Murat Özyaşar ve Sylvain Cavaillès anlattı: 'Aksayan' Sarı Kahkaha Balkanlar'da!
Murat Özyaşar ve Sylvain Cavaillès ile Uluslararası Balkanika Edebiyat Ödülü'ne layık görülen Sarı Kahkaha'yı konuştuk. Cavaillès, "Sarı Kahkaha’nın başka dillerde çevrilmiş ve çevrilecek olması bana mutluluk veriyor ve anlamlı bir eylem içinde bulunduğumu söylüyor. Çeviri işinin amacı tam olarak budur: Kendinizi adadığınız eserlerin, yazarların ufuklarını farklı dillerde okuyan, farklı ülkelerde yaşayan insanlara açmakta bir katkıda bulunmak..." diyor.
Adalet Çavdar [email protected]
DUVAR - Murat Özyaşar’ın Sarı Kahkaha adlı öykü kitabı geçtiğimiz hafta Uluslararası Balkanika Edebiyat Ödülü’nü aldı. Murat Özyaşar ve çevirmen Sylvain Cavaillès ile Sarı Kahkaha’yı, çeviri sürecini, Türkiye Edebiyatı'nı, çok dilliliği ve edebiyatı uzaklara taşımayı konuştuk. "Başka dillerdeki yankısını ben de merak ediyorum doğrusu, nasıl bir bağ kuracaklar. Burada, okur katında nasıl bir karşılığı var, az biraz haberdarım. Savrulan bu koca dünyada, benim de meramım savrulan herkes kadar, ne eksik ne de fazla" diyen Özyaşar'a, Sylvain Cavaillès, "Murat’ın edebi dilini Fransızca’ya kazandırmak ihtiyacını duyduğum için çevirmek istedim. Zorluklar işin en keyifli tarafları oldu: Murat’a ihanet etmemek için yeni bir dil yaratmam, Murat’ın Fransızca’daki dilini bulmam gerekiyordu" diyerek karşılık veriyor.
Bu ödül, kitabın başka dillere çevrilmesine de önayak oluyor. Sarı Kahkaha, bu coğrafyadaki derdin fail ve mağdurlarına ilişkin bir kitap. Şimdi yeni "uzak" gözlerin önüne serilmiş olacak. Bu uzak bakış bir yazara hangi imkânlar sunar?
Murat Özyaşar: Başka dillere çevirinin olması sınır kavramının gereksizliğini ve yersizliğini silmesi açısından önemli. Yazar ve okur olarak söyleyebilirim ki, çeviri edebiyat olmasaydı başka dillerin ve dünyaların bu denli yakın olduğunu, kimi zaman komşumuzla dahi kuramadığımız yakınlığı, ki aramızda kimi zaman iki adımlık bir mesafe, kimi zaman da bir buçuk saatlik bir uçak yolculuğu mesafesi varken, dünyanın ta öbür ucundaki bir başka kahraman ve dille yakınlığımızı ve uzaklığımızı fark edemeyecektik. Bu sebeple “Uzak nedir,” diye ben de sormak istiyorum açıkçası.
Nihayetinde insan ya kendine yazar ya da kendini yazar. Yazılan metinle buluşma, değişip dönüşme halleri, küçük bir kalp çarpıntısı yahut gözlerin az biraz büyümesi, uzaklığın ve yakınlığın da en önemli kıstası bana kalırsa. Uzak veya yakın bakışa yazmıyoruz, yazmamalıyız, ya da şöyle toparlayacak olursam “Okur için yazmak suçtur,” diyordu Tomris Uyar. Okura yazmak gerek. Bütün imkân ve vaat de orada duruyor, okura yazdığımız yerde.
'HİÇBİR ÖDÜL KİMSEYİ YAZAR YAPMIYOR'
Siz ilk kitabınız Ayna Çarpması ile de Yunus Nadi ve Haldun Taner ödüllerini aldınız. Ödüller bir yazarın hayatını nasıl etkiliyor?
Murat Özyaşar: Eşinizi, dostunuzu, annenizi sevindiriyor, ama yazarın hayatından ziyade ödüllerin metinleri etkilediğini düşünüyorum. Aldığınız ödülü sizden önce kimler almış, jürisinde kimler var, ödülün nasıl bir sicili var, bunlar önemli. Okur açısından yazdığınız kitabın görünür olmasını sağlıyor ödüller. Sonuçta hiçbir ödül kimseyi “yazar” yapmıyor, Sevim Burak geliyor aklıma böyle zamanlarda, Sait Faik Ödülü'nü almayı çok istemiş ancak alamamıştı, talihsizlik diyelim. Sonuçta Sevim Burak'ın okuru ona, zamanla gereken bütün ödülleri verdi.
Öyküleriniz birden fazla dile çevriliyor… Bir süredir sürekli savrulan koca dünyada insanlara anlatmak istediğiniz asıl meram nedir? Sizi okurken ne duyar ne dinlerler?
Murat Özyaşar: Şimdiye değin öyküler İngilizce, Almanca, Fransızca, İtalyanca ve anadilim Kürtçe’ye çevrildi. Başka dillerdeki yankısını ben de merak ediyorum doğrusu, nasıl bir bağ kuracaklar. Burada, okur katında nasıl bir karşılığı var, az biraz haberdarım. Savrulan bu koca dünyada, benim de meramım savrulan herkes kadar, ne eksik ne de fazla.
Geçen gün şöyle bir şey oldu: Balkanika Edebiyat Ödülü’nün haberini aldıktan bir gün sonraydı, evin yakınında sabit duran bir vapur var, bir nevi cafe olarak kullanılıyor. Ben de çalışmak için genelde orayı kullanıyorum. Bilgisayarı açtım, kulaklığı taktım, Şivan Perwer dinliyorum. Meğer kulaklığı yanlış takmışım, ses olduğu gibi dışarıda. Kürt garson yanaştı ve şöyle dedi: “Müzik güzel de, biraz kıssak, biliyorsun!”
Türkçe, İngilizce veya Fransızca bir şarkıyı yüksek sesle dinleseydim aynı uyarıyı yine alırdım, ama “biliyorsun!” vurgusu olmazdı. Bütün meramımı özetleyen sözcüktür: “Biliyorsun!”
Hepimiz biliyoruz ki, “biliyorsun!” sözcüğünün altında koca bir tarih ve insan hâlleri var. Şimdi hariç değil!
'AKSAYAN BİR DİL...'
Öykülerinizin dili hem sert hem ağdalı ama sizin öykülerinizde ağdalı ya da şairane üslup okuyanı ajite etmek yerine biraz sakinleştiriyor. Dilinizin bir şerbeti var adeta. Aklınıza bir hikâye düştüğünde dili ile birlikte mi düşüyor, kendinizce dili nasıl kuruyorsunuz?
Murat Özyaşar: Kürtçe'nin yasaklı olması sebebiyle temiz bir Kürtçe’nin konuşulmadığı, yaşayanların Türk olmaması sebebiyle temiz bir Türkçe’nin de konuşulmadığı, herhangi bir dilin herhangi bir ağız, şive ve lehçesinin de konuşulmadığı, hele hele bir aksanın hiç konuşulmadığı, ancak ve ancak “aksayan” bir dilin konuşulduğu, gramatik ve semantik bağlamda Türkçe’yle Kürtçe’nin birbirine fena halde bulaştığı, bulaşmakla kalmayıp birbirini feci kırdığı bir dilin içine, Diyarbakır'da doğdum ve yaşadım.
Dil, benim için edebiyatta en önemli öğelerden biri olageldi. Üzerine fazlasıyla kafa yoruyorum. İki dilli yazarlar fazlasıyla ilgimi çekiyor; Bilge Karasu, Yaşar Kemal, Emine Sevgi Özdamar, Selîm Berekat, Beckett, Kafka, Cioran, Cemal Süreya bunlardan birkaçı. Hikâyenin kendisi dili belirlediği gibi, kimi zaman da dil hikâyeye yön veriyor bende.
Peki, Sylvain Cavaillès Türkiye ve Türkçe edebiyatla ne zaman ve ilk hangi yazar kitaplarla tanıştınız?
Sylvain Cavaillès: 2003’te, Türkiye’yle hiç bağlantım yokken, Fransızca çevirisinden Murathan Mungan’ın Üç Aynalı Kırk Oda kitabını okudum. Bu kitap, özellikle içindeki Gece Elbisesi başlıklı öyküsüyle beni çok etkiledi. Onu okuduğum sırada “bu şehri keşke görebilsem, bu yazarla konuşabilsem”, hatta “bu öyküyü ben çevirebilseydim” diye düşündüğümü hatırlıyorum. Kafamda bir şey oluştu o sırada, ama 10 sene sonra master tezimin kapsamında Paranın Cinleri'ni çevireceğimi hiç tahmin edemez ve biri 14 sene sonra çevirdiğim bir kitabın bir ödül alacağını söyleseydi hiç ciddiye alamazdım.
“Sarı Kahkaha” ile bir okur olarak karşılaşmanız nasıl oldu?
Sylvain Cavaillès: Sarı Kahkaha’nın çıkmasından birkaç ay önce, yani Mayıs 2014’te, TÜYAP’ın son düzenlediği Diyarbakır Kitap Fuarı’nda, Murat Özyaşar’ın bir panel konuşmasını dinledim, sonra da kendisiyle stantta tanıştım. Kitap 2015’te çıktığında, Murat’ı tanıyordum ve Ayna Çarpması’nı okumuştum. Murat’ın has bir edebiyat yaptığı kanaatindeydim.
Sarı Kahkaha'yı Fransızca’ya neden çevirmek istediniz? Çeviride nasıl zorluklarla karşılaştınız?
Sylvain Cavaillès: O zaman doktora tezime başlamıştım. Hem tezde önemli bir yer tutacağı için, hem de Murat’ın edebi dilini Fransızca’ya kazandırmak ihtiyacını duyduğum için çevirmek istedim. Zorluklar işin en keyifli tarafları oldu: Murat’a ihanet etmemek için yeni bir dil yaratmam, Murat’ın Fransızca’daki dilini bulmam gerekiyordu.
Sizin daha çok Kürt yazarlarla çalıştığınızı biliyoruz, bunun özel nedenleri var mı?
Sylvain Cavaillès: Bir tez gereği var, ama bu da tesadüf değil. Bence son senelerde Türkiye edebiyatında en dikkat çekici yazarlar Türkçe yazan Kürtlerdir. Ayrıca Kürt bölgeleri edebiyatta görünür oldu son zamanlarda, bu da ilgimi çeken bir şey: bir şehir, bir bölge, coğrafi bir öğe nasıl edebi bir nesneye dönüşür diye. Ayrıca, dil meseleleri, dertleri de var Kürt yazarların, bana yakınlık duyduran.
'KİMLİK HAFIZADIR'
Sarı Kahkaha'yı Fransız okur neden okumalıydı? Fransız okur daha çok roman mı öykü mü okuyor?
Sylvain Cavaillès: Fransız okur romandan başka bir şey okumazmış. Bunu çoğu yayıncı, ama en çok dağıtımcılar söylüyor. Sonuç olarak öykü pek yazılmıyor, pek de çevrilmiyor Fransa’da. Sadece Fransız okur değil dünya okuru, Sarı Kahkaha’yı dünyaya, edebiyata başka bir açıdan bakmak, hayatı başka bir sesten dinlemek için bir an önce okumalı.
Kimlik bu zamanda nasıl bir şey? Yorucu mu, ufuk açıcı mı? Hapishane mi, özgürleştiren bir şey mi?
Sylvain Cavaillès: Kimlik hafızadır. Dünyamız yıkılabilir ona tutunmalıyız. Edebiyat bir umudu, bir derdi olan insanların hayata tutunmasını sağlıyor. Bir ışık tutuyor. Fakat kendisi hayatta kalmaya çalışıyor.
"Uzak" bir coğrafyanın derdine çevirmenin bakışı nasıl oluyor? Buna bağlı olarak, çevirdiği bir kitabın, yeni çevirilerle ödüllendirilmiş olması size neler düşündürüyor?
Sylvain Cavaillès: Dert ortağı gibi olmaktır. Bağlı olarak, Sarı Kahkaha’nın başka dillerde çevrilmiş ve çevrilecek olması bana mutluluk veriyor ve anlamlı bir eylem içinde bulunduğumu söylüyor. Çeviri işinin amacı tam olarak budur: Kendinizi adadığınız eserlerin, yazarların ufuklarını farklı dillerde okuyan, farklı ülkelerde yaşayan insanlara açmakta bir katkıda bulunmaktır.