Türler ötesi kadim anlatıcılık ve Ursula K. Le Guin
Ursula K. Le Guin’in kahramanları, buralarda yaşasalardı çok rahat vatan haini veya terörle iltisaklı ilan edilecek denli onları kendileri olmaya zorlayan kızgın bir vicdana sahiptirler. Le Guin’in pozisyonu tam da burasıdır: Üç bin yıldır sözün çoğulluğunun haysiyetini, onu iğdiş etmek ve tek anlama indirgemek isteyen diktatörlere karşı müdafaa etmek!
“Neden insanlar sporda veya politikada başarı kazanmış birini kahraman ilan ederken, düşünmede ustalaşmış birini hor görüp, ona hınç duyuyorlar? Düşündükleri fikirler direkt olarak para veya iktidara tahvil edilirse, bu durumda onlar da tekrar kahraman oluveriyor. Anti-entelektüalizm bunun tamamı değil, bir parçası gibi görünüyor; herkesin karıncalar gibi aynı olduğu bir düzeye gelene kadar her şeyi bu sınıflandırmaya dahil etmek, ki ben buna “eşitleme” diyorum; gerçi bugünlerde anti-elitizm gibi süslü püslü yahut demokrasi gibi münasebetsiz, üzerinde enikonu kafa yormaya girişmeden ağza alınmaması gereken adlar kullanılıyor ya, olsun.”
Ursula K. Le Guin, Her Yerden Çok Uzakta
DUVAR - Yazarların cevapları yoktur; sadece vasattan muhteşeme doğru derecelendirilirlerken derinliği ve yoğunluğu giderek daha da artan soruları vardır. Böyle derin ve ağır soruların ilham edebileceği cevapların halk üzerinde yaratabileceği etkilerden hoşnut olmayan egemenler ve onların orospusu hukuk, yazarları ve yazma eylemini demokratik hukuk devletinin akan makyajının altından çıkan cerahati görünür kıldıkları için vadedilmiş istikrarlı topraklardan sürülmesi gereken “büyük suçlular” konvoyuna dahil eder. Sistem nezdinde “büyük suçlular”; suç işleyen değil, sisteme meydan okuyanlardır. Modern toplumun “büyük suçluları” arasında sistemin çarklarının işlemesine katkı veren bankacılar, silah tacirleri, hayvan deneyleri yapan kozmetik şirket sahipleri, işçi öldürerek para kazanan fabrikatörler, maden işletmecileri, petrol tüccarları ve onlara göbekten bağlanmış işbirlikçileri gazeteciler ve politikacılar yoktur.
İnsanlığa, dünyaya ve doğrudan hayata karşı asıl suç işleyenler, modern toplumun bekası için vazgeçilmezlerdir. Sistemin asla affedemeyeceği şey ikiyüzlü ve açgözlü doğasını ona hatırlatanlardır. Bu nedenle bir gün yeniden aramıza dönerse ilk büyük suçlu bizatihi Mesih’in kendisi olacaktır. Ama modern hayatlarımızda “büyük suçlu” olma onuru sadece yazarlara ve sokak köpeklerine bahşedilmiştir. İnsanlık tarihi boyunca köpeklerin bilgeliğine sahip kadim anlatıcılıktan daha büyük suç icat edilememiştir. İşte Ursula K. Le Guin bütün sevimliliği ve cesaretiyle vicdansızlığımıza havlamayı bilen derin ve ağır soruların yazarıdır.
YÜZÜNÜ HAKİKATE DÖNMÜŞ ANLATICI: URSULA K. LE GUİN
Ölümünün ardından Le Guin’in feminizmi, anarşizmi, Taoculuğu, Mülksüzler’i, Karanlığın Sol Eli, Yerdeniz serisi, Hainli döngüsü üzerine isabetli tahlillerle dolu yazılar kaleme alacak pek çok “Ursula kardeşi” olacaktır. Ama ben sistematik bir okuru olamadığım için, Borges’in Dediği Gibi’de denemeye başladığım gibi, Le Guin’in yüzünü hakikate dönmüş anlatıcılığını ele almaya onu okumaya kaldığım yerden devam edeceğim. Böylece Le Guin külliyatına o türler ötesi modern mitik karakterini veren çoksesli ve plüralist yapıyı, yetişkin ve çocuk ayırımı gözetmeden yazıldığını varsaydığım Anlatış ile Kanatlı Kediler Masalı gibi metinleri temelinde anlamaya çalışacağım.
Bütün edebiyat bir metafordur. Le Guin’in edebiyatı da bir metafordur. Dile getirilemeyen bir hakikatin metaforu. İçinde yaşadığımız mevcut gerçeklikte çok uzun zamandır kendisine sırtımızı döndüğümüz ve sesini duymaz olduğumuz bir hakikatin metaforu. Le Guin’in farkında olmadan bizi dönüştüren hikâyelerinin gücü, bu kelimelere dökülemeyecek olan hakikat üzerine inşa edilmelerinden kaynaklanır. Bu nedenle Le Guin aslında sistematik yazmaz; bütün yazdıklarına sirayet etmiş hakikat talebi, onu tabiatıyla bir seyahate zorlar ve bu seyahat esnasında yolu bazen aynı şehirlere düşer ama yolun ve yolculuğun devamlılığında her şey değişmeye ve dönüşmeye yazgılıdır. Anlattığı hikâye bizim hikâyemizdir: hakikati unutmuş ve dönüşmekten korkan bizlerin hikâyesi.
URSULA K. LE GUİN'İN TEMASI: 'ÖTEKİ'NE DUYULAN KORKU
Le Guin’in bu seyahatlerinde değişmeyen teması 'öteki'ne duyulan korkudur. Ötekine duyulan korkunun nefret, rekabet, saldırganlık gibi politik ifadeleri sadece Dünyaya Orman Denir, Rocannon’un Dünyası, Sürgün Gezegeni ve Anlatış’ın değil, Kanatlı Kediler’in de merkezindedir. Ne diyordu ablası Telma küçük pisicik Emma’ya: “Farklı olmak zor. Üstelik bazen de çok tehlikeli.”
Hakikat ve adalet idealini kendi ideolojisine kurban eden her iyi yurttaş, çoğunlukla hep beraber yüksek sesle tekrar ettiği ezberleri kendi fikri sanır. Tıpkı düşünce özgürlüğünü de hep beraber yüksek sesle tekrar edildiği için saçmalıktan fikir mertebesine terfi eden politik sloganları dev bir kütle halinde bir ağızdan haykırmak sandığı gibi. Oysa ne konforludur toplumun değer yargısı statüsü kazanmış büyük yanılgılarını kendi bünyesinde toplayan bir şahsiyet inşa etmek. Ama yine de geceleri sokakların asıl sahibi sokak köpekleri sahneye çıkar ve hijyenik toplumlarımızı tehdit eder. “Gerçekten saygın hiçbir toplumun, yazarlarına güvenmemiş olması hayret edilecek bir şey değil yani,” diye yazan Le Guin gibi bir yazar çıkar ve okurlarını kendilerini, kendi değerlerini ve kendi doğrularını keşfetmeye, icat etmeye, yaratmaya çağıran sorular sorar. İnsan o vakit, küçük pisicik Telma’nın söylediklerinin mahiyetine nüfuz eder: Farklı olmak; kendin olmak, yani konforunu terk etmek, akıntıya karşı gitmek, ormanda yürünmemiş yolu seçmek, sadece yüzünü hakikate döndüğün için belalara davetiye çıkarmak anlamına geldiğinden ötürü zor ve tehlikelidir.
URSULA K. LE GUİN'İN KIZGIN VİCDANLI KAHRAMANLARI
Le Guin’in kahramanları, buralarda yaşasalardı çok rahat vatan haini veya terörle iltisaklı ilan edilecek denli onları kendileri olmaya zorlayan kızgın bir vicdana sahiptirler. İçeriden normal ve mutlak görülene dışarıdan bakmaya yazgılı bir tür antropolog olan bu karakterler, dışarının bakışını içeriye taşıdıklarında mutlak olan her şey buharlaşırken normal olan her şey de bütün imtiyaz taleplerini kaybeder. Anlatış’ın baş kahramanı gözlemci Sutty, kendi dünyası Yerküre’nin “Tekçiler”ine dışarıdan baktığında, içerideki “eşitlenmiş” düzen savunucularının asla göremeyeceği bir şeyi, hayatın çoğulluğu karşısında diğer bütün kitapları ve diğer bütün kelimeleri terörle ilişkilendirip tarihin çöplüğüne atan “Tek Söz, Tek Kitap” düsturunun barbarlığını görür. Evet Nietzsche’nin dediği gibi hepimiz kendi perspektifimize mahkûmuz ama Le Guin’in de gösterdiği üzere dünya bizim perspektifimizden ibaret değil ve ötekinin perspektifiyle diyaloğa girerek ancak kendi sefil perspektiflerimizi zenginleştirebiliriz.
Bunun için de bütün mağdurların, madunların, ötekilerin, cinayete ve tecavüze kurban giden kadınların ve eşcinsellerin, etnik ve dinî aidiyetlerinin bedelini ölerek ve işkence çekerek ödeyenlerin, inatla farklı düşünmeyi ve kendisi olmayı denediği için “medenî ölüm”e mahkûm edilenlerin, yani her türlü aşağılanma, şiddet ve dışlanmaya maruz kalmış bütün sokak köpeklerinin acısını içimizde hissetmemiz, seslerini kendi ağzımızda dillendirmemiz, ötekinin gözlerine bakmamız gerekir. Dengede durabilmek için sürekli düşman icat etmek zorunda olan istikrar toplumlarımız için içerideki tekçi saçmalığa dışarının çoklu perspektifinden bakmaktan daha büyük bir suç olabilir mi!
Tek hakikat, tek söz, tek lider, tek yol, tek kitap, tek parti, tek anlam savunusunda “ya-yahut” mantığı egemendir. Dârülharp ile dârülsulh, vatansever ile vatan haini, yurttaş ile terörist arasında ikiye bölünen bu tekçi mantığın, kapısı içeriye değil dışarıya açılan dünyasında sadece ya kedilere yahut da kuşlara yer vardır, “kanatlı kediler”e değil. Ama tam da bu nedenle, daha özgür ve adil bir hayat için Le Guin’in yaptığı gibi “kanatlı kediler”i düşlemeye ihtiyaç vardır. Çünkü ancak çokluk içinde mümkündür hayat ve hayatın olduğu her yerde umut vardır. Bu umutları her daim canlı tutmanın yegâne yolu da Le Guin mitolojisindeki eski bir Aka dini olan “Anlatış”ın kesinlikten, tekçilikten, monologdan ve tartışmaya kapalı inanç sistemleri dayatmaktan uzak yapısını anlamaktan geçer.
HİÇBİR ZAMANA AİT OLMAYAN HİKÂYELER
“Anlatış”ta hakikati anlamak için hikâyeler anlatılmaktadır. Din adamından çok kadim hikâye anlatıcısı olan Mazlar konuları sabit olmayan, hiçbir zamana ait olmayan, zaman-üstü, sürekli yolda, anlatılmakta ve olmakta olan hikâyeler anlatırlar. “Anlatış”ın dünyası moleküllerden değil, hikâyelerden mürekkeptir ve bu dünya kelimelerle inşa edilir. Bütün bu hikâyelerin amacı kendi var ettiği dünyanın üzerindeki giz örtüsünü açmaktır. Anlatmak, dünyayla sahih bir tecrübeye girişmektir.
Ötekini kendine benzetme, kendisine benzemeyeni yok etme ve kadim olanın değerini güncel iktidar mücadelesi için peşkeş çekmede somutlaşan hakikati tekeline almış tek liderin herkese papağan gibi tek sözü tek bir işaretle haykırttığı “Tekçiler”in aksine “Anlatış”; özgür, adil ve daha yaşanılası bir dünyayı sözün çoğulluğuyla, hikâyelerin belirsizliğinde yankılanan artı anlamla yaratmaya cüret eder. Tıpkı Homeros ve onun çocuklarının üç bin, Diyojen ve köpeklerinin ise iki bin dört yüz yıldır Agamemnon ve çocuklarına karşı verdiği mücadelede olduğu gibi. İşte bu mücadelede Ursula K. Le Guin’in pozisyonu tam da burasıdır: Üç bin yıldır sözün çoğulluğunun haysiyetini, onu iğdiş etmek ve tek anlama indirgemek isteyen diktatörlere karşı müdafaa etmek!
Şimdi Le Guin’i ve bu büyük suçtaki diğer bütün suç ortaklarını, sokak köpeklerini yalnız bırakmama ve safları sıklaştırma zamanı. Çünkü hikâyelerin bizi bir arada yaşatma gücü ve sözün büyüsü, bugün tarih boyunca olmadığı kadar büyük bir tehdit altında. Kendi kendimizi ne hale düşürdüğümüze bir baksanıza. Bu cehennemden ancak bizi “biz” yapacak hikâyelerle çıkabiliriz. O vakit, Ursula K. Le Guin’in eserini böyle bir “Tekçilik”e karşı mücadele daveti olarak okumak bizi umutlandırabilir.