Tevfik Fikret 150 yaşında – II
Fikret güncelle ilgilidir ve olaylar karşısında tepkisini zamana bırakmaz. II. Meşrutiyet sonrası, İttihat Terakki’nin yönetiminde, toplumda büyük infial yaratan yolsuzluklar gündeme gelir. Fikret, tepkisini dile getirdiği ünlü “Han-ı Yağma” şiirini yazar. Onun bu tavrı son derece öğreticidir. Çünkü tanıkların sessizliği, yalan denilen canavarın bakıcısı olur...
DUVAR - Abdülhamit’in 1876’da ilan ettiği Meşrutiyet’le birlikte getirilen hak ve özgürlükleri askıya alıp otuz yıl sürecek “istibdat” yönetimine geçmesi Osmanlı’nın siyasal, sosyal ve kültürel krizinin daha da derinleşmesine yol açar. Tevfik Fikret de, onun Servet-i Fünun’u da, bir dönem içinde yer aldığı Edebiyat-ı Cedide de bu krizin ürünüdür. Tevfik Fikret’in çıkışı ile yaşadığı dönem arasındaki bağıntıyı, Ahmet Hamdi Tanpınar “Edebiyat Üzerine Makaleler” kitabında şöyle anlatır: “Fikret bir devrin manevi tarihine kendi karakterinin mührünü basabilmek için en müsait şartları bulmuştur. Eserlerini vermeye başladığı zaman, edebiyatımız adeta bomboştu. Eski tarz, bir iki beyhude canlanma tecrübesine rağmen can çekişiyordu. Kendisinden evvel yeniliği başaran neslin en kuvvetli şahsiyeti olan Namık Kemal ölmüş, yeri boş kalmış, Hâmid’le Recâizade Ekrem asıl eserlerini vermişler, yapacaklarını yapmışlardı.”
Siyasal krizlerin sosyal ve kültürel alanda oluşturduğu kaotik ortam, toplumun günlük hayatında gözlemlenen duygu ve düşüncelere de yansır. Kültürel kriz dönemlerinde genellikle egemen ideoloji zayıflar. Önemli bir boşluk oluşur ve bu boşlukta gelişen değişik görüşler, düşünceler, anlayışlar arasında da büyük bir gerilim görülür. Fikret, hem siyasal baskıdan hem de bu sosyal ve kültürel krizden yoğun biçimde etkilenir. Tanpınar, Namık Kemal’den sonra oluşan boşluğu, ancak Fikret doldurabilirdi, diyor. Tevfik Fikret’in şair olarak, yaşadığı dönemi herkesten daha iyi anladığını, kavradığını, duygu ve düşüncelerinin bu etkilerle biçimlendiğini, şiirlerinin de bunun sonucu olduğunu görürüz. “Sis” hem içinde bulunulan siyasal ortamı hem de kültürel bunalımı sergiler. Tanzimat’tan itibaren aydınlar için ana sorun çöküş sürecindeki Osmanlı’nın kurtarılması olmuştur. Bu amaçla değişik düşünce ve görüşler gelişir. Osmanlı’nın kurtuluşuna yönelik arayışlar edebiyatın, şiirin de ana konusu olur. Ancak Fikret’in yirminci yüzyılın ilk yıllarından Abdülhamit’in istibdadı sona erene kadar, hatta ondan sonraki süreçte de toplumsal kurtuluş ve özgürlük için çözümü başkadır. O, kurtuluşu imparatorluğun, Osmanlı’nın yıkılışında görür. “Sis”teki Osmanlı ve hanedanlığına yönelik eleştirinin, lanetin asıl nedeni de budur. Tevfik Fikret’in duygu ve düşünce dünyasıyla birlikte sanat anlayışında da bir kopuş, köklü bir değişim sürecinin dönüm noktasını oluşturan “Sis”, yazıldıktan sonra gizlice elden ele dolaşmış, ezberlenerek yaygınlaşması sağlanmıştır. Ama kamuoyuyla açıkça paylaşılması 1 Ağustos 1908’de çıkan Tanin gazetesinin ilk sayısında “Rücu (Dönüş)” başlıklı yazıyla birlikte yayımlanmasıyla gerçekleşir. Tevfik Fikret geri dönmüştür. Hem de “Sis” şiiriyle… Bu arada şiir de geri dönmüştür. Çünkü Abdülhamit zaman içinde yoğunlaştırdığı baskı ve sansürü, şiir dahi yayımlanmayacak kadar arttırmıştır. “Sis”le ilgili Tanpınar şunları yazar: “Sis bir infial ânının herhangi bir istiare ile ifadesi değildir. Belki Abdülhamid devrinin bir hasta odasını andıran vehimli İstanbul’unun geniş bir vision’da toplanmış bütün bir romanıdır.” Fikret’in ahlak konusundaki tavrı ve tutumu da aslında sosyal ve kültürel ortamla ilgili bir konudur. Çünkü her siyasal kriz toplumsal değerleri altüst eder. Osmanlı’nın yıkılış sürecinde de benzer durum yaşanır. Ahlaki değerler çöker, insani yozlaşma tüm toplumu sarar. Fikret’se dürüstlük, doğruluk, cesaret, gerçekçilik gibi erdemleriyle dönemin adeta timsali olur. Fikret’in krizden çıkış ve kurtuluş için önerisi, döneminin önde gelen aydınlarının her ne pahasına olursa olsun Osmanlı’yı kurtarmaya dönük görüşlerinden farklıdır. Böyle olmasındaysa o aydın çevrelerle araya mesafe koymasının da muhtemelen payı vardır. Fikret kurtuluş ve özgürlükle ilgili var olandan, yerleşik düzenden başka bir dünya, başka bir sistem amaçlar. Görüşleri büyük ölçüde Aydınlanma felsefesinin, rasyonalizmin ve hümanizmin etkisi altındadır. Bu da dönemi için son derece ilerici denilebilecek bir tutumdur. Amaçladığı gelecek ve dünyayla ilgili duygularını, düşüncelerini, umutlarını dile getirdiği şiirlerin başında oğlu Halûk için yazdıkları yer alır. Şairin Halûk’a yazdığı şiirler yalnızca bir babanın oğluna seslenişi değildir. Fikret, döneminin bir hayli yoğun gençlik hareketlerinin de etkisiyle aslında oğlu Halûk üzerinden gençlere seslenmektedir… İşte o şiirlerden biri de “Sabah Olursa”dır:
Bu memlekette de bir gün sabah olursa, Halûk,Eğer bu memleketin sislenen şu nâsiye-i
Mukadderâtı, kavî bir elin kavî, muhyî
Bir ihtizâz-ı temâsıyla silkinip şu donuk,
Şu paslı çehre-i millet biraz gülerse... O gün
Ben ölmemiş bile olsam, haya pek ölgün
Bir irtibâtım olur şüphesiz; -O gün benden
Ümîdi kes, beni kötrüm ve boş muhîtimde
Merâretimle unut; çünkü leng ü pejmürde
Nazarlarım seni mâziye çekmek ister; sen
Bütün hüvviyet ü uzviyyetinle âtîsin:
Terennüm eyliyor el’an kulaklarımda sesin!
Biçemsel açıdan sembolizmden etkilenmiş bir şairdir Fikret. Ancak “Sis” olsun, “Doksan Beşe Doğru”, “Halûk’un Amentüsü”. “Tarihi Kadim”, “Han-ı Yağma” şiirleri olsun, Tevfik Fikret’in “Son Nağme”yle kapattığı dönemden sonra değişen sanat görüşünün ürünleridir. Geçen yüzyılın başında Servet-i Fünun’da (s. 476) yayımlanan, değişen ve benimsediği yeni sanat anlayışını dile getirdiği “muhasebeyi edebiye”sinde şunları söyler: “Sanat şahsi olamaz; kendi şahsı için âsar-ı sanat vücuda getirenler bulunsa bile, sanatkârlar yalnız kendi şahısları için tevlid-i sanat edenler değildir. O halde sanatkârların hayat-ı umumuyiden ayrılmaması, bilakis onu tezyin ve takviye etmesi lâzım gelir.”
Dönemi itibarıyla Tevfik Fikret’in Osmanlı’nın çöküşünün yarattığı krizden çıkış için benimsediği ve önerdiği seçenek, aynı zamanda insanlığın kurtuluşu ve özgürlük için de bir seçenektir. Bu düşüncelerini en etkili biçimde “Tarih-i Kadim” adlı uzun şiirinde dile getir. Refik Durbaş’ın aktardığına göre Ruşen Eşref, 1919 yılında yayımlanan “Tevfik Fikret” adlı kitabında “Hitap” olarak da bilinen “Tarih-i Kadim”in yazılış öyküsünü şöyle anlatır: “Şiirlerinden birkaçının sergüzeştini bizzat kendisinden dinledimdi: Mesela ‘Hitab’ı yağmurlu bir kurban bayramı gecesi yazmış.
‘Hava o gece birdenbire bozulmuştu. Yağmur taneleri şiirin mısralarına ahenk tutuyordu’ dediydi. O gün arifedir. Tevfik Fikret eşi, oğlu ile İstinye’de bir sandal gezintisi yapar. Kürekleri oğlu Halûk çekiyordur. Yanlarından geçen bir sandalın içinde iki kurbanlık koyun vardır. Tevfik Fikret bunları görünce irticalen şu iki dizeyi mırıldanır: “Din şehit ister, âsuman kurban/Her zaman, her tarafta kan, kan”. Şairin “Sis”ten sonra en çok etki yaratan ve bilinen şiirlerinden olan “Tarihi Kadim”den bir bölüm okuyalım. Tevfik Fikret şiirlerinin Türkçesini okumak isteyenlere A. Kadir’in çevirisini öneririm. Burada şiirin özgün halini paylaşıyorum:
Ne zaman geçse bir ketıbe-i şân,Dâima rehgüzâra hun-efşân
Bir bulut sâye-bâr olur: mutlak
Başta, en başta kanlı bir bayrak:
Onu bir kardı tâc eder tâkıb
Sonra hunin vesâil-i tahrîb:
Mızrak, yay, kılıç, topuz, balta,
Mancınık, top tüfek, sapan...
Arada Kanlı amirleriyle cünd-i vega:
Sonra artık alay alay üserâ...
Mutlaka bir muzaffer, on mağlûb;
Çiğneyen haklı, çiğnenen mâyûb.
Kahra alkış, gurura secde:
Kerem Zaf u zilletle dâima tev'em.
Doğruluk dilde yok dudaklarda;
Hayr ayaklarda, şer kucaklarda.
Bir hakikat: Hakîkat-i zencîr:
Bir belagat: Belâgat-i şernşîr.
Hakk kavinin demek, şeririndir;
En celi hikmet: Ezmeyen ezilir!
Her şeref yapma, her saadet piç;
Herşeyin ihtidası, âhırı hiç.
Din şehîd ister, âsumân kurban;
Her zaman her tarafta kan, kan, kan!.
Fikret tanrıtanımazdır. Bunu da açıkça ifade eder. “Halûk’un Amentüsü” bu yönüyle dikkat çeken ünlü şiirlerinden biridir. Küçük bir bölüm okuyalım:
toprak vatanım; nev'-i beşer milletim...insan olur ancak bunu iz'anla, inandım.
şeytan da biziz cin de, ne şeytan ne melek var;
dünyâ dönecek cennete insanla, inandım.
fıtratta tekâmül ezelidir; bu kemâle
tevrât ile, incil ile, kur'an'la inandım.
ebnâ-yı beşer birbirinin kardeşi... hülyâ!
olsun, ben o hülyâya da bin canla inandım.
insan eti yenmez; bu teselliye içimden
-bir an için ecdâdımı nisyanla - inandım.
kan şiddeti, şiddet kanı besler; bu muâdât
kan âteşidir, sönmeyecek kanla, inandım.
Tevfik Fikret’in şiirlerine yansıyan sanat anlayışı, dünya görüşü İslamcı çevrelerde rahatsızlık yaratır. Özellikle insan, toplum, din ve benzeri konulardaki görüşlerini yansıtan şiirlerine karşı şair hedef tahtası yapılır, suçlayıcı, karalayıcı ifadelerle hakkında yazılar yazılır, kampanyalar düzenlenir. Oysa şairin en önemli iddiası “sözü ve özü bir şair olmak”tır. Fikret’e saldıranların en ünlüsü Mehmet Akif’tir. Akif’in Fikret’le “kalem kavgası” olarak da tarihe geçen polemiği, aslında ilerici, yenilikçi düşüncelere karşı gerici, muhafazakâr otoritenin kendini teşhir edişidir. Konu yalnızca tahammülsüzlük, anlayışsızlık da değildir. Farklı olanı, yeni olanı, daha ileri olanı istememe, engelleme, bastırma, yok etme isteğinin bir sonucudur. Tevfik Fikret’in din de dahil, tüm iktidar ve kurumlarını sorgulayan, eleştiren tavrının yansıdığı şiirleri, dönemi için bir hayli yenilikçi ve ilericidir. Ancak belirtelim ki o şiirler bugün bile hâlâ daha yenidir. Mehmet Akif, İslamcılığın, ümmetçiliğin konu edildiği manzum hikâyelerinde hamasetin büyük yer tuttuğu bir şairdir. Hamaset, kısaca muhafazakâr, sağcı ya da sağcılaşmış kesim diyeceğimiz çevrelerden şairlerin şiirlerinin temel özelliğidir. Sağcı düşünceden şiir çıkmamasının iki nedeni vardır. Yenilik karşıtlığı ve hamaset. Akif de Osmanlı’nın kurtuluşu için çare arayan, dönemin tanınmış şairlerinden biridir. Ona göre Osmanlı’nın kurtuluşu İslamdadır. Fikret’in “Tarih-i Kadim”ini bahane ederek kavgayı başlatan Akif olur. “Süleymaniye Kürsüsü” başlıklı o mahut şiirin ilgili bölümü şöyle:
Şimdi Allâh’a söver... Sonra biraz bol para ver:Hiç utanmaz, Protestanlara zangoçluk eder!
Tevfik Fikret, Mehmet Akif’in bu aşağılayıcı saldırısına karşı “Akif inanmış adam, ama Fikret büyük şair” sözüne yakışacak nitelikte bir yanıt verir. Akif’e cevaben yazılan “Tarih-i Kadime Zeyl” şiirinden bir bölüm okuyalım:
Doğruluk, hubb ü vefa, mahviyyet,Merhamet, hayr ü hamiyyet, nasfet,
Sonra bir şâire zangoç dememek;
İşte vicdânıma bunlar mahrek.
Tanrıtanımaz, insanın özgürlüğünü dini inanıştan arınışta gören kült olmuş bir şairin, döneminin ahlak timsali olmasını örnekleyen dizesi dikkat çekicidir. Önceki bölümde aforizmayla dile getirdiğimiz ahlak anlayışının birebir yansıması değil mi şu, “Sonra bir şaire zangoç dememek; / İşte vicdânıma bunlar mahrek” dizesi… Ne demiştik, anımsayalım: “Ahlaklı olup olmadığımızı belirleyen, bir dine mensup olmamız ya da tanrıya inanmamız değil; ötekiyle olan ilişkimizdir …” Tevfik Fikret’in olgunluk çağı, tam anlamıyla “zor zamanlar” diye tanımlanacak bir döneme rastlar. O da “zor zaman”da, “taş yıllar”da konuşmaktan kaçınmayan bir şair olur. Yaşadığı döneme baktığımızda bir çağın kapanmak üzere, bir başka çağınsa başlamakta olduğunu görürüz. Ama henüz ne biten bitmiş, ne başlayan başlamıştır. Sancılı bir ortam söz konusudur. Kısaca bir çöküş, kriz sürecidir. Zamanın aynasının saf olmadığı böyle dönemlerde neyin bittiği bilinse de çoğunlukla neyin başladığı tahmin edilemez. Belirsizliğin egemen olduğu ortamlardaysa sosyal kargaşa ve kültürel karmaşa her şeye yansır. Değerler sistemi bozulur, deyim yerindeyse sahne kaosa kalır. Öte yandan kaotik süreçlerin bize bir hayli doğurgan olduğunu söyler tarih. Fikret’in şiirlerine yansıyan düşüncelerini ve duygularını anlamamız için yaşadığı ortamın gelişmelerini bilmek iyi bir yol göstericidir. İçinde bulunduğu ortamla, dönemle ve iktidar güçleriyle hem siyasal hem de kültürel olarak çatışmaktan da, bunun sonucunda yalnız kalmaktan da kaçınmamıştır. Çoğunlukla yalnız kalmıştır, ancak yalnızlığın onun cesaretini kırdığı söylenemez. Zaman içinde sevenleri, hayranları kadar muarızları tarafından da unutulmamıştır; ödünsüz yaşamış ve tarihe mal olmuş bir şair olarak toplumsal ve kültürel hafızada bir hayli derinlere kök salmıştır. Özellikle düşünsel hasımları ve onların devamı olanlar; ne “Sis” şiirindeki ağır eleştirilerin muhatabı olan Osmanlı’yla, Abdülhamit yönetimiyle ve payitaht İstanbul'uyla ilgili dile getirdiklerini, ne de “Tarih-i Kadim” başta olmak üzere şairliğinin olgunluk dönemi şiirlerinde yer verdiği insanla, toplumla, dinle ilgili düşüncelerini. Fikret yalnızca Abdülhamit ve dönemine muhalif olarak kalmış bir şair değildir. İktidara gelmesine destek verdiği İttihat Terakki’ye karşı da tavır alacaktır. Fikret aynı zamanda reaksiyoner bir şairdir. Güncelle ilgilidir ve olaylar karşısında tepkisini zamana bırakmaz. II. Meşrutiyet sonrası dönemde İttihat Terakki’nin yönetiminde, toplumda büyük infial yaratan yolsuzluklar gündeme gelir. Fikret, yolsuzluklar nedeniyle dönemin iktidarına tepkisini dile getirdiği ünlü “Han-ı Yağma” şiirini yazar. Onun bu tavrı aslında son derece önemli ve öğreticidir. Çünkü tanıkların sessizliği, yalan denilen canavarın bakıcısı olur... Çağının tanığı olmak önemlidir. Söz de, şiir de hakikate bağlı olduğu kadarıyla vardır. Sözü ahlaklı yapan da hakikatle kurduğu bağdır. Söz, gerçekçi olabilir, ama ahlaklı söz için esas olan hakikattir. Tevfik Fikret’in ahlak öğretisi de, şiirleri de üstünden yüzyılı aşkın bir süre geçmesine karşın güncelliğini korumaktadır. İşte okuyunca şairin sanki bugünü anlatıyor dedirten “Han-ı Yağma” şiirinden bir bölüm:
bu sofracık, efendiler - ki iltikaama muntazırhuzurunuzda titriyor - bu milletin hayatıdır;
bu milletin ki mustarip, bu milletin ki muhtazır!
fakat sakın çekinmeyin, yiyin, yutun hapır hapır...
yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
efendiler pek açsınız, bu çehrenizde bellidir
yiyin, yemezseniz bugün, yarın kalır mı kim bilir?
bu nadi-i niam, bakın kudumunuzla müftehir!
bu hakkıdır gazanızın, evet, o hak da elde bir...
yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Tevfik Fikret’in şiirlerinin gazabına uğrayan iktidar yanlıları ve onların sonraki zamanlardaki temsilcilerinin duydukları öfkeyi adeta kan davasına dönüştürdüklerini gösteren birçok örnek vardır. Bunlardan biri de asla unutamadıkları, şairin “Sis” şiirinde Abdülhamit, Osmanlı ve payitaht İstanbul'una karşı eleştirisidir. Yahya Kemal’in tepe tepe dolaşıp İstanbul’a övgüler yağdırmasının arkasında aslında, Fikret’in “Sis” şiirinde yağdırdığı lanetten Osmanlı’nın ve payitahtının itibarını kurtarma ve yeniden oluşturma arzusu bulunur diyebiliriz. Şair olarak tartışmış ve bugüne kadar tartışılarak gelmiş Tevfik Fikret’le ilgili sözümüzü Tanpınar’ın “Her türlü ihtirasın fevkinde bir hakem” cümleleriyle bağlayalım. Fikret’i ve 150'nci yaşını saygıyla selamlıyoruz…