul: Metis.

Paras, E., (2016), “Foucault ‘Öznenin Yitiminden Yeniden Doğuşuna’”, s. 154-170, (Çev. Yunus Çetin), İstanbul: Kolektif Kitap.

Woolf, Virginia, (2017), “Benlik Üzerine Denemeler”, s. 57-72, (Çev. Esma Çakıruylası), İstanbul: Ayrıntı.