‘Aynadaki Çürüme’ sürgünün yası
Diliyle, sesiyle, uğraştığı sorunlarla birlikte değerlendirildiğinde Narin Yükler dikkat çekici bir şair... Kanaatim o ki Yükler, modern Türkçe şiirin geleceğinde de önemli bir isim olacaktır.
DUVAR - Modern Türkçe şiirin, daha en başından itibaren hüzünlü bir şiir olduğu söylenebilir. Hatta zaman zaman melankolikleştiği bile öne sürülebilir. Bunda Ahmet Haşim’in şu meşhur, “melali anlamayan nesle aşina değiliz” dizesinin belirleyici bir rolünün olup olmadığı sorgulanabilir. Öte yandan hüzün, modern insanın varlığıyla, varoluşuyla ilgili bir sorundur da denebilir. Değil mi ki modernleşmenin her anı, aynı zamanda yas, huzursuzluk ve bolca hüzün kaynağıdır. Uygarlığın huzursuzluğunu yazgı olarak yaşayan insanın hüzünden başka harcayabileceği sermayesi mi var; elbet bunu da ayrıca düşünmek gerekir… Aslında hüzünlü insanın şiiri de hüzünlü olur. Hüzünlü toplumun, yaslı toplumun dili nasılsa şiirinin de öyle olacağı açık. Modern Türkçe şiirdeki yoğunluklu hüzün duygusunu buraya da bağlamak mümkün. Öte yandan bir süredir yaşantımızdaki hüzün, yas ve huzursuzluğun daha da yoğunlaştığı duyumsanıyor. Hatta diyebiliriz ki hüzün ve yas birçok şeyin önüne geçmiş durumda. Üst üste yaşanan büyük toplumsal travmaların etkisi olsa gerek.
Biliyoruz ki hayattan kopmadığı sürece dilin yansıtıcı ve temsil edici niteliğinden şiir de etkilenir ve etkileniyor. O nedenle belki de bir süredir hüznün, yasın, huzursuzluğun şiirde daha da yoğunlaştığına tanık oluyoruz. Şiirde arayış her dönem süren dolayısıyla sürekli olan bir durum. Bugünün şiirinde de öyle. Bugünkü şiir açısından belki farklı olan arayışın çok yönlü oluşu. Değişik boyutta, farklı yönlerde, karşıt eğilimler gözlemleniyor. Ancak netlik kazanmış bir eğilim yok.
Bu yönelimler arasında şiiri hayattan, ruhundan, dolayısıyla kendi doğal ve tarihsel tavrından uzaklaştırma çabası da var. Neyse ki hâlâ sonuçsuz kalan bir çaba bu. Her şeye karşın hâlâ siyasal iktidarın yörüngesine girmiş, sermayenin kontrolünde, sesiyle, sözüyle egemen ideolojiye boyun eğmiş bir şiir, blues müziğinde beyaz adamın yorumcudan daha fazlası olmasının imkânsız oluşu gibi imkânsız. Seçici kurulunda Sina Akyol, Orhan Aklaya, Gökhan Arslan, Meryem Coşkunca ve Suat Çelebi’nin yer aldığı Arkadaş Z Özger Şiir Ödülü’nün 2017 yılında verildiği isimlerden biri de Narin Yükler’di (1988).
Paylaştırılan birincilik ödülünü Narin Yükler, “Aynadaki Çürüme” adlı dosyasıyla almıştı. Ödülün diğer ortağı “Ölümler ve Mandalina Kabuğu” adlı dosyasıyla Fatih Kök (1985) olmuştu. “Aynadaki Çürüme”, Mayıs Yayınları tarafından kitap olarak yayımlandı. Ödülün açıklanmasından sonra iki dilli ve Kürt genç şair kadın olarak Narin Yükler’le bir söyleşi yapmış ve burada (gazeteduvar.com) yayımlamıştık. Yükler o söyleşide, şiir yolculuğunun nasıl başladığını şöyle anlatıyordu: “Kimim ben diye sormadım kendime hiç. Bugün ‘Narin Yükler kimdir’ sorusu için aynaya baktığımda aldığım cevap; kadın, anne ve göç. Gerisi detay.
Yarın değişir mi, bilmiyorum. ‘gurbet ki en çok uykusuz gecelerin birikmiş cinnetidir/dönmek için şarkı biriktirmek, gurbete dairdir’ (Toz Kadınları, C. Hakkı Zariç) bu dizeleri okuduğum zaman tutunma şeklimi seçtim: Şiir. 2015 sonu. Kadın olarak, anne olarak, Kürt olarak söylemek istediklerim vardı ve bunları şiir sesimle anlatmak bana daha anlamlı geldi.” “Aynadaki Çürüme”yi okurken Yükler’le yaptığımız söyleşideki özellikle şu, “aynaya baktığımda aldığım cevap; kadın, anne ve göç” ifadesinin eşlikçim olduğunu söyleyeceğim.
Buna değinmemin nedeni şu: Genç bir şairin şiirini hakkıyla anlamak, değerlendirmek için daha fazla çabaya olduğu kadar ipucuna da gereksinim vardır. Genç bir şairin yapıtı her şeyden önce şiir okuma alışkanlığı açısından yabancıdır. Sabır, anlayış ve feraset gerektirir. Yükler’in bu az, ama öz sözü, şiirlerin anlam ve kapsamını kavramak için kitabın içinde yaptığım yoluculuk süresince önüme çıkan düğümleri çözmemde, kapıları açmamda, çıkmazları çıkmamda, anlaşılmazı anlamamda kılavuzum oldu. Şiirin doğası gereği zaten her zaman ıssız ve puslu bir mekândır. Bir dil mekânı. O ortamda yapılan yolculuğun bilinmezlere, değişik sürprizlere açık olması gibi nedenlerle okurun bir mihmandara gereksinim duyması kaçınılmaz. Kitabın adı, bölüm başlıkları, şiir adları, bazen bir dize, bazen bir imge.
Bazen kitabın içinden, bazen şairin yaşantısından. Bu yol gösterici her şey olabilir. Şiir okumayı hakikatli bir uğraş olarak bir keşif yolculuğu gibi görüyorum. Bana kalırsa şiir okumak yolculuğa, başka okumalardan daha fazla benziyor. Duyguda, düşüncede, duyarlıkta süren bir yolculuk. Çok boyutlu bir keşif yolculuğu. Üstelik karşıya geçmeyi, şairin tarafına geçmeyi göze almanın hani nerdeyse zorunlu kılındığı bir yolculuk.
Şiirin okurdaki kalıcı, bazen hasar yaratacak boyutlara ulaşan etkisinin de bu yolculukla gerçekleştiğini düşünüyorum. Yapıtın içinde bazen dura ilerleye gezinmek, bazen uzak, bazen kısa mesafeli yürüyüşler, yolculuklar yapmak şairini de, özgül bir dil olan şiiri de anlamayı, yorumlamayı, açımlamayı, sorununu açığa çıkarmayı kolaylaştırmakta. Ayrıca gizli açık, doğrudan ya da dolaylı, hatta yaratıcısından bağımsızlaşmış her yapıtın içkin bir talebi vardır. Muhatap bulmak, bilinir, görünür olmak. Çünkü her sözün bir nedeni vardır. Her şiirin şiir olma nedeninin temelinde de bunlar yer alır diye düşünüyorum. Okuduğumuz şiirin şiir olma nedenini bilmek düşünmek gerekir.
Bunun için de yapıtla diyalog kurmaya, şairin sesini duymaya azami çaba göstermekten yanayım. Belki bu nedenle çok soru soruyorum. Kitabın içinde yürüttüğüm keşif yolculuğunda oluşan sorularıma yanıt arıyorum. Şiir kitabının içindeki yolculuğun gerçekten de iyi bir okul olduğunu söylemeliyim. Üstelik herkes için gerekli bir okul. Narin Yükler’in “Aynadaki Çürüme”si genç bir şairin ilk kitabının olması gerektiği oylumda. İçerik olarak da hem ne olduğuna, hem de gelecekte ne olacağına, dahası ne olabileceğine yönelik önemli işaretler içeriyor, kayda değer veriler sunuyor. “Yol” başlıklı şiirinden birkaç dize okuyalım:
pencereden izliyorum içimden geçenleribabamın cebime koyduğu ceviz kabuğuna
sığdıramıyorum gerçekleri
giderek daha uzak bir şeye benziyor ev
Kitap “Çürüme”, “Ayna”, “Perde” ve “Hafıza” ara başlıklarını taşıyan dört bölümden oluşuyor. Çürümeden aynaya, aynadan perdeye, perdeden hafızaya geçen ve bu geçişle ilgili bir şiir mi? Bakalım öyle mi? Kitapta bölümlerin tümünü birden kapsayan ortak sorunun göç olduğunu görüyoruz. Yükler, farklı başlıklar arasında yer şiirlerinde göçün değişik aşamalarını, göç sürecinin çeşitli deneyim, gözlem ve izlenimlerini dile getiriyor. Şu dizeler çürüme başlıklı şiirden:
rüzgâr süpürürken yapraklarıaylar, mevsimler, yıllar geçti
geçip giden ne varsa
içimden geçti
Sanırım yolculuktan çokça söz ettim. Göçün acılı ve yaslı boyutlarının alabildiğine sergilendiği bir kitabın etkisinde olduğum için sanırım.
Göçün dile getirildiği şiiri ya da şiirleri daha iyi anlamak için şairi takip etmek gerekir diye düşünüyorum. Ben de öyle yapıp bir göçmen olarak konuşan Yükler’in ayak izini takip ettim. Dönmek dili ezen bir kelime başlıklı şiirden bir bölüm aktarmak istiyorum:
bana gitmenin kuşluk vaktine denk geleni öğretildişeker topladığım sokaklardan koparılmanın gerçekliği
içime döndüm –dönmek dili ezen bir kelime-
dönmediğim her yol için kelimeler biçtim kendime
bana siyahın tonu
gitmenin hiçbir siyaha sığmadığı öğretildi
dönüş biletinin yosun tutan yanını
gurbetin sırta dokunan tarafını
kaşlarının altındaki iki çukura gömme öğretildi
Giderken gidemeyince, yola çıkarken yola çıkamayınca, evden ayrılırken ayrılamayınca, yoldayken yolda olamayınca, kısaca adımların geri geri gitmesiyle yaşanan göçle kimse yerleşince yerleşemiyor göçünce de göçemiyor. Göçmeye, daha açıkçası kaçmaya mecbur bırakılmış bir şair Narin Yükler. Bir süredir ait olduğu evden, mahalleden, şehirden, sevdiklerinden, yakınlarından ayrı, özlemle, yasla yaşıyor mecburen. Bu durum dizelerine de yansıyor bütün açıklığıyla. Yeri gelmişken belirtelim Yükler duygularını, düşüncelerini saklamıyor. Onun bu açıklığı şiirine zenginleştirici bir boyut katıyor. Alıntıladığım şu iki dizede de görüyoruz bunu:
çerçeve hısmıdır artık kerpiç duvarın, kırmaz hatırayıbir annenin kaçıp gitmiş kızıdır en sızılı yanı
Narin Yükler’in dili ve şiirleri kendi kişisel serüveninin, travmasının izleri kadar genel olarak göç sorunu odağında yaslı coğrafyanın sesini, sözünü hayat için, dünya için, insan için, insanlık için, vicdan için bilinir olacağı mesafeye getiriyor. Su masalı başlıklı şiirden bir bölüm okuyalım:
dilimi seriyorum bakır tasın sırtınaellerimi iki yutkunma arası yol
elerim içine çökmüş sahra
yüzümden dökülüyor sır ve dua
sıvası dökülmüş eve denk
duruyor göğsümde sır ve yara
Göç bir mağduriyettir. Büyük bir mağduriyet. Göçle üstelik zorunlu göçle mağdur olan Yükler, bir göçmenin en çok muhtaç olduğu şeyi dile getiriyor.
Göç mağdurunun yüzüne, sesine, sözüne, duygularına, düşüncelerine, duyarlılıklarına kulak vermek insanlık borcudur. Yükler bize bu borcu anımsatıyor aslında. Ama şairin sesi öyle “buraya bakın burada” tonunda çıkmıyor. Bize bırakıyor, duygularımıza, düşüncelerimize duyarlılığımıza bırakıyor bunu. Duyumsayalım istiyor. “Yol” kitabın dikkat çeken şiirlerinden. O şiirden bir bölüm daha alıntılamak istiyorum:
beni getirip sınırın bittiği yere yığdılar. biri bastığımtoprağı çekti, biri alnımdaki ülkeyi. ayak izim tenimde,
terk ettiğim evin gölgesiyle, bir ağacın içinde ısınıyorum
şimdi.
“beklemek ağırlığını almış bir yağmur damlası” dizesinin altını da çizdiğim ve adı Mardin’in eski isimlerinden biri olan Edassa başlıklı şiirden şu bölümü de okuyalım istiyorum:
eleğim yoktu. suyla ayrıldım kendimdentoprak kaplar içerisinde girdim bu şehre
göğsümde kaybettirilmiş köylerin iziyle
“Aynadaki Çürüme” göçe odaklanmış olmakla birlikte başka sorunları ve insanı durumları da konu ediniyor. Öyleyken de bir göçmen olduğu gerçeğinden uzaklaşmıyor. Şiirleri okurken biz de göçmenin insan olduğunu duyumsayalım istiyor. Göçmenliğin ateşine üfleyen aşkın, gurbetin, özlemin dile getirildiği ve kitaba da adını veren “Aynadaki Çürüme” başlıklı şiirden bir bölüm okuyalım istiyorum:
başka sözlerin şarkıları okşuyor tenlerimizi.aynı sözcüklerin omzunda teselli olmuyor sessizliğimiz
aynı gecelerden üşümüyor gençliğimiz.
aynı şehirde değiliz. burada henüz düştü cemre
yokluğunu düşürecek bir sitem bulamadım kendimde. ne
terk ettiğim ev, ne üstüne döküldüğüm yol, eskitemedi
beni sensizliğimden.
hatırla, gülümsemeni sürerdim çürük yerlerime.
aynalara uğramayan suretimi kim yazacak
kim tanımlayacak kelimelerin dildeki ağrısını
yoldaki sancıyı, uzaktan uzağa el uzatmanın kokusunu
kim?
Biraz uzun bir alıntı olduğunun farkındayım. Ama elimde olsa tamamını alıntılardım. Şiir okuruna önerim bu şiir de dahil kitabın tamamını okumaları… Narin Yükler, şiir sesiyle göçü, yası, huzursuzluğu ve çokça da hüznünü söylüyor gönülsüz sürgünlüğünün. Genç bir şair kadın olarak, ama aynı zamanda iki dilde Kürtçe ve Türkçe yazan bir şair olarak da sesleniyor okura Narin Yükler. O da daha başka birçok şair kadın gibi bugünkü şiirin şiir yanında duruyor. Şair kadınlar bugünün şiirinde hüznü söylüyorlar, acıyı söylüyorlar, yası söylüyorlar, çünkü hayatın gerçeği bu, hayatın gerçeğini söylüyorlar. “Aynadaki Çürüme” kitabından son alıntı “Nazar” başlıklı şiirden:
gökteki siyah tülün aralandığı yerde öğrendimkederini abasına gizlemiş bir kadının barışa yürüdüğünü
içe doğru açılamamaktan bıkkın bir kapı
inledi: gam yüklü tasın umuda döktüğü suya kurşun
dökmeli!
Kitabı bitirdiğimde; diliyle, sesiyle, uğraştığı sorunlarla birlikte değerlendirildiğinde Narin Yükler dikkat çekici bir şair diye düşündüm. Kanaatim o ki Yükler, modern Türkçe şiirin geleceğinde de önemli bir isim olacaktır.
KIYIM VE YIKIM DESTANI: DÜŞLERİ KALDI
Pek sık anlatılan bir anekdot var. Bir gün yaşlı ve ünlü bir yazara yolun başındaki genç bir yazar adayı, okuması için yazdıklarını içeren dosyasını götürür. Ünlü ve yaşlı yazarımız, önüne koyduğu dosyanın kapağını bile açmadan yazar adayına sorar: “Neyi eksik buldun da yazmaya karar verdin?” Genç yazar adayının ne dediğini bilmiyorum, ama sanırım yazmakta kararlı ve ısrarcı olan biri şunu derdi. “yazılan ve yazılmış olan şiirde edebiyat külliyatında benim duygu ve düşüncelerim eksik…” Buna muhtemelen gereğinden fazla yazar, şair olduğu iddiasıyla itiraz edilecektir. Ancak Aziz Nesin’in sözündeki gibi ne gerçekten her üç kişiden dördü şair ne de bir şiir ve şair enflasyonu var.
Hiçbir zamanda olmadı. Bence işin aslı şu: “Yer” dar… “Yer”in darlığından değil de sayının fazlalığından şikâyet etmek, aslında hayatımızda karşılaştığımız başka birçok sorunla ilgili aldığımız tavra da bir hayli benziyor. Örneğin durakta bekleyen kalabalık, binemediği otobüsün içindekilerin daha fazla sıkışmadığına kızar da otobüsün kapasitesinin yetersizliğini görmez ya da görmek istemez. Diyeceğim aslında sorun okumakla ilgili. Dar olan yer okumakla ilgili tavrımız. Eğer yeteri kadar okunsa ne şair sayısının çokluğundan ne şiir enflasyonundan söz edilir. Elime yeni geçen “Düşleri Kaldı”, İkbal Kaynar’ın şiir kitabı. Artshop yayınlarından çıkmış. “Düşleri Kaldı”da yer alan şiirleriyle İkbal Kaynar, modern Türkçe şiirin yüzyılı aşkın deneyim ve birikiminin ortasına değilse de içine ve her dönemine yerleştirilebilir. Kaynar, yeni bir şair değil. Genç bir isim de değil. O yönden iddialı da değil. Ama zamanı geçmiş şiirlerin yazarı olarak da görünmüyor. Zamanıyla, çağıyla ilgili. Sosyal, siyasal sorunlara duyarlı. Şiirlerini vicdani bir tepki olarak da tanımlayabiliriz.
Çocukluğumuzda kalan sözlü kültürün önemli örneklerinden birini hatırladım İkbal Kaynar’ın kitabını okurken. Şehirlerin pazar yerlerinde destan okuyucusu ve satıcıları olurdu. Güncel ama trajik bir olayı konu edinerek yazılmış destan ya da destanlarını yüksek sesle okur ve satarlardı. İkbal Kaynar için de yaşadığımız günlerin destancısı diyebiliriz. Kitapta, “Durdu Dünya Durdu Zaman” başlıklı şiir Kürdistan’da ilan edilen sokağa çıkma yasağı sürecinde yaşanan kıyım ve yıkımların konu edildiği şiirlerden biri.
Şiirde her bölümde ayrı ayrı Silopi, Cizre, Sur, Derik, Diyarbakır, Şırnak ve Van’daki katliam ve yıkımla sonuçlanan olaylara değiniliyor. İkbal Kaynar, yazdıklarıyla önemli bir sorumluluğu yerine getiriyor. Yaşananları tarihe not düşüyor. Hangi neden ve konuda olursa olsun eğer bir sorun çıkmışsa onu sosyalleştirmenin ve tarihselleştirmenin önemli bir adım olduğunu düşünüyorum. Kaynar’ın kitabından, “Durdu Dünya Durdu Zaman” başlıklı şiirinden birkaç dizeyi birlikte okuyalım istiyorum:
gecenin acımasız ayazındasokak ortasındaki ölüler üşüyor
kurtuldu sokaktan Cemile’nin küçük bedeni
dokuz gündür buzdolabında donuyor
keşke savaşlar donup kalsaydı da
ölmeseydi hiç kimse ey oğul…
Kim bilirdi tarihte gerçekte ne oldu; o “sivil” ağızlar olmasa… Şiir okuruna “Düşleri Kaldı”yı kitaplığınızda, arşivinizde bulundurun derim.
BU AYIN DERGİLERİ
Varlık Aralık 2017
Varlık dergisinin Aralık 2017 sayısı okurla buluştu. Derginin bu sayısında Mehmet Hameş, Mehmet Özkan Şüküran, Ahmet Çakmak, Burak Abatay, Figen Sariye ve Uğur Koca şiirleriyle yer alan isimler…
Yeni e’nin 14. sayısı
Aylık olarak yayımlanan ve düzenli biçimde okurla buluşan edabiyat kültür sanat dergilerinden biri de Yeni e. Aralık 2017 tarihi itibarıyla 14. sayısı yayımlanan dergide şiirleriyle şu isimler yer alıyor: Denis Brutus (çeviren İlyas Tunç), Mazlum Çetinkaya, Önder Karataş, Fırat Caner, Mesut Aşkın, Yiğit Kerim Arslan, Altay Ömer Erdoğan, Nazan Şahin ve Cihan Oğuz.