Başkomiser Galip: Sıradan cinayetlerin polisi
Çağatay Yaşmut'un son kitabı Doktor Ceyda’yı Kim Öldürdü? Oğlak Yayıncılık'tan çıktı. Yaşmut'la günümüz polisiyesini konuştuk.
DUVAR - Polisiyeseverler Çağatay Yaşmut’u Başkomiser Galip’in maceralarını anlattığı “Beyoğlu Çıkmazı”, “Kadıköy Cinayetleri”, “Şarkılar Susunca” ve “Beni Yavaş Öldür” adlı romanlarından tanırlar. Beş yıl aradan sonra, Başkomiser Galip’in yeni hikayelerini anlattığı “Doktor Ceyda’yı Kim Öldürdü?” adlı kitabıyla okurlarıyla buluşan Çağatay Yaşmut’la konuştuk.
Nihayet sahalara döndün. Önce hoş geldin diyeyim. Okurlarını bekletmeye değer bir şeyler yaptın sanırım geçen beş yılda…
Hoş bulduk. Sahalara dönmekten, tekrar yazar olmaktan çok mutluyum. Bu beş yılda kendime yatırım yaptım diyebilirim. Yıllardır aklımda olan ama iş güçten bir türlü fırsat bulamadığım felsefe bölümünde yüksek lisans eğitimimi tamamladım ve diplomamı koltuğumun altına alarak, yeniden okurların karşısına daha bilgili olarak çıktım.
Yeni kitabını 221B dergisindeki emeğine borçluyuz. Önce her ay bir hikaye yazmanın, ardından da yazılmış hikayeleri evriltip kitaplaştırmanın zorlukları üzerine konuşalım mı?
Aslında, bunun tam tersi oldu. 221B’ye verdiğim öyküler zaten evriltilmiş olduğu için, kitaplaştırırken hiç zorluk yaşamadım. Ben dergiye öykülerin uzun halini gönderiyordum, editörler de sayfa sınırlamasından dolayı haklı olarak, Altın Makas’la metinlerin orasını burasını kırpıp yayımlıyordu. Böyle olunca da, öykülerin tadı tuzu kaçıyordu. Hikayelerimi bir kitapta toplayarak bu lezzetsizliği gidermeye çalıştım.
'GALİP SIRADAN, BASİT BİR İNSAN'
Başkomiser Galip’i senin anlattığın kadarıyla tanıyoruz. Geçmişine ve hayatına dair bir miktar bilgimiz var elbet ama hikayelerinin ya da romanlarının ihtiyaç duyduğu kadar. Ama söyleşi ve okur yorumlarında insanların onun hakkında daha çok şey öğrenmek istediğini de görüyorum. Ancak senin böyle bir gayretin yok. Elbette bunun bir sebebi vardır.
Sebebi çok basit. Galip sıradan, pek derinliği olmayan, basit bir insan. Maalesef, geçmişinden gizemli sırlar getirmiyor. Biraz maço, biraz depresif, düz bir adam. Sıradan cinayetlerin sıradan polisi. Eğer kahramanımın geçmişini didiklemeye kalkarsam, asıl hikayenin heyecanının kaçmasına neden olabilir, muammayı baltalayabilirim. Bu, polisiye okurlarının isteyeceği en son şeydir. Geçmişi kurcalamak yerine, her romanda karakterlerimin yeni bir özelliğini ortaya çıkarmayı tercih ediyorum. Geçmiş geçmişte kalmıştır, eşelemenin bir anlamı olmadığını düşünüyorum. Sonuçta, ben bir tür fiction roman yazıyorum, karakter analizleri yapan, psikolojik derinliği olan romanlar yazmıyorum.
Bu hikayelerde de, romanlarında da politik bir hesaplaşma okuyorum ben bir yandan. Kentsel dönüşümün etkileri, sağlık politikalarının kâr odaklı olması ilk aklıma gelenler… Doğru okuyor muyum acaba seni?
Doğru okuyorsun. Eğer yaşadığın çevrede hafriyat kamyonları cirit atıyorsa, etrafın inşaatların tozu, toprağı ve gülültüsüyle kuşatılmışsa, mahallen artık eskisi gibi sağlıklı ve huzurlu bir ortam olmaktan çıkmışsa, elbette bu rantsal dönüşümün hem bedenlerimize hem de ruhlarımıza yaptığı tahribattan bahsedeceğim. Aynı şeklide, yüksek kâr elde etmek için ilaçlarla yaşamayı bir hayat tarzı olarak insanlara benimsetmeye çalışan ilaç sektörü de konularım arasına girmeyi maalesef hak ediyor. Yeni romanlarımda ve hikayelerimde daha birçok meseleyle hesaplaşacağımı söyleyebilirim.
Editör Cinayetleri adlı hikayende Serdar, “Yazarlar da katil olur,” diyor. Sen mesela hangi sebepten katil olurdun ve bunun üzerine bir öykü ya da roman yazmayı düşündün mü, düşünür müsün? Hani adamı katil ederler, durumu vardır ya…
Benim şiddetim ve içimdeki vahşi gölge karakterim, sadece metinlerde hayat buluyor. Gerçekte ise; değil katil olmak, iki kişinin yüksek sesle tartışması bile beni rahatsız eder, ortamdan hemen uzaklaşırım. İnsanları incitmekten, kırmaktan çok çekinirim. Mesela, kimseyle tartışmamak için araba bile kullanmıyorum artık. Demem o ki, ben katil olacak en son kişiyim! Böyle bir romanı kaleme almak, pek yaratıcı ve ilginç olmazdı sanırım.
En sevdiğim, etkilendiğim hikaye “Fotoğraftaki Katil” oldu. Metafizik bir katil var bu hikayede. Ama erkek şiddetine maruz kalmış bir kadının meşru müdaafası da var ve bu açıdan da çok dikkat çekici. Neler söylersin hikayenin bu iki yönüyle ilgili?
Metafizik bir öykü yazarak okuru biraz korkutmak istedim. Kim bilir, belki de soyut fenomenlerin olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Hayaletlerle, üç harflilerle dolu bir gezegendeyiz! Belki ölümün ötesinde başka bir dünya var. Gelen tepkilerden, istediğim etkiyi yarattığımı anlayınca, öykünün ikincisini yazdım. Bilgisayardaki Katil ismiyle 221B’de yayımlandı. Diğer yöne gelince; işin bu tarafı çok daha tatsız ve çok daha gerçek! Olan bitenlere karşı duyarsız kalamıyorum. Ama, elimden de fazla bir şey gelmediği için, tepkimi ancak yazdıklarıma yansıtıyorum. Yorum yapmadan ve satır aralarına girmeden göstermeye çalışıyorum. Yorumu okura bırakıyorum. Kadına şiddet toplumuzda görmeye alıştığımız, artık olağan saydığımız bir olgu. Hikayede sürekli erkek şiddetine maruz kalmış bir kadın ve onun ölümcül tepkisini anlatıyorum. Ya da meşru müdaafa diyelim. Ama, verdiği bu aşırı tepki elbette doğru değil. Bu yüzden, hikayenin sonunda, kadını da aynı şeye maruz bırakıyorum. Bir nevi, dişe diş, göze göz oluyor. Sorgulanması gereken şey; bir ülkede ceza hukuku, adalet, yasalar varsa; niye yeterli derecede önlem alınmıyor ve insanlar pervasızca birbirlerine şiddet uygulamaya devam ediyor?
Merak ediyorum, Başkomiser Galip’in sorguda şiddete başvurmasına, 'maço'luğuna dair eleştiri aldın mı hiç?
Almaz olur mu, hem de fazlasıyla aldı. Hatta, eleştirilere kulak vererek bir süre şiddetten uzak durmaya çalıştı, sorgularda iyi polisi oynadı ama adamın genlerinde nahiflik olmayınca, bu role bir yere kadar dayanabildi. Mesela, Editör Cinayetleri öyküsünde bir şüpheliyi dayaktan neredeyse öldürecekti. Ben bu tepkisini yerden göğe kadar haklı buldum. Düşünsenize, karşınızdaki adam çok vahşi şekilde işlenmiş iki cinayetin baş şüphelisi ve yaptıklarını lakayıt bir şekilde sürekli inkar ediyor. Bu adamı dövmeyeceksiniz de ne yapacaksınız!
Polisiye edebiyatta hangi yazarları okuduğunu soruyorlar. Ben sana polisiye dışında başucundan ayırmak istemediklerini sorayım.
Türk edebiyatını, dünya klasiklerini ve felsefi metinleri çok yoğun bir şekilde okuyorum. Bunun yanında suç teorileri, kriminoloji, adli tıp, seri katiller, adli psikoloji alanlarında da pek çok kitabı takip ediyorum. Bunların çoğu başucumdan ayırmak istemediğim kitaplardır. Berna Moran’ın Türk Edebiyatına Eleştirel Bir Bakış, Platon’un Diyaloglar, Sartre’in Varoluşçuluk, Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar ve Karamazov Kardeşler’ine gözüm gibi bakarım.