Moore: Yaşamın 'artist'lerini yazıyorum
"Sinestezya" romanı ile Türkiye'deki okurlarla buluşan Jeffrey Moore, yeni bir öykü kitabı ile geri döndü: "Tükeniş Kulübü". Söyleşi gerçekleştirdiğimiz Moore'a göre, "Bir çok vakada aşk intiharı geciktirse de, bence depresifleri avlayan, alay eden karanlık ejderhalar ve intiharlar aşk için bile çok güçlü, üstesinden gelmesi çok zor. Eşlerine yahut çocuklarına derin sevgi besleyen bir çok insan ne yazık ki hayatını sonlandırıyor. Yaşama ıstırabı sadece çok büyük..."
Gökçen Çiflik
DUVAR - Jeffrey Moore Türkiye okuruyla önce "Sinestezya" adlı romanıyla buluştu. Roman duyuların birbirine karışması üzerinde yoğun bir macerayı konu alıyordu. Aradan yıllar geçti ve yazar bu kez yasadışı avcılığın, imkansız bir aşkın, hayata bağlanmanın öyküsünü kaleme aldı, "Tükeniş Kulübü". Yazarla romanlarına, ilham kaynaklarına, Tükeniş Kulübü’ne dair bir söyleşi gerçekleştirdik.
Romanlarınızın içinde hep ilginç hastalıklar geçiyor. Önce sinestezya şimdi de pareidolia. Bu hastalıklar için araştırmalarınızı nasıl gerçekleştirdiniz?
Sinestezya ile bağlantılı olarak, roman için ilk olarak amnesia yani bellek yitimini araştırıyordum. Fakat tam tersine rastaladığımda, hypermnesia yani bellek yitimini ve Rus nörobilim uzmanı Alexandre Luria’nın bir Memnosit’in Zihni isimli kitabını araştırmaya başladım. Kitapta, Dr. Luria, hiçbir şeyi unutmuyormuş gibi duran bir adamı, sinestezi hastası Solomon Shereshevski’yi kayda alıyor. Bundan sonra, bilim insanı ve Fizik üzerine Nobel ödülü kazanan ve ayrıca bir sinestezi hastası olan Richard Feynman’in bir kitabını okumuştum.
Pareidolia için ise, yanlış hatırlamıyorsam, bulutlarda yahut alevlerde şekiller ve hayvanlar görme olayını inceliyordum ve pareidolia hastalığının daha geniş bir konseptine rastladım: yani bizim, rastlantısal ve muğlak görme izleklerinde belirli ve sıklıkla anlamlı görselleri algılama eğilimimize. Rorschach testi bu kavrama dayanır. Bundan sonrası, sadece bu konu üzerine olan tıbbi literatürün araştırılması işiydi.
Kurgu edebiyatta, asla bu isim verilmemesine rağmen, Dickens’ın bir Noel Şarkısı’nda örneğin, Scoorage’ın Marley’in yüzünü kapı tokmağında gördüğünde ya da Hamlet, develeri, gelincikleri ve balinaları bulutlarda gördüğünde paredolia açıkça gözüküyor.
Nile Nightangale’in hayatı başarısızlıklarla dolu fakat Celeste ile birlikte yeni bir yaşama başlıyor. Lolita yahut film olarak Leon’dan etkilendiniz mi?
En favori kitaplarımdan biri olmasına rağmen, bu hikaye için Lolita’dan etkilenmedim, hayır. Kesinlikle Nabokov’un romantizmini ya da, şehvet doluluğu-dinamizm mi desem, istemedim. Celeste’nin Nile’dan hoşlanmasını istedim fakat tersini değil.
Leon filmi için ise, bu kurnazca bir gözlem çünkü film beni kitabın ilk aşamalarında etkiledi. Filmin esas önermesi; karanlık bir figürün aceleyle küçük bir kızın yardımını ulaşması fikri, benim için oldukça anlamlıydı.
Çok fazla depresif olmasının ve yaşama bağlı olmamasının yanında Celeste sadece 14 yaşında ve gerçek bir dâhi. Romanda, aşk onu hayata yeniden bağlıyor. Aşkın intihar fikrini çözebileceğine inanıyor musunuz?
Bu güzel bir soru. Bir çok vakada aşk intiharı geciktirse de, bence depresifleri avlayan, alay eden karanlık ejderhalar ve intiharlar aşk için bile çok güçlü, üstesinden gelmesi çok zor. Eşlerine yahut çocuklarına derin sevgi besleyen bir çok insan ne yazık ki hayatını sonlandırıyor. Yaşama ıstırabı sadece çok büyük. Bununla beraber, Tükeniş Kulübü’nde, Celeste, Nile’a olan aşkından esinlenerek ve ondan güç alarak, yaşamayı seçiyor.
Albert Camus, Rilke, Beebe’den referanslarınız var. Bu isimler sizin edebiyattaki ilham kaynaklarınız mı? Ya da şöyle sorayım, sizin temel esin kaynaklarınız kimlerdir?
Hayır, bu üç isimden hiçbiri esas ilhamlarım arasında değildi. Nabakov haricinde, önceden bahsetmiştim. Esas edebi ilham kaynaklarımı belirteceğim (belirli bir sırası yok): Martin Amis, David Mitchell, William Trevor, Annie Proulx, Saul Bellow, Edgar Allan Poe and William Shakespeare (hepsini aşmaktan çok uzağım, söylemeye gerek bile yok).
Fakat bu kitap için çeşitli suç romanlarını türünün ustalarından okudum: Elmore Leonard and P.D. James dahil olmak üzere. Ve birkaç Carl Hiaseen ve David liss benzeri gerilim hikayeleri(The Ethical Assassin) ve ekolojik romanlar, Annie Pprulx’un The old ace in the Hole kitabı ve Jonathan Franzen’in Freedom’unun dahil olduğu, okudum.
Romanlarınızı nasıl adlandırıyorsunuz? Neden Tükeniş Kulübü ve neden Hafıza Artistleri (Türkçe ismiyle Sinestezya)?
Tükeniş Kulübü, artık aramızda olmayan hayvanlara veya sonsuza kadar kaybolma eşiğine atfediliyor. Romanda özel olarak, doğu panterine ve bu arada, tükenmiş Quebec- kuzey afrika hayvanları, deniz ineği, büyük auk, doğu kubarı gibi hayvanlara değiniliyor.
Fakat bu algı, insanlara doğru genişliyor ve hatta romanın başlığı bu ufak, akıl hastanesinden kaçmış ve daha sonra Celeste’i kurtaracak olan karakterlerden geliyor: ‘’Çoğu insan haddinden fazla yaşamıyor mu sizce de? Gelip yerleşiyoruz, sonra ölüyoruz. Dünya aslında bu işte. Kocaman bir tükeniş kulübü.’’
‘’Hafıza Artistleri’’ hafızanın devasa işlerini icra edebilen kişileri anlatıyor, tıpkı Noel’in durumunda olduğu gibi:
“Herhangi bir dilde rastgele elli kelimeden oluşan bir listeyi yalnızca birkaç saniye boyunca inceleyip ezberden tekrarlayabiliyordu; pi sayısının yüz basamağını ezbere söyleyebiliyordu; iyice karıştırılmış bir deste iskambil kağıdını bir dakikadan kısa bir sürede, 18 desteyi bir saat içerisinde, 100 basamaklı bir sayıyı bir kez hızlı söylenişini duyduğu anda, 500 basamaklı bir sayıyı ise bir saatte ezberliyordu.”
Fakat bir çok yönden sanat ve bilimin birleşmesi gibi olan bu kitapta, ben hafızadan etkilenen yaşamları anlamlandırırken amnezi (bir ilaç veya uyuşturucu sebebiyle hatırlayamamak) yahut sinestezya (unutamama yetisi) hastası olsun olmasın, bu anlamları genişlettim. Diğer bir değişle, benim dört ana karakterim bu kitabın hafıza artistleridir.