A. Ömer Türkeş: İyi roman talep eden var mı?
A. Ömer Türkeş ile Türkiye'deki editörlük meselesi üzerine konuştuk. Türkeş, "Siyasette, toplumda ve edebiyatta yaşadığımız sıkıntılarla baş etmek için politik mücadele gerekir; “kötülüğün tek aşısı politik bilinçtir, politik bilinç edinmektir" dedi.
DUVAR - Ayrıntı Yayınları Edebiyat Editörü A. Ömer Türkeş ile yazar- editör ilişkisini, ilk kitabın yayınevi ve yazar arasındaki etkileşimini ve Türkçe edebiyatın son dönem sorunlarını konuştuk. Konu ekonomik krizler ve yayıncılık meselesine geldiğinde Türkeş, “kapitalist üretim ilişkisinin bir parçası olan yayıncılık sektörünün krizlerden fazlasıyla etkilendiğidir” diyerek görüşlerini açıkladı.
İlk kitabını yazan bir yazar, size nasıl ulaşıyor?
Yazar ya yayınevine bizzat gelerek dosyasını elden teslim ediyor ya da internet üzerinden gönderiyor ki bizim tercihimiz de bu yönde.
İlk kitap özelinde çalışma yapan yazarlar öyküye mi ağırlık veriyor, romana mı?
İçinde bulunduğumuz dönemde romanlar yükselişte. Öykü ve şiir dosyalarının daha az olduğunu söyleyebilirim.
İlk kitabını yayımlatmak isteyen bir yazarın editöre bakış açısı nedir?
Bu soruyu yazarlara sormak daha doğru olur. Yazarın büyük önem verdiği ve kendisinden emin bir şekilde yayınevine -editöre- teslim ettiği dosyasının yayınlanıp yayınlanmaması bakışı açısını elbette etkileyecektir. Duyguların güven ve güvensizlik, sevgi ve nefret arasında salınması doğaldır.
Geçen seneki üretiminiz nasıldı? Ekonomik krizin yaptırımı oldu mu? Krizin sürekliliğinden ve üretiminizin niteliğini etkilediğinden bahsetmek mümkün mü?
Sadece bu soru üzerinden kitap endüstrisini saatlerce tartışabiliriz. En kısa özeti, kapitalist üretim ilişkisinin bir parçası olan yayıncılık sektörünün krizlerden fazlasıyla etkilendiğidir. Ayrıntı Yayınevi de bundan nasibini alıyor. Ancak krizin yayınevi çizgisini -gerek içerik gerek teknik anlamda- etkilemesine izin vermemeye çalışıyoruz. Bu da yayınevinin yukarıdan aşağıya her biriminin maddi ve manevi anlamda daha fazla fedakârlık yapmasını gerektiriyor.
'SOSYAL MEDYANIN KATKI SAĞLADIĞI AÇIK'
Sosyal medyanın okur ile iletişimde edebiyat editörlerine ne gibi katkıları oldu? İnternetin üretim ve tüketim bağlamında edebiyata etkisi sizce nedir?
Okur ile ilişkide sosyal medyanın yayınevlerine katkı sağladığı açık. Ne var ki okuyucularla editörler arasında doğrudan bir ilişki kurulmuyor. Zaten böyle bir ilişkiye gerek de yok. Editör olarak sadece okuyuculardan gelen eleştirilerden haberim oluyor.
İnternetin tüketim bağlamında edebiyata katkısını pazarlama birimleri değerlendirebilir. Kendi adıma üretim sürecine katkısını yanıtlayabilirim. Yurt dışında yeni yayımlanmış kitapları takip etmek, bu romanlar -ve daha önce yayımlanmış ama Türkçeye çevirisi yapılmamış olanlar- hakkındaki eleştiri yazılarını okumak ve yayınevi çizgisine uygun romanlar seçmek konusunda internet ortamını yoğun biçimde kullanıyoruz.
İçinde bulunduğumuz yıllar itibariyle 90 kuşağı olarak nitelenen bir yazar grubundan söz edilebilir mi? 90’lar hemen hemen tüm dünyada dönüşüm ve değişim yılları… Bilim ilerledikçe şiddetin çoğalması, teknolojinin artması ve iletişimin yaygınlaşması bu dönemin edebiyatına nasıl etki ediyor veya edecek sizce?
Henüz bir kuşak karakteristiğinden söz edilebileceğini düşünmüyorum. Sorun teker teker yazarlarda değil, aslında sorun sadece edebiyatın sorunu da değil. Hayatın her alanında çöküş hali yaşanıyor ki bunun en önemli nedeni Türkiye’de yaşanan siyasi, ekonomik ve toplumsal olaylardır. Sadece 2016 yılında başımıza gelen felaketler batılı bir ülke vatandaşının bütün ömrü boyunca tanık olamayacağı kadar yoğun ve travmatikti. Böyle zamanlarda yazmak hatta edebiyat üzerine konuşmak hiç kolay değil.
Edebiyatla, romanlarla, yayıncılık dünyasıyla bu sorunları ilişkilendirmek, konuya dönüp dolaşıp siyaseti ve ekonomiyi katmak indirgemecilik gibi görünebilir. Doğrudur, bu meseleleri siyasetle ve ekonomiyle bilhassa ilişkilendirmek gerçekten de gereksiz; çünkü siyaset ve ekonomi edebiyatın, romanın ve yayın dünyasının organik bileşenleridir. Böyle bir fikriyattan yola çıktığımızda yayın dünyasındaki ekonomik krizi, krize çare üretmek adına yayımlanan romanlardaki kalitesizliği, siyasetin şiddeti karşısında alt üst olan zihinleri, dilsizleşen vicdanları anlayabiliriz. Bu romanımızdaki hakikat kaybının da nedenidir.
Bütün olumsuz koşullara rağmen -hakikati gören, söyleyecek sözü olan, vicdan sahibi yazarların elinden çıkan- az sayıdaki “iyi” roman “kötüler” arasında kaybolup gidiyor. Aslında “iyi”yi talep eden var mı diye sormalı. Böyle bir ortam insanın yaratıcı faaliyetlerinin, yani sanat ve edebiyatın yeşermesine izin vermiyor. Geleceğin ne getireceğini kestirmek kolay değil. Karamsar olmak istemem ama kısa vadede bir çıkış yolu görmüyorum.
Türkçe edebiyatın, dünya edebiyatı karşısındaki eksisi ve artıları nelerdir? Özellikle Orhan Pamuk’un Nobel alması sonrası, Türkçe edebiyata olan rağbetin sürekliliğe dönüştüğünü söylemek mümkün olur mu?
Eksileri -kaotik bir ülkede yaşadığımızı- yukarıda özetledim. Bir başka eksi, çoksatan bir kaç isim dışında yazarlığın bir meslek haline gelmemesi yani maddi getirisi olmaması. Artısı varsa da ben bilmiyorum. Orhan Pamuk’un Nobel’iyle kısa süreli bir ilgi yaşandı ama devamı gelmedi. Öncelikle çeviri problemi büyük bir engel... Ardından edebiyatın iç dinamikleri. Bütün olumsuz koşullara rağmen başka dillere çevrilen Türkçe romanlar olmakla birlikte ilgi gören yazar sayısı pek az.
Yeni dönem Türkçe edebiyatta içeriksel yaklaşımların ve biçimsel arayışların ortaklığından söz edilebilir mi? Kent ve kır denkleminde geçen hikâyelerin hısımlığı mümkün müdür? Edebiyatçılarının birbirinden beslendiğini iddia edebilir miyiz?
Yazarlar arasında bilinçli bir ortaklık olduğu, yeni dönem edebiyatçıların birbirinden beslendiği iddiasına hiç katılmıyorum. Ürünleri birbirine benzeten piyasa koşulları… Yani tüketim sürecine, yani tüketici profiline, kısacası işin okuyucu tarafına da bakmak gerekir. Çünkü kitap üretiminin ciddi bir iş kolu haline geldiği günümüzde okuyucu satın alma gücüyle okuma-yazma sürecinin gizli ama en önemli öznesi.
Okuyucu ve yayınevlerinin büyük bir çoğunluğu suya sabuna dokunmayan, kolay okunup kolay tüketilen romanları tercih ediyor. Yazarlar da bu talebe cevap veriyorlar. Türkiye'de asıl sorun eleştiri yoksunluğu, toplumun olaylara karşı duyarsızlığı. Duyarsızlık demek yanlış; toplum duyarsız değil, daha da kötüsü, gücü elinde bulunduranları kayıtsız şartsız destekliyor. Her ne kadar bir direniş alanı olma potansiyeli barındırsa da edebiyat kendi başına ne siyasi sorunların ne edebiyat alanındaki tıkanıklığın üstesinden gelebilir. Çünkü “estetik yaşantı kötülüğün aşısı değildir."
Siyasette, toplumda ve edebiyatta yaşadığımız sıkıntılarla baş etmek için politik mücadele gerekir; “kötülüğün tek aşısı politik bilinçtir, politik bilinç edinmektir."