Bulgakov'dan sonra devrime nasıl inanılır?
Devrimle yaşayan ve devrimi yaşatan türden pek çok yazarın adından söz edilebilir bu döneme bakarken; Maksim Gorki gibi rejimin edebiyat felsefesini oluşturanlarla Mihail Bulgakov gibi rejimin işleyiş biçimini eleştirenlere de…
Hasan Öztürk
DUVAR - Devrimleri askerler gerçekleştirir, sanatçılar yaşatır, türünden pek çok söz söylenegelmiştir sanatın toplumsal yaşamdaki gücünü göstermede. Devrimlerin öncüleri, ‘darbe’ sürecinin hemen ardından, projelerinin belleklerde yer edinerek yaşaması için sanatçılarla yakından ilgilenmişlerdir, özellikle de edebiyat sanatçılarıyla elbette. Althusser’ın “ideolojik aygıt” tezi, tam da burada geçerlidir denebilir. Bu bağlamda, geride bıraktığımız yüzyılın ilk çeyreğindeki İtalya, Almanya, Rusya ve Türkiye örneklerine bakıldığında edebiyatçılar ile iktidar güçleri arasındaki karmaşık ilişkilerin birbirine benzer örnekleriyle karşılaşmak mümkündür.
BULGAKOV ELEŞTİRİYOR...
Egemen güçlerin sesi olmayı yeğlemiş sanatçılar olduğu kadar sanatçıların muhaliflerine de tanık olabiliriz, devrim sonrası edebiyatında. Yüzüncü yılına ulaşan “Ekim Devrimi”, pek çok yönüyle gündeme getiriliyor bugünlerde ancak üzerinde çokça durulan konu, Sosyalist rejimin edebiyat ortamıyla ve dolayısıyla sanatçılarla ilişkisinin biçimidir. Devrimle yaşayan ve devrimi yaşatan türden pek çok yazarın adından söz edilebilir bu döneme bakarken; Maksim Gorki gibi rejimin edebiyat felsefesini oluşturanlarla Mihail Bulgakov gibi rejimin işleyiş biçimini eleştirenlere de…
Yirminci yüzyılın Rus yazarı Mihail Bulgakov (1891-1940), adını yaşatacak “Üstat ile Margarita” romanındaki edebiyatın özgürlüğünü simgeleyen “el yazmaları yanmaz” sözüyle belleklerde yaşayan bir romancıdır. Tıp doktorluğunu bırakarak yazıya/edebiyata yönelmiş ve yazı yaşamının neredeyse tamamını Stalin döneminde sürdürmüş Bulgakov, yirminci yüzyıl Rus edebiyatının “ezoterik sürgün” romancılarından biridir. Devrim öncesinin yerleşik değerlerinin devrim sonrasında söz yerindeyse yerle bir edildiği zamanda yazdıkları, kendi yaşamının bir yansıması olan yazarın çeyrek yüzyılı bulan yazarlığının ilk döneminde yazdıkları, dünya edebiyatına armağan ettiği “Üstat ile Margarita” için bir tür hazırlık dönemidir.
Çağdaş Rus kuramcılarından Roman Jakobson’un, “Marksist teori bazı ülkelerde, Leninist pratikle yayılır ve bazı ülkelerde yüreklilerin çılgınlığı, inancın ateşe atılması, şairin Golgothası…”2 belirlemesini örneklendirir biçimde, zaman zaman rejimle barışık olabilen ve Bulgakov’un da aralarında olduğu Gippius, Platonov, Bunin, Kurpin, Teffi, Pasternak, Babel, Grossman, Zamyatin, Zoşçenko, Mandelştam, Anna Ahmatova vb. pek çok edebiyatçı; sansür, itibarsızlaştırma, sürgün, hapis, idam tehditleriyle karşı karşıyadı o günlerde. “ Marksist urama göre komünist toplumda sanatçılar toplumun ulaştığı düzeyi açıklayıp kutlamak zorundadır; bunu yapmayanlar hoş görülemez, dolayısıyla bastırılırlar.” Çünkü. Bulgakov, rejimin tam da karşısında değildir açıkçası o da devrimcidir aslında ancak o, işleyişe yönelik eleştirileri de olan ve kayıtsız şartsız bir parti edebiyatçısı olmak yerine estetik kaygılarını öne çıkaran kenarda kalmış/bırakılmış bir yazardır.
KÜLT ROMAN ÖNCESİ HAZIRLIK
Romancı kimliğiyle yaşadığı zamanda pek de öne çıkmamış Bulgakov, romancıların ilk kitaplarının onların biyografileri, sonuncuların ise anıları olduğunu örnekleyenlerden biridir. “Bir Köy Doktorundan Anılar”daki ‘Katil’ anlatıcının, “içe dönük” doktoru Yavşin için “Çok iyi doktorsunuz ama yanlış meslek seçmişsiniz; siz yazar olmalıydınız” yakıştırması, bir gece yolculuğunda yazdığı öyküyü mola yerindeki yerel gazetenin matbaasına götüren tıp doktoru Mihail Bulgakov’a yakındır gerçek yaşamda. Oyunlaştırıldığında Stalin’in de beğenerek seyrettiği “Beyaz Muhafız”, “komünist kahraman içermediği” gerekçesiyle Bulgakov’u sansürle yüzleştiren bir kitaptır.
Sosyalist rejimin bürokratik baskılarını alaycı bir dille eleştiren Bulgakov, Stalin rejiminin, ‘büyümek ve en büyük olmak’ tutkusunu “Kader Yumurtaları” kitabında sıra dışı bir bilim adamının canlıların organizmasındaki büyüme hızlarını artırmasıyla yaşanan toplumsal sorun olarak alaya alır. Zooloji Enstitüsü müdürünün odasında, üç kutu kurbağa yumurtasına uygulanan “ışınlama” yöntemiyle iki gün içinde binlerce iribaş, yumurtadan çıkar ve kurbağaya dönüşür. Saldırgan kurbağalar, “odaların zemininde, enstitünün her bir köşesinde gür sesli bir koro, bataklıktaki gibi ulu[maya]” başlar. Bulgakov’un “Köpek Kalbi” romanı oldukça sert dilli bir rejim eleştirisidir.
Rejimin, burjuva değerlerini yok ederek onların yerine proletaryayı yerleştirme çabası, ünlü bir cerrahın sokakta bulduğu köpek yavrusunu ameliyat edip bazı organlarını insanınkilerle değiştirmesiyle alaya alınır. Ameliyatla organizması değiştirilen -proletarya kimliği kazandırılan- yarı insan köpek, uygunsuz davranışlarıyla çevreyi rahtsız etmekle kalmaz, sistemin açıklarından yararlanarak statü de kazanır, “işçi sınıfına karşı” oldukları ya da Rus votkası varken “İngiliz votkası” içtikleri gibi nedenlerle yöneticileri tehdit eder ve ÇEKA üniforması giyerek baskınlar düzenler, doktorun odasına bile el koyar.
Son Günler, Moliere Efendi ve Teatral Bir Roman, rejimin bürokrasisiyle barışamamış Bulgakov’un trajik yaşamının yansıdığı üç önemli kitabıdır. “Son Günler” tiyatrosunda, yönetim güçleri ile adamlarının operasyonlarıyla son günlerinin trajik durumuna tanık olduğumuz şair Puşkin, rejimin bürokrat çevrelerinin sıkboğaz ettiği Bulgakov’dur oysa. Doktorluğu bırakarak yazarlığa yönelen ve “tiyatroyu bir kurtuluş kapısı” gören Bulgakov, baba mesleği halıcılığı sürdürmek yerine tiyatroyu seçen Moliere’i konu edinen “Moliere Efendi” kitabında kendi yazarlık yaşamındaki güçlükleri duyurmak ister okura.
Walter Benjamin’in, Sovyet Ansiklopedisi için yazdığı “Goethe” maddesinin, ideolojik propagandadan yoksunluğu nedeniyle reddedilişine benzer biçimde Bulgakov’dan, “olumlu karakter” yapmadığı Moliere’i değiştirmesini ister bürokrasi ancak o, bu dayatmayı kabul etmez. Hemen her oyunu sansüre takılan, Bulgakov, başyapıt “Üstat ile Margarita” romanının bir tür ön hazırlığı sayılacak “Teatral Bir Roman”da, Stalin rejiminin sansür kurulunun işleyişini fantastik bir dille eleştirir. “Teatral Bir Roman”, handiyse “yeryüzünde karmaşık mekanizmalar vardır, ama tiyatro en karışık olanı” sözünü somutlaştırmak ve Rejimin “parti edebiyatı” dayatmasının özgür sanata müdahale biçimini göstermek için yazılmıştır dense yeridir.
TEORİYİ AŞAN ROMANIN REJİMİ YEREN İRONİK DİLİ
Bulgakov’un, roman kuramcılarına bildiklerini sorgulatacak kült romanı “Üstat ile Margarita”, iki ayrı izlekte gelişen bir romandır. Bir yanda Moskova ile Golgotha Tepesi yakınlığı diğer yanda ise Stalin dönemiyle İsa’yı yargılayan vali Pontius Platius’un zamanının yan yana oluşu vardır romanda. Anlatılan hikâyenin kahramanı, kendisini Profesör Woland olarak tanıtan ve adamlarıyla birlikte kısa bir sürede Moskova’nın altını üstüne getiren Şeytan’dır. İki bölümlük romanın, Stalin dönemi Moskova’sına gelen Şeytan ve adamlarının şaşırtıcı öyküsü ile İsa’nın çarmıha geriliş sürecindeki tedirgin vali Pontius Platius’un dramatik öyküsü önemlidir romanda. Bunların yanında bir başka öyküden, Platius hakkındaki romanı nedeniyle akıl hastanesine düşen Üstat’ın, varlıklı kocasına karşın Margarita ile yaşadığı aşk öyküsünden de söz edilmelidir elbette. Roman için, “eğer kötülük olmasaydı ne yapardı senin iyiliğin” sorusuyla ‘iyi’ ile ‘kötü’ karşıtlığının irdelenişidir de dense yeridir.
“Üstat ile Margarita” romanının, çok kez yazarın biyografisiyle örtüşen yanının rejimin edebiyat anlayışına yönelik ‘şeytani’ eleştiriler olduğunu söylenebilir. Yurt dışına çıkmak isteğiyle birkaç kez mektup yazdığı ancak izin alamadığı Stalin’le arası pek de kötü olmayan ve resmi edebiyat çevrelerinin, devrimi onaylamış ancak komünist olmayan “poputçik” yazarlardan saydığı Bulgakov, dışlanmış bir yazar olmasına karşın ölüm haberi üzerine de Stalin’in “özel kalem müdürü” arayarak aileyle ilgilenmiştir. Stalin’in, eserlerini kimi zaman beğenip övdüğü Bulgakov, resmi edebiyat çevrelerinin sansür, yasaklama ve görmezden gelme türündeki yaptırımlarıyla sıkça karşılamış bu nedenle de eleştirilerini “devrim” yerine, bürokratik devlet edebiyatı politikasına yöneltmiştir.
Onun yazarlık yaşamının neredeyse tamamını kuşatan ve Marksist estetiğin “toplumcu gerçekçilik” adıyla “devletçi” yorumunun yapıldığı Stalin devri, sanatın ve edebiyatın propaganda gücünü önemseyen rejimin, bu gücü kullanmaya ve projesine karşı duran sanatçıları cezalandırmaya, biçimlendirmeye giriştiği dönemdir.4 Bulgakov’un, Stalin’e yazdığı mektupta (28 Mart 1930) “Bir komünist piyes yazmaya gelince, bunda tamamen yetersiz olduğumu önceden bilerek denemedim.” açıklamasının nedeni, rejimin dayatmacı anlayışıdır.
Devrim sonrası dönemdeki kenarda kalmışlığıyla Mihail Bulgakov’u, bizdeki çağdaşı Tanpınar’a, başyapıt romanı “Üstat ile Margarita”yı da ironik diliyle “Saatleri Ayarlama Enstitüsü”ne yakın gördüğümü söylemeliyim; her iki yazar da gündelik kaygıların ötesinde okundukça okunacaklardır. Romanın, iyi-kötü karşıtlığı gibi evrensel söylemi bir yana, Stalin döneminin, ucu şiddete varan bürokratik dayatmalarıyla sanatı “ideolojik aygıt” gören sansürcü “parti edebiyatı” anlayışını örtük bir dille sorgulayan dili dikkate değerdir. Sanata yönelik bu yönlendirici iktidar tutumu, romanın yazıldığı rejimin dönemde başlamadığı gibi romanın yerdiği siyasal rejimle de sınırlı değil elbette; iktidar gücünün baskısı altındaki sanatın ve sanatçının özgürlük sorunu olarak her dönemde yaşa(n)maktadır bu çelişki.
Otoritenin gözünde, Bulgakov benzeri “tuhaf” karakterli yazarı, “yazı”nın var ettiğine kuşku yok ancak ideolojik totalitarizmin bugün de var olup olmadığıdır asıl irdelenmesi gereken. Mihail Bulgakov’un sanatçı ustalığı, “sanat baskıdan doğar” esiniyle var ettiği metinlerle alternatif bir dünya öneren sanatın/edebiyatın, muhalif tavrını otoriteyi aşacak türde eser yaratma fırsatına dönüştürmesidir. Bu nedenle “Batı Kanonu” kitabında Harold Boloom’un, biraz da “emin” olmayarak yaptığı “Kaos Çağı: Kanonsal Bir Kehanet” başlıklı listesine ekleyip “batı kanonu” kapsamına eklediği “Üstat ile Margarita”, yine onun deyişiyle “tekrar okunmayı talep ed[ecek]” ve “sınavı geç[ecek]” bir roman olarak okunmayı sürdürecektir. Hakkında bunca söz söylenip yazılmış ve mirası, adının önüne geçerken yüzüncü yılına ulaşan Devrim, bilinmeli ki romancı Bulgakov okunmadan anlaşılamayacaktır.
Kaynakça
- Mihail Afanasyeviç Bulgakov (1891- 10 Mart 1940)’un, son on yılında yazdığı Üstat ile Margarita, ilk kez yazarın ölümünden çeyrek yüzyıl sonra -bazı bölümleri sansürlenerek- 1966’da Rusya’da yayımlanmıştır. 1967’de tam metin olarak Avrupa’da yayımlanan roman bizde, Fransızca baskısından Aydın Emeç çevirisiyle Usta ile Margarita (1968) adıyla -Bulgakov’un arkadaşı Sergey Yermolinski’nin “önsöz” yazısı eklenerek- yayımlanmıştır. Roman daha sonra, Rusça aslından Sabri Gürses çevirisiyle Üstat ile Margarita (Everest, 2012) adıyla yayımlanmıştır. Roman, Engin Altay çevirisiyle yeniden Usta ile Margarita (İletişim, 2017) adıyla yayımlanmıştır. Bu çalışmada, Sabri Gürses çevirisinden ve Bulgakov biyografisi için de Yermolinski’nin, biyografinin sınırlarını aşan zenginlikteki yazısından yararlanılmıştır.
- Roman Jakopson, “Şairlerini Ziyan Eden Kuşak”, çev. Baybars Bodur, Yeni Düşün 63 (Bahar 1990),
- Charles Taylor, “Marksist Felsefe”, Bryan Maggee, Yeni Düşün Adamları, içinde, çev. Mete Tunçay (MEB, 1979), 59; Bulgakov’un yazarlık yaşamı ve Üstat ile Margarita romanının da yazılma nedeni Stalin dönemi için iki kitabın adını vermek istiyorum: Boris Kagarlitski, Düşünen Sazlık, çev. Osman Akınhay (Metis, 1991); Orlando Figes, Karanlıkta Fısıldaşanlar, çev. Nurettin Elhüseyni (YKY, 2011
- Marksist estetik ve toplumcu gerçekçilik konusundaki birikim oldukça kabarık bir toplamdır. Burada, Toplumcu Gerçekçiliğin Kaynakları kitabının da yazarı Ahmet Oktay’ın, Sanat ve Siyaset (Everest, 2004) kitabındaki ufuk açıcı üç yazının adını -özellikle sonuncusunu, “Marksizmden sapma olduğu bugün anlaşılmış” olan Stalin’in sanata yaklaşımı için- vermek istiyorum: “Karşı İdeoloji ve Edebiyat” (1-49); “Sanat Siyaset İlişkisi Üzerine Kışkırtıcı Notlar” (50-65); “Jdanov’un Hayaleti” (233-242).