'Her yer Larzac!'

Osman Murat Ülke ile konuştuk: Doğrudan 68 hareketinin bir ardılı olarak ortaya çıkmadı.

Google Haberlere Abone ol

İZMİR - Alman araştırmacı yazar Wolfgang Hertle’nin 1982’de kaleme aldığı “Larzac” (1971-1981) kitabı vicdani retçi Osman Murat Ülke’nin çevirisiyle okuyucuyla buluştu. Kaos Yayınları’ndan çıkan kitap Fransa’nın güneyinde yaşayan Larzac çiftçilerinin topraklarını orduya terk etmemek için sürdürdükleri direnişi konu ediniyor. O zamana dek dünyadan kopuk yaşayan ve kendilerini değersiz hisseden çiftçiler dış dünyaya açılmalarıyla birlikte aynı zamanda bireysel birer devrim de yaşıyorlar.

Güneydoğu Fransa’daki Larzac platosu üzerindeki kıta tatbikat alanının genişletilme kararına karşı 10 yıl boyunca süren Larzac hareketi, aynı mücadele çevresinde farklı öznelerin birlikteliğine, şiddetsiz eylemlere ve “aşka bir yaşam mümkün” anlayışına örnek olmuş, dünyada en uzun süren şiddetsiz direniş örneklerinden birisi. Sloganı ise ‘’Her yer Larzac!’’.

Larzac hareketinin çıkışı nasıl oldu, hareketin bileşenleri kimlerdi, bu hareketten geriye ne kaldı? Kitabın çevirmeni Osman Murat Ülke sorularımızı cevapladı.

Bu kitabı çevirmenizdeki motivasyonunuza vicdani retçi olmanız ve antimilitarizme ilişkin görüşlerinizin etkisi oldu mu?

1993-94 kışında Savaş Karşıtları Derneği adına 4 aylığına Almanya’da bulundum. Kitabın yazarı olan Wolfgang Hertle ile de kendisinin Hamburg’da kurduğu Şiddetsiz Hareketler Arşivi’nde tanıştım. O gün bana kitabını hediye etti.

Kitap beni çok etkiledi. Wolfgang bir yandan hareketin ardında yatan dinamiklere ilişkin analitik bir bakış açısı sunuyor, diğer yandan da kendi mesafesini koruyarak okuru on yıllık bir süreye yayılan çok renkli bir maceranın heyecanına ortak ediyordu. Daha kitabı bitirmeden çevirisini yapmaya karar vermiştim bile.

Sonra vicdani ret ile ilgili kendi cezaevi sürecim başladı. Cezaevinde boş zamanımı değerlendirmek üzere çeviriye başladım. Maalesef tahliye olduktan sonra ağırlıkla maddi nedenlerle çeviriye bir türlü dönemedim. Yıllar sonra Yırca köylülerinin mücadelesi ile ilgili bir belgeselin galasında bu işi tamamlamaya karar verdim. Haliyle 20 yıl önce cezaevi koşullarında okul defterlerine yaptığım çeviriyi de bilgisayara aktarırken baştan alırcasına elden geçirmem gerekti.

Nasıl oldu da o güne kadar devlete ve hükümete sadakatle bağlı, izole yaşayan bir grup çiftçi, Fransız Hükümeti’nin kıta tatbikat alanının köyleri üzerindeki genişletme kararına karşı çıkmayı başardı?

1960’ların sonlarında Larzac platosundaki kıta tatbikat alanının genişletileceğine dair ilk söylentiler yayılmaya başladığında arazisini satıp gitmeye hazır çiftçiler vardı. Diğerlerinin de direneceği yönünde herhangi bir ipucu yoktu. Zaten plato on yıllardır büyük kentlere göçün etkisiyle boşalmaktaydı ve gitgide çoraklaşıyordu.

Sonrasında planlar somutlaştıkça birkaç etken birden etkili oldu. Genel akışın tersine platonun kuzeyinde yeni yatırım yapmış ve modern tarımcılık yöntemleri kullanan çiftçiler vardı. Haliyle yatırımlarını korumak istediler. Yarım düzineyi bulmayan bu çiftçiler platonun tümü için tetikleyici bir rol üstlendiler. Ancak birkaç çiftçinin çıkarı tek başına bir kitlesel hareketin doğmasını sağlayamazdı.

Hükümet baştan beri çiftçileri muhatap almamakta direndi, projeye ilişkin bütün hazırlıkları gizlilik içinde yaptı ve o arada devletle göbek bağı olan bir dizi spekülatörü zengin etti. Oldum olası çok muhafazakâr olan ve devlete bağlılığı kimliğinin bir parçası olarak gören plato sakinleri bu muameleye çok gocundu, ama bir başına bu ruh hali de kalıcı bir direnişe yol açamazdı.

Özellikle gençlere yönelik çalışmalar yapan Kırsal Hristiyanlar Hareketi bir süredir çiftçilerin benlik algılarında ciddi değişikliklere zemin hazırlamıştı. Kendi emekleri, kimlikleri ve yaşam tarzlarına ilişkin daha özgüvenli olmaya başladılar. Üstüne bir de platoda yaşayan şiddetsiz Nuh’un Gemisi Cemaati ve liderleri olan Gandhi müridi Lanza del Vasto’nun faaliyetleri eklendi.

Yerel ruhbanın desteğini alan çiftçiler Lanza del Vasto’nun destek amaçlı orucundan sonra artık bir birlik olmaya, ortak hareket etmeye hazırdı. Bu kararlılık da 103 çiftçi ailesini temsilen “103’ler Yemini” diye anılan metnin duyurulmasıyla perçinlendi.

Larzac 1971-1981, Wolfgang Hertle, çev: Osman Murat Ülke, 436 syf., 2017.

ZAMANLA ORDU MÜLKİYETİNDE BULUNAN BAZI ÇİFTLİKLER İŞGAL EDİLDİ

Tarihsel olarak baktığımızda kiliseler genellikle legal hareketlerin içinde yer almıştır. Ancak Larzac meselesinde ruhban sınıfın özel bir rol oynadığını görüyoruz. Sizce bunun nedeni neydi?

Bir kurum olarak Katolik Kilisesi için bu doğru olabilir, ama elbette Hristiyanlık monolitik bir yapı değil. Roma döneminde devletle bütünleşen Kilise ve Heterodoksi arasında bu çelişki hep yaşanagelmiştir. İsa’nın Cebel Nutku’nu referans alarak dünyevi iktidara ve bir araç olarak şiddete mesafe koyan tarikatlar ve mezhepler hep olmuştur.

II. Dünya Savaşı’ndan sonra Vatikan da rolünü gözden geçirme gereği duydu ve kitapta da kısaca anılan 1965 tarihli II. Vatikan Konsili’nin dört temel belgesinden biri olan “Gaudium et spes” (Neşe ve umut) ile silahlanma ve yoksulluğa karşı en azından şeklen sorumluluk üstlendi.

Örneğin demin sözünü ettiğim Kırsal Hristiyanlar Hareketi, 20. yüzyılın başında kuruldu. Onu, kendini işçi sınıfının parçası olarak gören İşçi Rahipler Hareketi izledi. Nitekim rahiplerin bir kısmı Fransa’da Nazi işgaline karşı mücadele eden Résistance içinde de önemli görevler üstlendi. Kısacası, bizim buradan Batı’ya bakarak varsaydığımız kadar siyah-beyaz ve net ayrışmış değil her şey. Örneğin Latin Amerika’daki Özgürlük Teolojisi ekolü Türkiye’de nispeten daha iyi bilinir ki bütün bu akımlar ve çabalar arasında sürekli bir etkileşim söz konusu. Ve elbette bunların resmi Kilise ile her daim açık veya örtük gerilimleri oldu.

Larzac örneğine dönecek olursak, yerel ruhbanın bu akımlara açık olduğunu ve devletle yan yana durmaktansa cemaatini öncelediğini görüyoruz. Bölgenin dini önderi konumundaki piskoposun tam da Lanza del Vasto’nun orucu sırasında çiftçilerin direnişini meşrulaştırması bütün bölge halkı üzerinde muazzam bir etki bıraktı. Bir bakıma güç dengelerinde meydana gelen bir toprak kaymasından bahsedebiliriz.

ÇİFTÇİLER KUŞKU BESLİYORDU

Larzac hareketinin çıkışı 1971 yılı. Bu direnişi 1968’in bir artçısı olarak nitelemek mümkün mü? Larzac, 68 gençliğinden ne kadar etkilendi? Larzac için kırsalda devam eden 68 hareketi diyebilir miyiz?

İlginçtir, Larzac konusu henüz en yakın kasaba olan Millau’da tam kavranamamışken Maocu gençler derinleşen ihtilafı gördü ve harekete geçti. Çin deneyiminden esinlenerek “uzun yürüyüş” olarak adlandırdıkları bir program çerçevesinde yazlarını çiftliklerde çalışarak ve elbette “ajit-prop” (ajitasyon propaganda) ile geçirdiler. Çiftçiler bu karşılaşmaya pek de hazırlıklı değildi. 1968 olaylarını daha ziyade kaygı ve devletçi reflekslerle izlemişlerdi. Hem sol akımlara hem kent kültürüne hem de 68’in ortaya çıkardığı yeni gençlik profiline karşı derin kuşkular besliyorlardı. Dolayısıyla bu ilk karşılaşmalar sanki başta sadece aralarındaki uyumsuzluğun altını çiziyor gibiydi ve çiftçiler, yaz bitip de gençler kentlere dönünce rahatlamıştı.

Oysa izleyen aylarda devlet tarafından ciddiye alınmadıklarını gören çiftçiler, kendilerini bir anda gençlerin o çok yabancıladıkları söylemlerine başvururken buldu. Ama 68 gençliğiyle asıl kaynaşma daha sonra gerçekleşti. Çiftçiler dev bir koyun ağılını yasadışı olarak inşa etmeye giriştiğinde yardımlarına yüzlerce vicdani retçi, anarşist ve ekolojist genç koştu. Zamanla ordu mülkiyetinde bulunan bazı çiftlikler işgal edildi ve bunlara çoğunlukla kırda yaşayıp Larzac mücadelesine katılmak isteyen vicdani retçiler yerleşti. Bu gençler bir bakıma Larzac dışında büyük kentlerde bulunan dayanışma komiteleri ile köprü işlevi de görüyordu.

Yani sorunuza dönecek olursam; Larzac doğrudan 68 hareketinin bir ardılı olarak ortaya çıkmadı, ama ondan başta dolaylı, sonrasında da dolaysız olarak beslendi. Yerel bir hareket olarak tek başına Larzac platosu ve sakinleri de 68’in kırdaki temsilcileri olamazlardı, ama Larzac çiftçileri artan oranda çok farklı kesimlerle ittifak kurmayı önemseyip başarabildiği için Larzac ile dayanışma hareketi zamanla gerçekten tüm Fransa’ya yayıldı ve bütün ekolojist ve antimilitarist hareketlerin ortak zeminine dönüşebildi.

LARZAC ÇİFTÇİLERİ İÇİN POLİTİK ÖZNE OLMA DENEYİMİ ÇOK YENİYDİ

Bu süreçte sendikalar Larzac çiftçileriyle nasıl ilişkilendi?

Yerel ve ulusal çiftçi sendikaları, yani FDSEA ve FNSEA, en başta tabii ki Larzac sorununu önemsedi ve çiftçilere destek oldu. Zaten FDSEA’nın yönetici kadroları arasında plato sakinleri de vardı. Ama bu yakın ve olağan ilişkiye iki nedenle kısa sürede gölge düştü.

Larzac çiftçileri için politik birer özne olma deneyimi çok yeniydi, dolayısıyla başta platonun sözcülüğünü üstlenen Roquefort sanayicilerine hiç itirazları olmamıştı. Sütlerinin tek müşterisi olan Roquefort’a zaten geleneksel olarak bağımlıydılar, dolayısıyla sanayicilerin davaya öncülük etmesi sanki eşyanın tabiatı gereğiydi. Ama Larzac mücadelesi kısa sürede birçok farklı kesime ulaştı ve bölge sınırlarını aştı.

103’ler yemininin de gösterdiği gibi, çiftçiler kendi kaderleri üzerinde söz sahibi olabilmek için eski edilgenliklerinden kurtulmak zorunda olduklarını kavradı. Artık kendileri adına ne sanayiciler, ne kasaba eşrafı, ne de sendika başkanları konuşabilecekti. Oysa politik pratiğini geleneksel temsiliyet ilişkileri üzerine kuran kurum ve yapılar için bunu kabullenmek hiç kolay değildi, bu da çiftçi sendikaları ile gerilimlere yol açtı.

İkinci neden ise çiftçilerin çok daha radikal olan ve ağırlıkla Bretonya’da örgütlü bulunan “İşçi-çiftçiler” Sendikası ile yakınlaşmasıydı. İşçi-çiftçiler aslında bir sendikadan çok bir hareketti ve klasik bir meslek örgütü gibi davranmıyor, devrimci bir söylemle çok daha keskin eylemlere imza atıyordu. İşçi-çiftçilerin şiddete başvurmaktan çekinmemesi Larzac çiftçileri için bir sorun teşkil ediyordu, ama liderlerinin çiftçilere Larzac’a ilişkin eylemlerde şiddete asla başvurmayacakları sözünü vermesi iki grup arasında verimli bir işbirliğinin kapısını açmış oldu. Haliyle FDSEA ve FNSEA bu yeni ortaklığı bir tehdit olarak gördü ve örneğin çiftçilerin 710 km’lik Paris kafilesinin farklı duraklarında desteğini esirgedi.

Ne var ki Larzac mücadelesi büyüyüp bütün ülkenin gündemine oturdukça sendikalar da platodaki çiftçi ailelerinin her zaman temel ve tayin edici özne olacağını kabullenmek zorunda kaldı.

MÜTTEFİK OLARAK HERKESE AÇIKLARDI

Mitterrand cumhurbaşkanı seçildiği için Larzac hareketi başarılı oldu diyebilir miyiz? Ya da tam tersine Mitterrand’ın seçilmesi Larzac hareketinin mi bir sonucuydu?

Sondan başlayacak olursam; Mitterrand’ın seçilmesini Larzac’a bağlamanın doğru olacağını sanmıyorum. Ancak ilk soru bence gerçekten incelenmeye değer. Kıta tatbikat alanının genişletilmesi kararını iptal ederek 1981’de sürece somut olarak noktayı koyan Mitterrand olmuş olsa da çiftçiler kamuoyu nezdinde çoktan kazanmıştı ve Fransız Devleti de tıkanmıştı. Çocukların da uyuduğu bir çiftlikte bomba patlatılması, birer işgal harekâtı gibi tasarlanan yasadışı paraşütçü indirme manevraları, çiftliklerden ve köy yollarından geçen ağır tonajlı askeri konvoylar, gözaltı ve cezaevi süreçleri, yasa gereği tazminat bedellerini belirlemek üzere çiftliklere gitmesi gereken yargıca eşlik edip köylüleri coplayıp gaza boğan askeri birlikler… Bütün bunlar, yani baskıyı arttırmak üzere atılan her adım; direniş iradesini ve ülke çapında dayanışmayı büyütüyor, devletin meşruiyetini sarsıyordu. Hatta saldırgan açıkça devletken, bazı sağ politikacılar panikle işi iyice çarpıtarak direnişi bir iç savaş ortamını beslemekle suçluyordu. Kısacası Larzac ihtilafı devlet için taşınmaz hale gelmişti.

Ayrıca kamulaştırma sürecine zemin hazırlayan kamu yararı kararı da zaten bir kez uzatılmıştı. Süre bitmek üzereydi ve yasal olarak ikinci bir uzatmaya gidilmesi söz konusu değildi. Devlet elbette hâlâ kamulaştırmaları bir gecede geçirme şansına sahipti, ama anlaşılan böylesi bir hareketle açılacak yaraların kolay kolay kapanamayacak olması iktidarı frenlemişti.

Yani çok zorlarsak 1981 Cumhurbaşkanlığı seçimini Gordion düğümünün kesilişi olarak yorumlayabiliriz, ama meseleyi buna indirgemeye kalkarsak ihtilafın ardında yatan çok sayıdaki belirleyici dinamiği kavramaktan uzaklaşırız.

Türkiye toplumu olarak hiçbir konuda ortak hareket etmeyi öğrenemedik. Larzac hareketi çok müttefikli olduğu halde hiçbir ortaklığı olmayan kesimleri bir arada tutmayı başardı. Türkiye’deki eksiğimiz bu mu, Larzac çiftçilerinden nasıl bir ders çıkarmalıyız?

Türkiye’de pragmatizm veya faydacılık deyince bundan hep kötü bir şey anlıyoruz. Oysa her toplumsal hareket adımlarını belirlerken politik faydayı da gözetir. İlkeselcilik ile pragmatizmi aykırı kutuplar olarak kurgulamak bence ancak kısırlığa yol açar. Konu ne olursa olsun tutarlı bir strateji için ulaşılabilir bir hedefe, o hedefe giden yolda atılacak adımların planlanmasına ve bunların çerçevesini çizen, genel tabloya bakarken bir adım geri çekilip her daim referans alınabilecek ilkelere ihtiyaç vardır.

Bence Larzac çiftçilerinin temel tutumunu belirleyen de işte böylesi bir bakış açısıydı. Müttefik olarak herkese açıklardı. Diğer aktörlerle hemfikir olmaları gerekmiyordu, ama onlardan Larzac mücadelesinin çerçevesine saygı talep ediyorlardı. Kendilerine başka gündemleri dayatmak veya kendilerini kullanmak isteyenlere izin vermiyor, ama pratik işbirliklerine de her zaman açık kalmayı başarıyorlardı. Yani örgütlü olmak yetmiyor, her adımın ilkelerle sağlamasını yaparken esnek bir tutum alabilecek kadar da özgüvenli olmak gerekiyor.

ŞİMDİ ZAD DİRENİŞİNE LARZAC’TAN KATILANLAR VAR

Larzac mücadelesi Batı’da, yani parlamenter demokrasinin görece işlediği ve eksik de olsa hukuki çerçevenin bir anlam ifade ettiği bir ortamda gerçekleşti. Bunların geçerli olmadığı ülkemizde kitaptaki şiddetsiz eylemler havada kalmaz mı?

Şu an OHAL koşulları altında her türlü toplumsal muhalefetin sokaklardan büyük oranda çekildiğini görüyoruz, ama güncel durum bir yana Türkiye’de şiddetsiz eylemlere karşı kuşku besleyenler oldum olası çok olmuştur. Oysa politik farklılıkları ne olursa olsun çoğu muhalifin en çok gurur duyduğu, hayırla andığı eylemler de hep şiddetsiz olmuş. Örneğin 1991’de yüz bin insanın katıldığı büyük madenci yürüyüşü. Ya da son yıllarda herkes için hareket alanı daraldığı halde örneğin Bergama’dan Cerattepe’ye birçok kırsalda süregiden ekolojist direnişler.

Geçtiğimiz on yıllar içinde konspiratif örgüt şemaları içinde safları sıklaştırıp kitleleri bir anda ateşleyiverecek bir öncü beklentisi sönümlendi gitti. Politik koşullar ne olursa olsun tabanın dirençli olabilmesi için söz sahibi olması gerekiyor, bu da ancak yatay iletişimin ve karar alma süreçlerinin geliştirildiği, yaratıcılığa fırsat tanınan bir örgütlenme ve eylem anlayışıyla mümkün olabilir.

Larzac mücadelesinin üzerinden 36 sene geçmiş. Bu hareketten geriye ne kaldı? Larzac, Fransa’daki güncel mücadeleler için ne anlam ifade ediyor?

Orijinal Larzac kitabı 1982’de çıktığı için Wolfgang ile arada geçen süreyi ele alan Türkiye baskısına özel bir bölüm eklemek istedik. Okurların orada da göreceği üzere o günlerden bugüne tam bir devamlılık söz konusu. Larzac’ta başta bir savunma mekanizması olarak benimsenen kolektif üretim modelleri ortadan kalkmadı, hatta daha da geliştirildi. Ayrıca plato üzerindeki baskı kalkınca çiftçiler Filistin’den Polinezya’ya birçok halk hareketiyle yapılan dayanışma çalışmalarına odaklandı. Politik eğitim çalışmaları yürüten Le Cun gibi merkezler de güncel mücadeleleri besliyor.

Bunlardan Larzac’ı en çok çağrıştıran Nantes yakınlarında bir havaalanının inşaatına karşı süren ZAD direnişi. Söz konusu havaalanı için de ilk planlar 1960’lara ait olsa da, devlet projeye ancak 90’larda öncelik vermeye başlamış. Protestocular 2009’da ZAD olarak anılan bölgede bazı metruk binaları işgal etti ve kendi kulübelerini kurdu. ZAD direnişi o zamandır büyüyerek devam ediyor ve Larzac’tan da katılanlar var. (DUVAR)