Ezenin değil, ezilenin sporu: Futbol
İlk baskısı 1995 yılında yapılan "Gölgede ve Güneşte Futbol", Türkçe’ye Ertuğrul Önalp ve M. Necati Kutlu tarafından 1998 yılında çevrildi. Can Yayınları’ndan aynı tarihte çıkan kitap, bugüne değin sekiz kere baskı yaptı. Peki, Galeano’nun kaleme aldığı, pek çok kere baskı yapan bu kitabın okuyucu tarafından bu denli rağbet görmesine sebep olan şey neydi?
Hiç kuşku yok ki, bu denli popüler bir spor dalı olan, Galeano’nun da dediği gibi gölgede ve güneşte, yani her zaman ve her yerde oynanan futbolun isminin öneminin bu başarıdaki yeri büyük. Ancak burada asıl önemli olan şey, milyonları / milyarları çılgınlar gibi peşinden sürükleyen bir sporun, Galeano’nun bakış açısından anlatılıyor oluşu.
Futbol, pek çok zaman entelektüeller tarafından tartışma konusu olan, yer yer de aşağılanan bir aktivite oldu. Camus’nün kalecilik yaptığı yıllara nazire yaparak, hayata dair pek çok şeyi futboldan öğrendiğini söylemesi, -çünkü top hiçbir zaman beklediği taraftan gelmemiştir- ve bu söylemin popüler “edebiyat” dergileri ve sosyal medya tarafından periyodik aralıklarla yeniden üretilmesi futbol üzerine ilgiyi çektiyse de yine de bu durum uzun soluklu bir anlayışa dönüşmedi. Özellikle son dönemde varolan kısmi ilginin, iktidar tarafından futbolun ideolojik bir aygıt olarak düşünülmesi ve “adamlık” üzerinden tartışmaların yapıldığı bir mecraya dönüşmesi, üstelik de peşi sıra gelen başarısızlıkların bir zamanda sonra periyodikleşmesi bu ilginin de yok olmasını sağladı.
Hâlbuki futbol, her zaman ve her koşulda ilgi çekici olan ve olması gereken, ideolojik olanın tam odağında/ merkezinde olan bir spor dalıdır. Çünkü futbol, kitlerinin düşünüş ve yaşayış biçimini yansıtır. İşlevseldir, ezilenin kendini temsil edebileceği bir mecradır. Maradona’yı bu denli büyük ve kahraman bir futbolcu haline dönüştüren şey, tüm zamanların en iyi oyuncularından biri olmasının yanında, İngiltere’yle savaşan Arjantin’in savaşı kaybettikten sonra yapılan futbol maçında, İngilizleri ip gibi dizerek attığı golde de saklıdır. Üstelik aynı maçta bir tane daha gol atar ve dünyanın gözü önünde İngilizleri rezil eder. Bu galibiyet Arjantinlileri sevince boğar. Maradona bir ilah gibi karşılanır. Artık orada, 22 kişinin bir topun peşinden koşması anlamını yitirmiştir. Kimin, neyi temsil ettiği önem kazanmıştır.
Galeano’nun yıllar önce karşılaştığı sokakta top oynayan çocuklara ithaf ettiği kitabında –kaldı ki burada da endüstriyel olana bir karşı çıkış vardır- futbolun varoluşuna, biçimlerine ve görev dağılımlarına dair kaleme aldığı denemeleri bulunuyor. Yazar, bu denemelerinde felsefi bir dile kaçmadan, futbolun kendinde uyandırdığı hisleri tanımlayarak farklı bir bakış açısı sunar. Futbolun, ne olduğunu ve ne olmadığı, tanıklıkları üzerinden açıklamaya girişir. Tüm Uruguaylılar gibi futbolcu olmak istediğini ve bu spor dalını çok iyi oynadığını –ancak rüyasında öyle oynadığını- söyler. Yazar, bu mizahi dili tüm denemelerinde korur.
Öyle ki, dünya kupasının yapıldığı yıllara ayrı ayrı başlıklar açan yazar, o dönemde meydana gelen olayları –yani dünyanın geçirdiği gelişimleri- ardı ardına dizer. Sistemle, sistemin dayattığı baskıyla ve sistemi temsil eden kibirle dalgasını geçer. 1962 dünya kupasından başlayarak denemelerine aldığı, “Miami’deki güvenilir kaynaklardan elde edilen bilgilere göre Fidel Castro’nun devrilmesi her an gerçekleşebilir.” cümlesi, kitapta yer alan dünya kupası yazılarının tümünde yer alır.
Galeano’nun son yazısında bile cümle öznesi ve yüklemi değişmeden aynı bütünlükle yerini alır. Kitabın son baskısında 2010 dünya kupasına kadar olan kaleme alan metinler de eklenir. Bu metinlerde Fidel yine devrilmez.
Galeano, bu denemelerinde futbolun pazarlanan kısmıyla –reklamlarla- da dalgasını geçer. Bütün büyük reklam kampanyalarının sonunda bir yolsuzluğun patladığını, futbol endüstrileştikçe içinin boşaltılmaya çalışıldığını açıklarken, bu sporun kültürel yönüne değinir. Kitlelere ne vaat ettiğini, onlar için ilgi çekici olanın ne olduğunu uzun uzadıya kaleme alırken, şiirsel bir dille futbolun destanını yazar.