Ursula K. Le Guin: Buraya yazmaya geldik!
Yapısökümcü feministlerden Helene Cixous’a yakın duran Le Guin, eril şiirin baskın olmasını, şiirde kadınların yok denecek kadar az sayıda olmasına bağlar. Kadının eril dil içerisinde nesneleştirilmesi de söz konusudur. O halde onun çağrısına kulak verelim: "Şiir yazılmalıdır. Buraya yazmaya geldik!"
DUVAR - Yazdığı fantastik ve bilimkurgu romanlarıyla, anlattığı hikayelerle gerçekliği sürekli bozguna uğratan, hayal gücünün zihni özgürleştirdiğinden söz eden Ursula K. Le Guin, bize sürekli alternatif evrenler sunmuştu. Bu sefer başka bir yazma biçimiyle, şiirle çıktı okurunun karşısına. Şiir yazma serüveni yeni değil Le Guin’in. 1960’lardan bu yana yazıyor. Birçok şiir kitabı var. Yitik Ülke Yayınları’ndan çıkan Tanrı Kuşlarıyla Buluşmak, bugüne kadar yazmış olduğu şiirlerinden oluşturulan bir seçki. Şiirlerin çevirisini yapan şair Gökçenur Ç, Ursula K. Le Guin için “genç şair” ifadesini kullanıyor. Bunu, onun genç bir şairin coşku ve hevesini taşımasına bağlıyor. Ama yaşının verdiği bilgeliğin de şiirine yansıdığından söz ediyor. Öncelikle Gökçenur Ç.’ye teşekkür etmek gerek, bu çok kıymetli çabası için. İlk kez Türkiye’de Le Guin’in şiirleri toplu halde okuruyla buluşuyor; dolayısıyla Le Guin’i başka bir yazma biçimiyle, yazının en saf hali olan şiirle okuma fırsatı buluyoruz.
En kadim bilgileri de taşır şiir. Gerçekliğin özüne dokunur. Le Guin’in bu kitaptaki şiirlerinde fantastik bir dünya yok. Varlığı, yaşamı sürekli keşfetme deneyiminin aktarılması var. Le Guin, “Dünyaya ait olma bilinci, hayatta kalma becerisi, her zaman akrabalık bilincini hayvanlarla birleştirme eğiliminden” söz eder kitabın giriş kısmında. “Şairlerin hep bildiği bu gerçeği Darwin uzun bir zaman önce bilimsel bir temele oturttu,” diye de devam eder. Yani şairlerin canlı ve canlı olmayan varlıklarla ilişkilerini genişletmesinin yeni olmadığından, bilim insanlarının şairlere yetişmesini beklediğinden söz eder. Tüm bu söyleme baktığımızda, Le Guin’in şiirlerinin asıl meselesini de görürüz. O tüm evreni kucaklar. Taşıyla, toprağıyla, canlı cansız tüm varlıklarla. Doğa onun gerçek evidir. İnsan da doğanın parçasıdır. Dolayısıyla insanı anlatırken, ağacı, nehri, ovayı da anlatır. Onlar “doğal kaynaklarımız değil, insanın akrabasıdır” der. Bir bütünün parçasıdır ve insan onun bilgisini, karekterini taşır.
'GERÇEKLİK NEDİR?'
Elbette yazdığı şiirlerde gerçeklikle ilgili meselesini de görürüz. Doğa bilimlerinden yararlanır Le Guin, gerçeklikle ilgili meselesinde. Mesela fiziğin en temel yasalarından olan entropi, girer şiirine. Burada Yürümek adlı şiirinde “Gerçeklik nedir? Kül rengi tozlar, ölü bir orman” der. Ve devamında “Entropi hızla kendi sonuna koşar. Ey ıssızlık!” diye devam eder. Entropi, çoğunlukla bir sistemdeki rastgelelik ve düzensizlik olarak tanımlanıyor. Kısaca düzensizlik yasası olarak açıklanabilir. Oysa evrendeki her madde, her oluşum dengeye ulaşmak ister. Hayat dengeye kavuşmaya meyilliyken düzensizlik niye var? Hareketi sağlamak için. Düzensizlik arttıkça hareket de artar. Hareket varsa ilerleme de var demektir. Tıpkı vücudumuzun yaşlanması gibi. Ama evrenin sonunun da olduğundan söz edilir bu yasada. Yani hareketin biteceğinden. Şiire bakarken tüm bu bilgileri birleştirmek mümkün.
Ama önce Ursula K. Le Guin’i bu dizeleri yazması için tetikleyen nedeni anlamak gerek. 1980 yılında Washington’daki St. Helen Dağ’ının yüzeyinde oluşan deprem nedeniyle yaşanan volkanik patlamanın etkisi var bu şiirin yazılmasında. O volkanik patlamanın ona yansıyan külleri de denilebilir. Bir ceset gibi yatan ölü ağaçlar, yanmış ormanın hüznüyle ve gerçekliğiyle yansıyor dizelere. Ancak her şey hızla kendi sonuna koşsa da bir yandan da akış devam ediyor. “Bir yaz gelecek, sonsuz” derken, o devamlılığa da vurgu yapıyor şiirinde. Evet, son kaçınılmaz ama sonlanan her şeyin yerini başka bir şey dolduracaktır. Hareket devam ettiği sürece.
Gerçeklik vurgusunda, insanın ölümlü olmasını hatırlatması da bir şekilde o süreci, akışı işaret ediyor. Biri ölürken başka biri doğar ve yaşam devam eder. Kısacası, devinim hep devam eder. Mesela; Bir Kıyı Treniyle Yolculuk şiirinde “Gördüm dağların derinliklerinde / kar tutmuş ağaçların sessizce bulutlara değip geri döndüğünü. / Ağır, soylu, onurlu devinimi / kanatların ve dalların, / ölümü anlatan beyaz bir yazı” diyerek doğanın kendi içindeki ritmini, devinimini anlatır. Ölümle de eşleştirir bu devinimi. İnsanın tabiatı, doğanın kendi içindeki dönüşümü ve hareket ayrılmaz bir bütünlük sağlar.
'DOĞANIN İDEAL DÜZENİNE UYMA'
Doğa Bilimlerinden faydalandığı kadar Taozim felsefesinden de etkilenen Le Guin’in şiirlerine bu öğreti de yansır. Kendi iç sesiyle konuşmayı, “doğanın ideal düzenine uyma”yı görürüz. İnsan merkezli evrenden daha çok jeolojiyle; taşlarla, kayalarla, dağlarla ilişki kurar Le Guin. Onlar canlıdır ve merkezdedir. İnsana ait nitelikleri; doğayla, yani taşla, kayayla, nehirle ilişkilendirerek anlatır. Ve şiir de “İnsanların, bir ağaç, bir kaya, bir nehrin gerçekte ne olduğunu, kendileri için ne anlama geldiğini anlatmayı deneyebilecekleri yegâne dildir.” İnsan doğanın, o bütünün ayrılmaz parçasıdır ona göre. Mesela Çakmak Taşları şiirinde “… tek bir taş, dünya demektir, dünya demektir çok yaşlı” veya St. Helen Dağları şiirinde “O taş dünyanın merkezinde durur hala”, yine Zirve şiirinde “Okuyun kayaları, onların sözcükleri dayanır acıya” der. Jeoloji bir gözlem bilimidir. Ursula K. Le Guin bu gözlem biliminden yararlanır. Taş onun gözü olur. Sadece onun değil, diğer canlıların da.
Mesela, kuzuların taştan bakışları, taş gözlü balıklar gibi imgeler kurar. Çünkü taş görmüş geçirmişliğiyle yani bilgeliğiyle, biriktirmesiyle, uzun bir geçmişe sahiptir. Dünyanın ve hayatın tarihi taşların sırlarında saklıdır. En başından beri vardır o. Yer kabuğunu oluşturan kayaların parçalanıp ayrışmasıyla toprağın oluşmasına da aracılık etmiştir. Dolayısıyla Ursula K. Le Guin’in bakmayı taşla özdeşleştirmesi, tüm evreni, oluşumu anlama çabasıdır. Kış Şafakları şiirindeki “Taşlar gözü açık uyuyor” dizesi, taşların, evrenin tüm sırrını saklı tuttuğu bilgisini de taşır. Şiirin sonunda “Bakmaya devam et. Korkma” demesi, bir anlamda, evrenin ve hayatın bilgisini keşfetmekten vazgeçilmemesi için yapılan bir çağrıdır. Göreceğimiz şeylerin bizi mutsuz etme, korkutma olasılığı da vardır elbette. Yine de, bakmaya devam edilmelidir. O yüzden taş dünyanın merkezindedir; gerçeğin de! Kayayı okuyun, demesi de bundandır.
'TOPRAĞA DÖNÜYORUM'
Aynı zamanda kayanın dile gelmesi de beklenir. “Benim için çok yavaş konuşuyorlar” der Le Guin. Kayanın dili olur. Taşın, kayanın gözüyle bakmak; sadece doğayı ve insanı değil, kendini okumaktır aynı zamanda. Geçmişini, doğduğu toprakları, kökünü kayanın diliyle, yol kenarındaki otlarla, yükselen sularla ve rüzgarla anlatır. Yaban Yulafı ve Yakıotu şiirindeki “Yaşlandım, tozluyum / bir ortakçı, bir maraba / toprağa dönüyorum” dizelerinde ve yine aynı şiirdeki “Dönüyorum, dönüyorum, geri dönüyorum yerime / Geriye bıraktığım tek şey kendim” dizelerinde geçmişine, çocukluğuna, ilk gençlik yıllarına bakar. Toprağa dönmek; özüne dönmek, şifa bulmak arzusunu da içerir. Ama bu arzu, kendini dönüştürme, diri tutma isteğine de tekabül eder.
Zihni diri tutma çabasıdır bu. Aynı şiirde “Çok geç öğrendim son istikameti” derken ölüm gerçeğine de dokunur. Ölmeden önce anadilinde birkaç sözcük daha öğrenmek ister. Bu, öğrenmediği, eksik kalan ne varsa tamamlama arzusudur. Çünkü tüm derdi sözcüklerdir. Dingin Bir Zihin şiirindeki “Sözcüklerdir bütün derdim. Yontar dururum bir taşı otuz yıl, bitmez / yine de göremediğim o şeyin imgesi…” dizelerinde sözcüklerle kurduğu bağı, öğrenmeye olan arzusunu ve onun getirdiği sürekli genişleme isteğini de görürüz bir yandan. Yine taş imgesi de taşın bilgisini, sırrını görmeye duyduğu ilgiyle dile gelir.
Kendine, geçmişine baktığını söylemiştik Ursula K. Le Guin’in. Şimdiki zamana da bakar. Anne, anneanne, kızı ve torunu olmak üzere ailenin dört kuşak kadınları da şiirlerinde yer alır. Kızım İçin Bir Şarkı şiirinde “Torunumun annesi kızım, senin için bu şarkı: / Anneler ne yapsa yanlış olur, / doğrusunu hep kızları bulur” diyerek, anne kız ilişkisini irdeler. Bir çatışmada vardır bu ilişki içinde, bir oluş meselesi de. Kadınlığı, kızlar annelerinden öğrenir iması da... Ve bu öğrenme aktarılır. Doğrusunu kızları bulur derken, kızının da aynı çatışmayı kendi çocuğuyla yaşayacağını vurgular. Mesela; “kızın da seni affetmeyecek / arama boş yere başka neden / birlikte işliyoruz bu danteli / karşıt güçlerin etkisiyle” diye devam eder şiir. Büyümek sancılı bir süreçtir. Bir insanı yetiştirmek de. Üstelik kadın olmanın, kendini oluşturmanın bu egemen erkek anlayışında zorlu bir yolculuk olduğunu da hissettirir şiirinde. Şiirin sonunda, “Annemin torunu kızım” diye seslenir ve devamında “Ne yapsan doğru olmayacak / yaptığın her şey yanlış değilken” der. Bu kaçınılmaz çelişkinin devam edeceğini vurgular.
Ursula K. Le Guin, şiirlerinde sadece yaşama, ölüme, dünyaya değinmez, kadınlığa dair anlatılara da çokça yer verir. Yaşlıları Öldürmeye Hazırlanırken şiirinde “Şimdi konuşuyorum kadınların anlaşılmaz diliyle” derken, kadınların kendi dilini yaratmalarından ve eril dilin bozguna uğratılması gerekliliğinden söz eder. Tarih boyu erkekler tarafından yaratılmış dilin içinde yaşamak zorunda bırakılmış kadınların, kendi dilini yaratmasının önemine vurgudur bu. Yapısökümcü feministlerden Helene Cixous’a yakın duran Le Guin, eril şiirin baskın olmasını, şiirde kadınların yok denecek kadar az sayıda olmasına bağlar. Kadının eril dil içerisinde nesneleştirilmesi de söz konusudur. O halde onun çağrısına kulak verelim. “Korkma sakın hiçbir şeyden, duy beni!” diyor Ursula K. Le Guin. Ve devam ediyor: “Şiir yazılmalıdır. Buraya yazmaya geldik!”