Doğanın çağrısı, kadınların çığlığı

Nazlı Karabıyıkoğlu'nun son kitabı Gök Derinin Altında İthaki Yayınları'ndan çıktı. Karabıyıkoğlu'nun metni içinden cımbızladığınızda tek başına anlam ifade edemeyecek cümlelerin peş peşe gelmesi, esasen bir başıboşluk değil, mozaik gibi anlamlıca yerine oturtulmuş bir anlatının işaretçisi.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Nazlı Karabıyıkoğlu, son kitabı Gök Derinin Altında'da, Şamanizm çatısı altında topladığı ve Şaman ögeleriyle bezediği öykülerinde sırtımızı döndüğümüz doğanın, örselediğimiz kadınlığın ve vazgeçtiğimiz maneviyatın peşinden gidiyor.

Nazlı Karabıyıkoğlu

Şamanizm, birçoğumuzun zihninde liseden kalma basit bilgilerle hapis: ‘Türklerin İslamiyetten önceki dini’, kam, ozan, şaman, Orta Asya, Moğollar, Sibirya... Çoğunlukla ezberletilmiş bu bilgiler, ufkumuzu genişletmeye dair ışıktan da aciz. Yer aldığı kaynakların çoğunda bir fantezi, bir masal gibi anlatılan Şamanizm Türkler için, esasında bir dini inanca göre pek de eski sayılamayacak bir tarihte terk edilmiş bir inanç. Oysaki bugün, çoğumuza gerçeküstü gibi gelse de hali hazırda kabul gören birçok dini ritüele göre, daha kavranabilir anlamlar barındıran bir davranışlar bütünü. Yakın tarihine rağmen bu kadar unutturulması agresif İslam politikalarının yanı sıra Şamanizmin kutsadığı öğelerle de bağlantılı olsa gerek. Çünkü Şamanizm, insanla doğayı en çok birbirine bağlayan sistemlerden biri. Şamanizm, insan bedenini bir değer olarak kabul etmeyen, sadece insanın değil, var olan her şeyin ruhuna duyduğu inançla doğayı da kutsayan bir yapı. Haliyle maneviyatının özünü realizm ve materyalizm olarak benimsemiş şehirli insanın, içselleştirmesinin pek de kolay olmadığı bir inanç.

Bir inanç sistemi diyerek indirgenmiş sayılabilecek kadar geniş bir kültür olan Şamanizm, derin, meşakkatli ve özel ritüellerinin yanında gündelik hayatımıza sirayet etmiş, kıymetli anlamlar taşıyan nice alışkanlığın da kaynağı. Biz, bu alışkanlıkları da kaynağını bilmeden sürdürüyoruz, o ayrı.

Bugün artık çok küçük bir nüfus tarafından yaşatılan Şamanizmi tekrar anmamın ve bulunduğumuz coğrafya itibariyle edindiği konumu anımsamamın nedeni, Nazlı Karabıyıkoğlu’nun son kitabı Gök Derinin Altında. İthaki Yayınları’ndan çıkan kitap, Şamanizm atmosferinde geçen on yedi öykü içeriyor. Dört bölüm altında toplanan bu öyküler, adeta bir kolye gibi. Tek başına da güzel ve anlamlı fakat yan yana geldiklerinde bambaşka bir bütünlük yakalıyor ve yepyeni bir şey anlatıyor.

Kitabın başında okuru karşılayan ilk öykü Fallus, arkeolojiden tanıdık gelen, Şaman kültüründe de sıklıkla karşımıza çıkan bir öge olarak zihnimizi kitabın atmosferine hazırlıyor. Fallus öyküsü, sadece adını taşıdığı imgenin anlamı itibariyle değil, anlatısıyla da kitabın doğuşuna gönderme yaptığını düşündürten, kitabın genel çatısını anlamaya dair başarılı bir şekilde konumlandırılmış bir önsöz mahiyetinde. Bir yazara teslim edilen bir çantayla ilgili olan bu öykü, yukarıda bir kolyeye benzettiğimiz bu kitabın da kapama kancası gibi. Her şeyi birleştiriyor, bütünlüyor; birbirinden ayırmaya kalkıştığınızda da anlatının uçlarını mühürlüyor.

ŞAMANİZM, BİR AMAÇ DEĞİL; ARAÇ... 

Edebiyatla uğraşan herkes aşinadır: Öykü yaratmak, oturup üzerine kafa yormakla oluşan bir durum değildir. Masa başındayken gelmez, kafanıza taş gibi düşmez. Siz yollardayken, gözleriniz insan yüzlerindeyken, bir konuşmayı dinlemediğinizi düşünürken kafanıza tohumlar düşer ya da evvelden düşmüş tohumlar filizlenmeye başlar. Gök Derinin Altında, her şeyden evvel, Şamanizmi konu edinmesiyle dikkat çeken bir eser. İster istemez, Karabıyıkoğlu’nu bu yola iten nedenleri sorguluyorsunuz. Öyküleri çözmeye çalıştıkça metnin içine anlamlıca yerleştirilmiş ögeler ve göndermeler net bir şekilde derdini belli ediyor ve yazarın zihnine düşen tohumları keşfetmeye yardımcı oluyor. Mesele, doğadan kopuş. Bu, elbette iki kelimeyle özetlenebilecek kadar net bir dert değil. Doğadan kopuşun altında, anlaşılan ilk anlamının yanı sıra maneviyatımızı terkedişimiz, kabuğumuzda yaşamaya alışmamız, bedeni bir metaya dönüştürmemiz ve doğanın en temel unsurlarından biri olan kadını reddedişimiz, yükselen binalarımızla beraber inşa ettiğimiz medeniyetimizde kadını ne de güzel azımsadığımız var. Biz bugün kadınlara takım elbiseler giydirip onları sistemin bir parçası haline getirmekle övünürken Karabıyıkoğlu, çoğunlukla Şaman olan kadınları, erkek olsalar dahi ayinlerde kadın kıyafeti giymek durumunda olan erkek Şamanları anımsatarak bize bir seferde çözümlenmesi kolay olmayan mesajlar taşıyor.

Gök Derinin Altında, Nazlı Karabıyıkoğlu, 2016 syf., İthaki Yayınları, 2017.

Doğanın kendini yenileyen, her etkiye bir tepkiyle dönen ve doğurganlığıyla yaşamın bereketini üstlenen özünün peşine düşüyor Karabıyıkoğlu. Aynı tutkuyu, kabuğumuzun altında kalmış ruhlarımız için de yapıyor. İnsan ruhunun da doğa kadar bağımsız, üretken, yenilenen ve yenileyen bir güç olduğunu kavrıyor. Karabıyıkoğlu’nun zamanı ve mekânı da geride bırakan öyküleri metafizik bir yolculuğun nüveleri gibi görünse de aslında insana dair en esaslı izlerin peşinden gidiyor. Karabıyıkoğlu, insana kendini yeniden keşfetmesi ve özüyle barışabilmesi için kapılar aralıyor. Şamanizm, burada kitabın yola çıkış amacı gibi görünse de Karabıyıkoğlu için kuvvetli bir araçtan fazlası değil.

Kitap, adıyla da çok şey anlatmanın peşinde. Dilimizde yerleşikleşmiş aynı gök kubbenin altında olma halini, gök deri altına taşıyan Karabıyıkoğlu; burada Şamanizmin de her şeyi bir bütün olarak algılayıp birbirine kattığı algıyı kullanarak gökyüzünü bir deriye dönüştürüyor ve tüm dünyayı bir derinin, tanımlanmamış bir insanın, nefes alıp veren bir canlının altına topluyor. Bu anlam, kitaptaki cinsiyetsizlik – çift cinsiyetlilik meselesine dair kafa yormalarla karşılaşınca netleşiyor. İnsanı bedeninden ayrı düşünüp bir ruh olarak ele almak için kendinden başlayarak ciddi bir çaba sarf eden Karabıyıkoğlu, bu anlamda hedefine ulaşmış görünüyor. Anlatısında ve karakterlerinde karşımıza çıkan çıplaklık ancak böylesi bir yalın görünün eseri olabilir.

Karabıyık, dördüncü kitabı itibariyle kişisel dilini kurgulamayı başarmış bir yazar. Gök Derinin Altında’yla artık tam manasıyla rüştünü ispat ettiğini söyleyebiliriz. Öyle ki, eğer kitabın ruhuna karışmayı başaramazsanız okumak bir cezaya dönüşebilir. Metnin içinden cımbızladığınızda tek başına anlam ifade edemeyecek cümlelerin peş peşe gelmesi, esasen bir başıboşluk değil, mozaik gibi anlamlıca yerine oturtulmuş bir anlatının işaretçisi. Bir destenin kartlarını dağıtarak masanın üzerine yayan Karabıyıkoğlu’nun öyküsüyle bütünleşebilmek için iyi bir oyuncu olup kartları doğru takip etmek gerekiyor. Yazarın bir şeyi bozmadan yapmayı uygun görmediği ifadesiyle örtüşen bu duruş onu, alışıldık okuma deneyimlerinden ayırıyor.