Algının Fenomenolojisi: Kendin için mi Dünya için mi?
Merleau-Ponty'nin kaleme aldığı Algının Fenomenolojisi İthaki Yayınları tarafından Emine Sarıkartal ve Eylem Hacımuratoğlu’nun ortak çevirisiyle yayımlandı. Merleau-Ponty’ye göre özgürlük “Ben”in temel kurulumunun bir parçasıdır. Bu bağlamda determinizimden uzaklaşmak için özgürlüğü doğal ve tarihi belirlenimimizi askıya alıp “yeniden ele alma” gücü olarak kavrar.
Emre Şan*
DUVAR - Çağdaş Fransız Felsefesi’ni en çok etkileyen eserlerin başında gelen Algının Fenomenolojisi (1), İthaki Yayınları tarafından 2017 Sonbaharı’nda Emine Sarıkartal ve Eylem Hacımuratoğlu’nun ortak çevirisiyle yayımlandı. Çevirmenlerin değerli emekleriyle bize sunulan bu eserin fenomenoloji çalışmaları için bir dönüm noktası olacağını iddia edebiliriz.
Merleau-Ponty’nin doktora tezi olan bu hacimli kitap önsözün ardından, biri giriş bölümü olmak üzere toplam dört büyük bölüme ayrılmıştır. İleride Fransız fenomenolojisinin “şartnamesi” sayılacak ünlü önsöz aslında teze sonradan eklenmiştir. Theodore Geraets’e göre önsöz, savaş sonrası Alman fenomenoloji geleneğini keşfeden Fransa’da, Brunschvicg tarafından genç doktor adayı Merleau-Ponty’ye fenomenolojiden ne anladığını izah etmesi için yazılması önerilen bir metindir. (2) İşin ilginç yanı, Brunschvicg yaklaşık altı yüz sayfalık tezde aradığı sorunun cevabını bulamamış olmalı ki böyle bir önsöz istesin. Zaten söz konusu önsöz tezin içeriğiyle birebir denk düşmemektedir, örneğin Merleau-Ponty bu önsözde indirgemeden ve özlerden söz etmektedir fakat bu konular tezin konuları değildir. Dolayısıyla önsözün Husserlci bir bakış açısından tezin yeniden ele alınması olarak yazıldığını söyleyebiliriz.
Denebilir ki bu önsözde Merleau-Ponty Husserl’i kendisine karşı kullanmıştır. Örneğin Fransız filozofa göre fenomenolojik indirgeme konusunda ortada ciddi bir yanlış anlaşılma söz konusudur ve Husserl’in kendisi de bu durumdan nasibini alır: “Husserl’in yorumcularıyla, varoluşçu ‘ayrılıkçılarla’ ve sonuçta bizatihi kendisiyle arasındaki anlaşmazlık, tam da dünyayı görmek ve onu bir çelişki olarak kavramak için onunla yakınlığımızı koparmamız gerekmesinden ve bu kopuşun bize, dünyanın gerekçesiz fışkırmasından başka hiçbir şey öğretemeyecek olmasından ileri gelir. İndirgemenin en belirgin öğretisi, eksiksiz bir indirgemenin imkânsızlığıdır” (Önsöz, VIII). Mutlak bir zihin olmadığımıza göre mutlak bir indirgemeden de söz edilemez.
“Klasik önyargılar ve fenomenlere dönüş” başlığını taşıyan giriş bölümü, ampirik psikolojinin önyargılarını eleştirmekle işe başlar. Fransız filozof özellikle algıya karşı bir truva atı işlevi gören algı ve duyum ayrımını eleştirir. Deneyimin içeriği olarak duyum kavramının arkasındaki felsefi önyargılar, Gestalt teorisinden ve Husserl’in çalışmalarından yararlanılarak ifşa edilir. Merleau-Ponty, duyumların atomizmi ve çağrışım süreciyle yalın duyumlar bağlantısı fikirlerini eleştirerek algı felsefesine giriş yapar. Aslında Merleau-Ponty’nin amacı ampirik psikolojiden yola çıkarak ampirizmin ve felsefi rasyonalizmin algı konusundaki önyargılarını deşifre etmektir. Böylece sıra genel olarak deneyciliğin (ampirizmin) ve entelektüalizmin (rasyonalizm) algıya dair önyargılarını bertaraf etmeye gelir. Algının Fenomenolojisi’nin asıl başlangıç noktası zaten deneyciliğin ve entelektüalizmin ötesinde bir fenomenoloji ortaya koyma fikridir. Merleau-Ponty’ye göre çıkış noktaları farklı olsa da her iki bakış açısı da nesnel düşüncenin kurbanı olurlar.
Deneyciliğe göre gerçek olan deneyim yoluyla bilinirken, entelektüalizme göre gerçek olan ancak akıl yoluyla kavranabilir. Nesnel düşünceye göre, gerçek olan öznenin pragmatik ilgilerinden ve yorumlarından bağımsız olarak olduğu gibi yakalanabilir. Gelgelelim, vücut-bulmuş öznelliğimiz, duyusal veya mental organlarımız ve pratik arzularımız kaçınılmaz olarak dünyanın bize tezahürünü etkiler. Dolayısıyla dünyayı anlamak için kendimizi de anlamalıyız.
Algının Fenomenolojisi’nin ilk bölümü “Vücut” (3), nesnel düşünce ve deneyim ikiliğinden vücut problemine eğilir. Böylece Merleau-Ponty, ruh/beden ikiliği ve materyalizm alternatiflerinin arasında hakiki bir vücut fenomenolojisinin peşine düşer. Bu bölüm kitapta ortaya konulan birçok sorunun çekirdeğini oluşturduğu için dikkatli bir okuma gerektirir. 1945 tarihli bu kitapta Merleau-Ponty bir yandan kartezyen gelenekte olduğu gibi bilincin gerçekliğinden bahseder ve vücudu onun bir aracı olarak tanımlar, diğer yandan materyalistler gibi fiziki varoluşumuzu öne çıkarır. Fakat bu ne maddi olmayan bir idraka ne de nesnel fiziki varlıklara tekabül eder. Bu bağlamda, nesne olarak vücut ve mekanist fizyoloji, vücut deneyimi ve klasik psikoloji bölümlerinde söz konusu bakış açılarının temel argümanlarını sorgular.
Kitabın ikinci bölümü, “Algılanan dünya”, bir önceki bölümde elde ettiği kazanımları, duymak, uzay, şey ve doğal dünya, başkası ve insani dünya konu başlıkları altında ileriye taşır. Tüm konu başlıklarına ortak olan soru vücutsal öznelliğimizin dünya deneyimimizi nasıl şekillendirdiği sorusudur. Merleau-Ponty’ye göre dünyanın bilimsel kavrayışı soyutlama içerir ve fenomenolojik olguları varsayar. Bilim felsefecileri veya pozitivist bakış açısı öznel, öznelerarası veya yaşanan mekânın (espace vécu) ve fenomenolojik nesnel mekânın varlığını yadsıyarak aslında kendi varsayımlarını reddederler ve çelişkiye düşerler. Zira pozitivist bakış açısı tüm sorunların, prensip olarak, doğal bilimlerin yöntemiyle çözülebileceğini iddia eder.
'HAKİKİ, YEGÂNE VE NESNEL'
Oysa Merleau-Ponty’ye göre dünyaya dair bildiğim her şeyi, kendi görüşümden itibaren veya kendisi olmaksızın bilimin sembollerinin işe yaramayacağı bir dünya deneyiminden itibaren bilirim. Bilimin dünyası ilişkilerin karşılıklı belirlenime dayandığı, tamamlanmış ve kesin bir bütün olarak ele alınırken, yaşam dünyamız, deneyimimizin ve eylemimizin ortamı, ilişkilerin karşılıklı bağlantıya dayandığı açık ve tanımlanmamış bir çokluktur. Merleau-Ponty böylece varoluşsal, antropolojik anlamları olan yaşanan mekân ile geometrik idealizasyonla “hakiki, yegâne ve nesnel” (s. 332) uzayı birbirinden ayırır.
“Kendi-için-olmak ve dünya-içinde-olmak” başlığını taşıyan üçüncü bölümde ise Merleau-Ponty, asıl tezlerini ortaya koyup cogito’yu, zamanı ve özgürlüğü tartışır. Descartes’ın cogito’sunun dil ve ifade üzerinden yeni bir okumasının yapıldığı bu bölümde Merleau-Ponty bir örtük/söylenmeden anlaşılan cogito (cogito tacite) ve bir de konuşulan/söze dökülen cogito ayrımında bulunur. Descartes’ın cogito’su “söze dökülür” veya dil aracılığıyla dolaylandırılır. Ama her felsefeden önce gelen, “kendinin kendine mevcudiyeti”(s. 462) olan örtük cogito’ya göndermede bulunur. Örtük cogito ile konuşulan cogito sırasıyla temellendiren ve temellendirilendir: Dilin, bir dil bilincini, konuşan dünyayı sarmalayan bilincin sessizliğini varsayması anlamında, örtük cogito konuşulan cogito’yu temellendirir. Bu sessizlik refleksiyon-öncesi bir anlam yapısına işaret eder.
“Zamansallık” başlığını taşıyan alt bölümde Merleau-Ponty, zaman ve özne arasındaki karmaşık ilişkiyi sorgular. Onun hedefinde bu sefer maddeyi mens momentanea olarak tanımlayan ve zamanı özneye doğru geriye akıtmaya çalışan geleneksel düşünce vardır. Husserl’in izinden giden Merleau-Ponty kendine şu soruyu sorar: Kökensel bir zamansallık düşüncesi hangi anlamda öznellik anlayışını dönüştürebilir? Bu bölümde Merleau-Ponty Husserl’in karşısına Heidegger’i koyarak kökensel bir zamansallık düşüncesinin peşine düşer. Zamansallık varlığın hakiki ismidir zira “zamansal olmayan hiçbir şey var olamaz” (s. 383). Fransız filozofa göre zaman özne ve dünya, ruh ve vücut, ego ve alter ego arasındaki bağdır. O şeylerin içinde değildir veya bilinçten bağımsız şeylerin akışı olamaz fakat bunun yanında bilinç de zamanın kuruluşunun egemen gücü değildir, zamanı dışarıdan seyredemez, onun kurucusu değildir, bilinç “ile” ortaya çıkacak zamana değil, bilinç “olmadan” ortaya çıkmayacak zamana tutunur. Öyleyse, zamansallık, dünyanın ve öznenin mevcudiyet alanıdır. Böylece Merleau-Ponty, Husserl’in kurucu yönelimselliği yerine daha sonra sık sık üzerinde duracağı “işleyen yönelimsellik” (intentionnalité opérante) veya “varlığa dâhili yönelimsellik” (intentionnalité intérieur à l’être) fikrinin üzerinde durur”.
ÖZGÜRLÜK VE DETERMİNİZM
Son olarak “Özgürlük” başlıklı alt bölümde, özgürlük ve determinizm karşıtlığını tartışır. Merleau-Ponty’ye göre özgürlük “Ben”in temel kurulumunun bir parçasıdır. Bu bağlamda determinizimden uzaklaşmak için özgürlüğü doğal ve tarihi belirlenimimizi askıya alıp “yeniden ele alma” gücü olarak kavrar. Ona göre Sartre’ın özgürlük kavramı yetersizdir. Sartre özgürlükten bir yargı özgürlüğü çıkarmıştır. Dolayısıyla o, salt içselliğe sıkışmış olan bir özgürlük veya tepeden bakan (survol) özgürlüktür, deyim yerindeyse onun özgürlüğü dünyanın anlamlandırıcı toplanışında ona eşlik etmek yerine, hiçliğinin temelindeki kendi amaçlarını belirlemeyi yeğler. Merleau-Ponty için, böyle bir özgürlük verimsiz ve totolojiktir; hiçbir şey yaratamaz, sadece kendi boşluğunu tekrar edebilir.
Sonuç olarak Algının Fenomenolojisi, “Klasik önyargılar ve fenomenlere dönüş” başlıklı girişten sonra, vücut deneyiminden algıya, algılanan dünyadan da özellikle zaman kavramı ile ortaya çıkacak yeni bir öznelliğe doğru yol alır. Fakat söz konusu olan, konuların birbiri ardına dizildiği bir gelişim çizgisi değil temel bir mesele üzerinde yeşeren bir oluşum durumudur. Kitabın ana karakteri üzeri örtülü felsefi varsayımlarla yol alan deneyciliğin (ampirizmin) ve entelektüalizmin (rasyonalizm) yetersizliklerini ifşa etmek üzerine kuruludur. Bu yüzden Merleau-Ponty realist veya entelektüalist bir felsefi önyargıyla yazmaya başlamayı reddeder. Fransız filozofa göre ancak bu şartla deneyimin saf alanı söz konusu geleneksel bakış açılarının ötesinde betimlenebilir.
KAYNAKÇA
1. M. Merleau-Ponty, Phénoménologie de la Perception, Paris, Gallimard, 1945.
2. Theodore F. Geraets, Vers une nouvelle philosophie transcendantale: la genèse de la philosophie de Maurice Merleau-Ponty jusqu’à la Phénoménologie de la perception, La Haye, Martinus Nijhoff, 1971, s. 3.