Spivak anlatıyor: Madun nedir?
Spivak ile yapılmış söyleşilerden oluşan, “Yapısöküm, Postkolonyalizm, Madunluk” hem yazarın fikirleri hem de onun kavramları üzerine düşünmek açısından önemli bir metin. Çünkü madunluk, madun ve queer’in kesişme noktası, yazara Eagleton gibi düşünürlerin getirdiği eleştiriler, Butler’ın desteği, occupy hareketlerine bakışı, entelektüelin konumu, yapısöküm gibi pek çok konuyu tekrar tartışma imkânı buluyorsunuz.
DUVAR - Türkiyeli okurun daha çok “Madun Konuşabilir mi?” makalesi ile tanıdığını düşündüğüm, Gayatri Chakravorty Spivak, madun çalışmaları konusunda önemli bir isim olmasının yanında, Derrida’nın “Gramatoloji” metninin çevirisi, postkolonyalizm, yapısöküm konularındaki çalışmaları ile tanınıyor.
Spivak ayrıca, entelektüele bakışı ve kendi entelektüel faaliyetleri açısından da ilginç bir düşünür. Onu daha yakından tanımak isteyenler için geçtiğimiz günlerde Zoom Kitap etiketiyle, Soner Torlak tarafından çevrilen, “Yapısöküm, Postkolonyalizm, Madunluk” adlı kitap iyi bir okuma sunabilir. Metin, Spivak ile çeşitli yerlerde ve farklı konularda yapılmış söyleşilerden oluşuyor.
SÖYLEŞİLER
Söyleşi metinleri, sorulara verilen cevaplar şeklinde ortaya çıktığı için sabit yönü olan bir yan barındırır ancak söyleşinin samimi bir muhabbete dönüşebilmesi ihtimali her zaman vardır ve bu yazarın kişisel alanına temas etmeyi de sağlar. Bu nedenle kendi okuma deneyimlerimde, özellikle tanımak istediğim bir yazar söz konusu ise benim için bu metinler tercih nedeni. “Yapısöküm, Postkolonyalizm, Madunluk” kitabında yer alan söyleşi metinleri için de benzer şeyler söylenebilir. Çünkü yazarın düşüncesine yakından bakarken, ona dair ilginç ayrıntılar da öğreniyorsunuz.
BİR ÇEVİRİ HİKÂYESİ
Spivak, henüz yirmili yaşlarında Derrida’yı neredeyse hiç tanımadan, ne İngilizce ne Fransızca ana dili değilken, “Gramotoloji”yi çeviriyor işin ilginç yanı felsefe eğitimi dahi almamış. Ve bu çeviri dünyada çok kabul görüyor kendisi de bunu memnuniyetle karşılıyor. Derrida ile çeviriden çok sonra tanışıyor, kendi anlatımıyla: “Onunla ancak 1971’de tanışabildim. Yanıma gelip de Fransızca ‘Benim adım Jacques Derrida’ diyene kadar da onu fark etmedim ve bunu dediğinde neredeyse ölüyordum” diyor. Sonrasında da arkadaşlıkları devam ediyor. Ayrıca Spivak’ın bu kitaba uzunca bir giriş yazdığını da eklemek gerek.
KİŞİSEL AYRINTILAR
Bunun dışında Spivak’ın entelektüel anlamda kendisine güvenemediğini ve bunun nedeninin üniversiteye girdiğinden bu yana devam eden çevresindeki cinsiyetçilikle ilgili olduğunu öğreniyoruz. Ayrıca hiçbir konuda uzman hissetmediğini belirten yazarın, ilk diplomasının müzik alanında olduğu da ilginç bir ayrıntı olarak çıkıyor karşımıza. Eğitimi için ABD’ye gittiğinde borç aldığını da söyleşilerde gülümseyerek hatırlıyor Spivak. Bu kişisel ayrıntılar herkes için ilginç olmayabilir elbette ama kendi adıma motive edici buluyorum çünkü cesaret barındırıyor, hiçbir şey yapamadığımızı ya da yapamayacağımızı düşünmemizi engelliyor.
MADUNLUK MESELESİ
Spivak üzerine konuşurken elbette madunluk konusundan bahsetmeden geçilemez ki kitapta yer alan söyleşilerde, bu konu en çok sorulan soruların başında geliyor. Bu sözcük aslında Gramsci tarafından, cezaevi sansürü altında yazmaya çalıştığı dönemde kullanılmış askeri bir sözcük, Spivak bu kelimeyi, yurttaşlık yapılarına erişimi olmayan kişi anlamında kullanıyor.
Hindistan üzerinden konuya baktığında ise şunları söylüyor: “Seçmenlerin en geniş kesimi, okuryazarlığı olmayan kırsalda yaşayan topraksızlardır. Bu insanlar oy verebilirler fakat yurttaşlık yapılarına hiçbir erişimleri yoktur. İşte madun budur.”
Spivak’ın madun tanımı daha geniş bir anlam ifade ediyor ancak bu ilk tanım da epey şey söylüyor. Bir toplumda mevcut haklara tüm kesimler eşit olarak sahip olamıyorsa, bir grup daha çok önceleniyor ve hak-hukuk onlara göre düzenleniyorsa sanırım burada madunluktan söz edebiliriz ki bu sıklıkla tanık olduğumuz bir duruma karşılık geliyor.
Spivak’ın bu konuda (kendisine daha önce temas edenler hatırlayacaklardır) verdiği bir örnek daha var ki bu madunluk konumunu çok ayrı bir yere taşıyor. Şöyle anlatıyor yazar; “Annemin teyzesinin, antiemperyalist bir gruba üye olduğu için 1926’da on yedi yaşındayken kendisini astığını öğrendim. Başkasını öldüremiyordu, o da kendisini öldürdü. Fakat kendisini asmadan önce adet görene kadar dört gün beklemişti, böylece insanlar onun kendisini gayri meşru bir hamilelik nedeniyle öldüğünü düşünmeyecekti. Bu kadın gerçekleştirdiği eylemle kadınların sadece erkeklere ait olmadığını söylemek istemişti.”
Bu madunluk durumunda sesi, sözü elinden alınmış olanın, özne oluş süreci ve sözünü bedeniyle söylemesi özellikle de intihar sebebinin bir hamilelik nedeniyle olmadığını ispatlamak için beklemesi, oldukça önemli. Çünkü burada hem kadının ölüm sebebinin bir erkek nedeniyle olmadığını gösterme hem de ölümüyle sesini çıkarma çabası tartışılması gereken bir konu olarak karşımıza çıkıyor.
Ancak Spivak, kadının yine de sesinin duyulmadığını vurguluyor; “Bir madun olarak bu kadın, bedeniyle konuşmuştu fakat sesi duyulmadı. Madunun konuşamayacağını söylemek adaletin olmadığını söylemek gibi bir şeydi.” Yazar her anlamda sesi elinden alınmışlara, bu denli çaresiz durumda kalmaya işaret ediyor ve bir mesaj verme yolu olarak da görüyor bu intiharı.
ENTELEKTÜELİN ROLÜ
Böyle bir durumda entelektüelin rolü tartışmaları da devreye giriyor elbette, Spivak “fildişi kuledeki” aydını sorgularken entelektüellerin gerçeklikle sınanması gerektiğini düşünüyor. Onun bununla kastı bir şekilde sahada olmak anladığım kadarıyla. Ama anlatmak istediği şeyin “ses vermek” olmadığını hatırlamakta fayda var çünkü o özellikle madunlar konusunda ses vererek değil, madunluğun kendisine karşı faaliyet göstererek bir şey yapılabileceğini düşünüyor.
Çünkü madun yukarıdaki örnekte gördüğümüz gibi sesi bile elinden alınmış, her durumda konuşamayan olarak kabul ediliyor yazar tarafından. Ona ses olunması, sesini temsil eden bir sesle konuşması anlamına geliyor ve böylece yine kendisinin konuşamadığı bir durum ortaya çıkıyor. Spivak’ın eleştirildiği konulardan birisi bu aynı zamanda. Çünkü onun böylece madunu daha çok edilgenliğe ve sessizliğe ittiği düşünülüyor amacı bu olmasa da.
ELEŞTİREL YAKINLIK
“Yapısöküm, Postkolonyalizm, Madunluk” kitabında yer alan söyleşilerde yapısöküm konusu da epey yer ediyor. Yazarın bu konuda “eleştirel yakınlık” olarak tanımladığı durum oldukça önemli bana kalırsa. Onun, bununla kast ettiği içeriden konuşmak, çünkü ona göre içeriden, gerçek bir yakınlıkla yapıyorsanız, içinde çalkalanırsınız ve yapısöküm bu türden bir eleştiridir. Yine aslında alanda olmaya, orada bulunmaya işaret ediyor Spivak, çünkü içeriden konuşabilmek için çalıştığınız grupla yatay bir ilişki kurmanız, eşit bir ilişki biçimi geliştirmeniz gerekir. Yazarın özellikle Batı Bengal’de çocuklar için kurduğu okullarda yaptığı çalışmalarda bunu pratiğe geçirdiğini de görebiliriz ki kitapta bu konudan da sıklıkla bahsediliyor.
KİTABA DAİR
Spivak ile yapılmış söyleşilerden oluşan, “Yapısöküm, Postkolonyalizm, Madunluk” hem yazarın fikirleri hem de onun kavramları üzerine düşünmek açısından önemli bir metin. Çünkü madunluk, madun ve queer’in kesişme noktası, yazara Eagleton gibi düşünürlerin getirdiği eleştiriler, Butler’ın desteği, occupy hareketlerine bakışı, entelektüelin konumu, yapısöküm gibi pek çok konuyu tekrar tartışma imkânı buluyorsunuz. Ayrıca bu söyleşiler, yazara daha yakından bakmak ve onun kişisel dünyasına göz atmak isteyen okur için de iyi bir okuma deneyimi olabilir.
Not: “Madun Konuşabilir mi?” için bakınız, Spivak, G., C., (2016), Ankara: Dipnot.