Zamanın şimdisinde, anılarıyla Suat Derviş
Suat Derviş'in kaleme aldığı yazıların toplanmasından oluşan 'Anılar, Paramparça' İthaki Yayınları'ndan çıktı. Kitapta, Suat Derviş’in anılarına, gazete yazılarına, gezilerine, kendisiyle yapılmış röportajlara, aile tarihçesine ve bir de Behçet Necatigil’e yazdığı mektuba yer veriliyor.
DUVAR - Lydie Salvayre şöyle yazar: “Yaşamak yetmez onlara. Yemek, uyumak ve düğme dikmek, bütün yaşam bundan ibaret olabilir mi, diye sorarlar kendilerine” (2016: 7). O, bu cümleyi, Emily Brontë, Djuna Barnes, Wirginia Woolf, Sylvia Plath gibi sevdiği yazarların yazma konusundaki arzularını tanımlamak için kurar. Bu yazarları düşündüğümüzde, erkek egemen edebiyat ortamında çektiklerini hatırladığımızda Salvayre’in tanımı daha da anlam kazanır. Bu cümlenin anımsattığı bir isim de Suat Derviş. Onun yaşamına daha yakından temas ettikçe en çok etkileyen yanı, her şeye rağmen yazma tutkusunu hiç bırakmaması ve kendisine karşı tavır ne olursa olsun bu arzusundan vazgeçmemesidir. Varlıklı bir ailede doğmuş, dönemine göre iyi eğitim almış, köşklerde büyümüştür. Ama yeri geldiğinde kendisi olabilmek için tüm bunlara sırtını dönmüş, gurbet özlemi çekmiş, yazabilmek, bir yazar olarak kendisini sadece memleketine de değil dünyaya duyurabilmek için onca sıkıntıya katlanmıştır.
PARAMPARÇA ANILAR
İthaki Yayınları tarafından basılan, “Anılar, Paramparça” kitabında da en dikkat çekici yan yine Suat Derviş’in yazı tutkusu ve kendilik çabası oldu. Ayrıca kitapta yer alan anılar onu biraz daha yakından tanımayı, çektiği sıkıntılara tekrar tekrar tanıklık etmeyi sağlıyor. Metinde, Suat Derviş’in anıları olarak yer eden yazılar büyük emek harcanarak toplanmış. Çünkü adında da vurgulandığı gibi yazarın anıları paramparça. Oysa kendisinin bütünlüklü olarak anılarını yazmak istediğini Rasih Nuri İleri’nin şu cümlesinden anlıyoruz; "Tasarladığı hatıratını bir türlü tamamlayamadı. Kendisi iki üç kez başladı, bebeklik dönemini aşamadı." Neden yazamadığını bilmiyoruz ama bir yazarın anılarını yazma isteği üzerine de düşünmeli. Suat Derviş’in başarılarla dolu bir yaşamı var esasen. Kendisi bu topraklarda birçok ilki başarmış bir isim; Avrupa’ya gazeteci unvanıyla giden ilk kadın gazeteci, İkdam gazetesinde kadın sayfası oluşturan ilk isim, romanı ilk kez Türkiye dışında basılan kadın yazar, ilk basın sendikasını kuranlar arasında. Bunlar sadece bir kısmı.
ANILAR NEDEN YAZILIR?
Yazarların anılarını yazmasının unutulma ile ilgili bir kaygıyla ortaya çıktığını düşünürüm. Bu elbette kesinlikli bir durum değil. Ancak yazarların anılarını okurken, sanki “Ben vardım, buradaydım, bunları yaptım” demek istermiş gibi bir hissiyata kapılırım. Suat Derviş’in bu kitapta yer alan hatıralarını okuyunca ve anılarını yazmayı çok istediğini görünce, belki de Suat Derviş anılarıyla “buradaydım” demek istiyordu diye düşündürtüyor. Oysa bahsettiğimiz gibi Derviş, aslında öyle başarılara imza atmış ki burada olduğu zaten bilinecekti diye düşünmek gerekir değil mi? Ancak kitapta da söz edildiği gibi Derviş, “Altmışlı yılların sonunda eserlerine rağbet edilmeyen, en sevdiği ve güvendiği romanlarını bile bastırmakta zorlanan bir yazardır artık.”
Derviş’in anılarını yazma isteği konusunda söylediklerimizin elbette kesin doğru diyebileceğimiz bir yanı yok. Yazarın kaygılarını tam olarak bilecek durumda da değiliz ancak Erendiz Atasü’nün şu yorumunu da burada hatırlamamız yerinde olacak; “Suat Derviş -en azından- olgunluk dönemi yapıtlarıyla kendi ülkesinde, niçin toplumcu gerçekçi edebiyatımızın ustası Orhan Kemal’le aynı düzeyde görülmemiştir? Suat Derviş niçin adeta sessiz bir toplumsal sözleşmeyle unutuşa terk edilmiştir? Bu sorunun yanıtı ya da yanıtları, edebi alanda değil, Türkiye toplumunun entelektüel çevrelerde dâhil tanımlara sığdıramadığı kadın birey karşısında sürüklendiği kadın karşıtlığı hastalığında aranmalıdır. Feministleri Suat Derviş’e yönelten ilk etmen de zaten budur” (2015: 34).
Bu durumu sorguladığımızda haksız olmadığını görürüz. Ayrıca siyasi kimliği, tutuklanması da, bu coğrafya açısından düşündüğümüzde onu unutuşa bırakmak için yeterli sebeplerden gibi görünüyor. Kendisine yazılarını müstear isimle yazmasına dair sorulan “sizden neden yazı almıyorlar?” sorusuna verdiği cevapta da bunu görüyoruz: "Bizim cadde daha bilgisizken ben herkesten evvel uyanmıştım da ondan. Faşizmden, Nazizmden, çıkmak üzere olan dünya harbinden nefret ettiğim ve kalemim ve dilim yettiği kadar mücadele ettiğim için. Devrimci, toplumcu, sosyal adaletçi olduğum için. Bu uğurda polis takibatına uğradığım, hapishanelerde, polis müdüriyetlerinde süründüğüm, altı yüz erkek arasında tek kadın olarak askeri hapishanede mevkuf yattığım için…"
Tüm bunlar üzerine düşününce Suat Derviş unutturulmak istenmemiştir diyemeyiz. Ama neyse ki yüzleşme ve bellek çalışmaları ile zamanın kuyusunda unutuşa bırakılmaya çalışılanı, şimdide var etme çabasında olan insanlar ve yayıncılar var bu da biraz olsun içimizi ferahlatıyor.
DÜNYAYA FIRLAMAK
Suat Derviş’in anıları çocukluğunun canlı günleriyle başlıyor, 31 Mart Olayı'nın yaşandığı günlerde o çocuk kaygısızlığıyla biraz da oyun gibi görüyor yaşananları. “Ben kimim?” diye soruyor kendisine ve cevabını doğum ânını anlatarak veriyor: “O kadar çabuk dünyaya gelmişim ki, her çocuğun dünyaya gelirken, daha anne karnında parçaladığı torbanın yırtılmasını bile beklememişim, torbamla dünyaya fırlamışım.” Derviş, gerçekten de dünyaya fırlamış, yaşamına bakınca her şeye yetişmeye çalışan tavrı, azmi, doğum hikâyesi onun kim olduğuna dair epey ipucu veriyor. Çünkü genellikle dünyaya “fırlatılmış” olduğumuzu düşünürüz oysa o “fırlamışım” diyerek, yine kendisine dair bir yorum getiriyor ve sanki “ben kendim fırladım attım dünyaya beni” diyor. Hayatına, kaygılarına, çektiklerine bakınca da bunu doğruluyor.
DEVLER DİYARINA DÜŞMÜŞ BİR GULİVER
Derviş’in anılarında en etkileyici bölümlerden birisi Berlin’de geçirdiği üç seneye dair anlattıkları. Yazar cebinde 80 Mark, bavulunda yazılarıyla başlıyor buradaki yaşamına. Durumu kendi cümleleriyle şöyle: “Kaldırımların şu iri yarı sarışın kalabalığı içinde, kendimi devler diyarına düşmüş bir Güliver gibi hissediyorum.” Bazen umutlu, bazen umutsuz, bir pansiyonda günlerini geçirirken cebindeki 80 Mark erimeye devam ederken, Voss gazetesinde kendi memleketinde görmediği ilgiyi görünce epey şaşkınlık yaşıyor. Belki de ilk kez kendisini gerçekten istediği gibi görüyor, “Benden ne şunun kızı ne şunun karısı ne de ötekinin himaye ettiği insan olarak bahsediyorlar. ‘Suat Derviş, şunu şunu yazan Türk Kadın muharriri Suat Derviş Berlin’de’ diyorlar.” Ve burada Suat Derviş’in bir özne olarak, kendisi olarak varolma kaygısını hissediyoruz ki onun bunu önemsediğine, kendisini var ettiği kimliğiyle ön planda tutma çabası olduğuna tanık oluyoruz.
Fatmagül Berktay’ın onunla ilgili aktardığı şu cümle de bu durumun yansımalarından; “‘Türkiye Komünist Partisi Genel Sekreteri Reşat Fuat Baraner’in eşi’ olarak kendisini tanıtmalarına karşı hiç duraksamadan ayağa kalkıp ‘Hayır, ben yazar Suat Derviş’ diyebilen ve muharrir kimliğini her şeyin önüne koyan, gerçek bir bireydir.” (2015: 45). Bu cümlelerden de onun birey olarak kendi varlığını önemsediğini, kimsenin kimsesi değil sadece kendisi olarak varolmak istediğini anlıyoruz.
Yazarın Berlin günleri Almanya’da Hitler rejiminin hâkim olmasıyla, gazetelerde yabancıların çalışmasının zorlaşmasıyla son buluyor. Ayrıca Derviş’in tanıklıklarından dönemin ruhunu hissedebiliyoruz. Yükselen ırkçılık, Yahudi düşmanlığı yazarın anlatısında epey yer ediyor.
“Anılar, Paramparça”kitabında Suat Derviş’in anılarına, gazete yazılarına, gezilerine, kendisiyle yapılmış röportajlara, aile tarihçesine ve bir de Behçet Necatigil’e yazdığı mektuba yer veriliyor. Onun yazı tutkusuna, romanlarındaki değişime ve nedenlerine, “çektiklerine”, siyasi kimliğine, döneminin yazarlarına bakışına, Nazım Hikmet gibi isimlerin yaşamındaki yerine, kısacası Suat Derviş’e dair pek çok ayrıntıya bu metin sayesinde erişebiliyoruz. “Bir dine inanır gibi edebiyata da vecdle inanan” bir yazar, muharrir Suat Derviş, bu anımızda bir kez daha var oluyor böylece.
Alıntılar
- Atasü, E. (2015), “Yıldızları Seyreden Kadın, ‘Suat Derviş’te Tutku ve Siyasal Bilinç: Fosforlu Cevriye ve Ankara Mahpusu Romanları Üzerine Bir İnceleme’”, s. 34, İstanbul: İthaki.
- Berktay, F. (2015), “Yıldızları Seyreden Kadın, ‘Yıldızları Özgürce Seyretme Hakkını Savunan Bir Roman: Fosforlu Cevriye’”, s. 45, İstanbul: İthaki.
- Salvayre, L. (2016), “7 Kadın”, (Çev. Atakan Karakış), s. 7, İstanbul: Alakarga.