Ömer Arslan: Rastlantılara bel bağlamak olmaz!
Ömer Arslan'ın, 22 öyküden oluşan kitabı "Avuntular" raflardaki yerini aldı. Edebiyatla olan ilişkisine ve Avuntular'a dair kısa bir söyleşi yaptığımız Arslan "Hevesle, bir solukta yazılan metinler arasından iyi öykülerin çıkması mümkün ama rastlantılara bel bağlamak olmaz" dedi.
Gonca Arslan
DUVAR - Ömer Arslan’ın 163 sayfa içerisine sığdırdığı yirmi iki öyküden oluşan kitabı Avuntular, İletişim Yayınları aracılığıyla okuyucuyla buluştu. Genç yazarın ilk kitabı olmasına karşın kendi sesini bulduğu hissediliyor. Yazar kendi biçemini inşa sürecini “Sağlam metinler, zihinde günler süren bir ölçüp tartma mesaisi, masa başında geçen saatler, demlenme süreci, ardından gelen eleştirel okuma ve tekrar tekrar düzeltme sonunda ortaya çıkıyor, bunu zamanla öğrendim,” diye tarif ediyor.
Kitabın kendine has bir sakinliği ve derinliği var. Var olmanın doğasında olan, içselleştirdiğimiz bir buhran öykülerin genel atmosferini oluşturuyor. Büyük olayların ve gösterişli karakterin peşinde değil yazar, gerçekliğin ayrıntısına inmeyi tercih ediyor, karakterlerini buradan besliyor, özgürlüklerini detaylarından ilan ediyor. Bu sayede okuyucuya bir adım daha yaklaşıp, zamanın akışı içinde var olabilecek yeni bir gerçeklik yaratıyor. Öyküleri birbirleriyle organik bir bağ içinde, birbirlerine ufak, gizli dokunuşları hissediliyor, bir o kadar da özgün, bambaşka sesler, bambaşka olaylar, daha ziyade, durumlar.
Bu sakinliği ve derinliği genç yazarın aktarış biçemine de yansıyor. Abartılı bir anlatımdan kaçınarak sadeliğe anlam katıyor, gündelik dili kalemine yedirmeyi başarıyor. Ortalama altışar sayfadan oluşan öyküleri ne bir eksik ne bir fazla, sadece bilinmesi gerektiği kadarını anlatıyor. Hayatı, gerçekliği ve kitabın gerçekliğini bu tip kesitler bütünü olarak sunuyor.
Ömer Arslan'la edebiyatla olan ilişkisine ve Avuntular'a dair kısa bir söyleşi yaptık.
Kendinizi tanımlamak durumunda kalsaydınız tarzınızı ve edebiyat anlayışınızı nasıl ifade ederdiniz?
Yalın diyebilirim. Okurken bu cümle, paragraf olmasa bütünden ne kaybederiz, diye sorarım hep. Hele bir de kulağa hoş geliyorlarsa iki kere düşünürüm. Edebiyat anlayışım da bu doğrultudaki çaba üstüne kurulu.
Neler okuyorsunuz? Sizce başucu kitaplarınız ile yazım diliniz ve edebiyat anlayışınız uyuşuyor mu?
Büyük yazarlara bazı yönlerden yaklaşmaya çalışırken bir yandan mesafeyi korumak gerekiyor bence. Carver okuyup onun yazı ekonomisi ve mükemmele yakın öykü yapısı içinde bunaldıktan sonra, Sait Faik’i ferahlamak, insan, içinden geldiği gibi nasıl anlatmalı sorusuna cevap aramak için sık sık okurum.
Bu yüzden, yazdıklarım, başucu metinlerimle bir kesişip bir ayrılıyor.
“Ah şu heves. Bir an önce bilgisayarın başına geçip yazmak için neredeyse koşacaktım. Kendi kendimi yine aynı tuzağa düşürecektim” demişsiniz, bu heves/tuzak sizde nasıl bir baskı kuruyor?
Hevesle yazmak, yazmaktan keyif almak, sonunda metni bir başkası okumayacaksa güzel şey. Alıntıladığınız öyküde aceleci bir genç yazarın çok yazma hevesi yüzünden kendi yazdıklarını eleştirememesi anlatılıyor. Birkaç öykü yazıp beğenilince ben de öyküdeki genç gibi ne yazsam güzel olacak sanmıştım ama öyle olmadı. Sağlam metinler, zihinde günler süren bir ölçüp tartma mesaisi, masa başında geçen saatler, demlenme süreci, ardından gelen eleştirel okuma ve tekrar tekrar düzeltme sonunda ortaya çıkıyor, bunu zamanla öğrendim.
Hevesle, bir solukta yazılan metinler arasından iyi öykülerin çıkması mümkün ama rastlantılara bel bağlamak olmaz. Başlangıçtaki hevesim, zamanla, aman tuzağa düşmeyeyim temkinini yarattı, aklıma geldiği an hoşuma giden bir konuyu çalışmak için aceleci davranmıyorum artık, zamana yayarak yazıyorum.
'GERÇEK METİN YAZARI ORTADAN KALDIRIR'
Herkesin gerçeklik algısı farklılık gösterir, sizin gerçeklik algınız nasıldır? Karakterlerinizi gerçekçi bir noktada konumlandırıyor musunuz?
Bence gerçek bir metin, yazarı ortadan kaldırır. Karakterlerin gerçeğe yakın olması için benzer kişilerin edebiyatta nasıl işlenegeldiğini düşünür, onları sık kullanılan tipler olmaktan kurtaracak ayrıntılar bulmaya çalışırım.
Kitabî gerçekle hayat gerçeğini harmanlayarak hem sokakta hem kitaplarda nadir görülen kişileri ararım. Nadir görülenlerden kastım, kendilerini göstermeyi pek sevmeyenler. Öbür türlüsü yani kişilerin ikinci boyutta kalması, temsil yaratmak ve mesajı okuyucuya taşımak için elverişli bir yöntem. Mesaj kaygım olmadığı için, hazır tipler yerine gerçekliğini metin içinde yaratan karakterleri tercih ediyorum.
Okurken öykülerin birbiriyle bağlantılı oldukları hissine kapılmadan edemiyoruz, gerçekten bir bağ var mı yoksa bilerek mi muğlaklık bıraktınız?
Muğlaklık bilinçli. Öykülerin birbirine belirgin işaretlerle bağlanması, hele o bağ gereksizse yazarın müdahalesini göz önüne serip inandırıcılık sorunu yaratıyor bende. Doğaya, insan ilişkilerine baktığımızda bağları açık bir şekilde göremeyiz, mikroskopla, tarihle inceleyince ancak. Öykünün doğası da böyle kesinliklere değil belirsizliğe yakın bana kalırsa.
İlk kitap zordur, sizin yazım süreciniz nasıl gelişti? Avuntular, Ömer Arslan için ne ifade ediyor?
Elimde ham parçalar, hevesle not alınmış ayrıntılar vardı. Bu ayrıntıları kurgu içinde işlemeye karar verdim. Başta yalnızca hevesle, anlatım sorunlarını kafaya takmadan yazıyordum. Zamana bırakmanın ve tekrar tekrar düzeltmenin önemini anladığım günlerde öykülerim yavaş yavaş dergilerde yayımlanmaya başladı, bir süre sonra elimde bir dosya kadar metin birikmişti.
Yazmaya bir dosya oluşturmak niyetiyle başlamadığım için yayınevinin kabulü, metin üstündeki çalışmamız, kitabın rafa çıkması bana hâlâ gerçekmiş gibi gelmiyor, heyecanlıyım sadece, Avuntular’ın gerçekten ne ifade ettiğini sanırım zamanla anlayacağım.