Ursula K. Le Guin Türkçe fantastik edebiyatı nasıl etkiledi?
Ursula K. Le Guin'i fantastik roman ve öyküleriyle tanıdığımız Türkiyeli yazarlara sorduk: Le Guin’in insanın içine işleyen cümleleri yazma heyecanı uyandırıyordu...
DUVAR - Ursula K. Le Guin'in Türkçe'deki serüveni 90'lı yıllarda başlıyor. Mülksüzler'i ya da Yerdeniz Büyücüsü serisini o dönem okuyan genç yazar adayları ilk üretimlerini ortaya koyduklarında Le Guin'in izlerini görmek çok da zor değildi. Le Guin'in Türkçe fantastik edebiyatta her zaman önemli bir yeri oldu. Biz de bu vesileyle Türkiye'den yazarlara Le Guin'le tanışmalarını, Le Guin'e yönelik son dönemde artan ilgiyi ve edebiyatlarını nasıl etkilediğini sorduk.
Yazarlar Barış Müstecaplıoğlu, Funda Özlem Şeran, Murat S. Dural, Delal Arya ve Özlem Ertan yanıtladı: Ursula K. Le Guin pek çok genç kadın yazarın 'büyüyünce olmak istediği" isim...
Ursula K. Le Guin'in kitaplarını ilk ne zaman okumaya başladınız? İlk okumalarınızda neler düşündünüz?
Le Guin’in Yerdeniz serisini lise çağlarımda okudum. O güne kadar ağırlıklı olarak klasik Rus edebiyatıyla ilgileniyordum, o tarzda yazmayı seviyordum, Yerdeniz’le birlikte fantastik edebiyata aşık oldum. Bu serinin, daha doğrusu serinin ilk kitaplarının ana karakteri Ged, o yıllarda en yakın dostum olmuştu. Le Guin’in insanın içine işleyen cümleleri bende yazma heyecanı uyandırıyordu. Ne zaman bir Yerdeniz kitabı okusam, bitirdiğim zaman “ben de böyle bir kitap yazmak istiyorum” diyordum.
Le Guin'in kitaplarına yönelik her zaman önemli bir ilgi vardı. Ancak son dönemde daha da arttı. Bu ilgiyi nasıl yorumlarsınız?
Le Guin’in kitaplarında, özellikle bilim kurgu romanlarında dikkat çektiği, bizleri uyardığı toplumsal sorunlar günümüzde gittikçe artan biçimde hayatımızı etkiliyor. Onun öngörülerini yaşıyor gibiyiz. Bu da kitaplarının hiç olmadığı kadar güncel olmasını ve yüreklere dokunmasını sağlıyor. Belki yazıldıkları zamanlarda “Aman canım sen de, bu kadar kötümser olmaya ne gerek var” diyenler olmuştur, ama bugün yaşadığımız gerçeklikte bu kitapları okurken “az bile söylemiş” diyoruz.
Le Guin'in kitapları sizin sanatsal çalışmalarınızı nasıl etkiledi?
Le Guin’i okumadan önce fantastik romanlar ve bilim kurgu bana çocuksu gelirdi, onu okumak aklımdaki öyküleri fantazyanın sihriyle çok daha özgün ve renkli anlatabileceğimi görmemi sağladı. Muhtemelen er ya da geç fantastik edebiyata kayardım, lakin Le Guin içimdeki bu damarı çok erken keşfetmeme yardımcı oldu. Bir düşünceyi ya da sorgulamayı bir öyküde sıkıcı ve didaktik olmadan işlemek konusunda da harika bir örnekti.
Ursula K. Le Guin'in kitaplarını ilk ne zaman okumaya başladınız? İlk okumalarınızda neler düşündünüz?
Üniversitedeydim, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde okuyordum ve Le Guin'le ilk tanışmam Mülksüzler romanıyla oldu. Şimdi bakınca epey isabetli bir seçim olmuş. Beni hem bir siyaset bilimi öğrencisi, hem amatör bilimkurgu yazarı, hem de genç bir kadın olarak çok etkilemişti. Hâlâ da en sevdiğim kitabıdır.
Le Guin'in kitaplarına yönelik her zaman önemli bir ilgi vardı. Ancak son dönemde daha da arttı. Bu ilgiyi nasıl yorumlarsınız?
Çok sevindirici. Özellikle wattpad tarzı kitapların çoksatar olduğu bir dönemde Le Guin gibi usta yazarlara ve kaliteli kurgulara yönelen ilgi beni hem kendisinin hayranı, hem de türün naçizane bir emekçisi olarak çok mutlu ediyor. Dilerim artarak devam eder.
Le Guin'in kitapları sizin sanatsal çalışmalarınızı nasıl etkiledi?
Le Guin sanıyorum benim gibi pek çok genç kadın yazarın "büyüyünce olmak istediği" isim. Yazdığı türler, kullandığı dil, anlatım tarzı, kurgularının ve karakterlerinin eşsizliğiyle hepimiz için büyük ilham kaynağı. Benim içinse hep daha iyisini yapmak, çıtayı her seferinde yükseltmek gerektiğine dair bir umut ışığı oldu. Özellikle "Yüksek Doz Gelecek" adlı bilimkurgu kitabımızda yer alan kısa romanım "Phobos" üzerinde çalışırken onun gibi dil ve anlatımı kurgunun bir parçası haline getirmeye uğraştım. Zorlandığımda yola devam etmem için bana güç verdi. Ayrıca Bilimkurgu Kulübü yazarları olarak bir araya geldiğimiz Yeryüzü Müzesi isimli bilimkurgu öykü antolojisine yazdığı arka kapak yazısıyla bizlere son mesajını iletmesi de buruk bir sevinç yarattı. Kuşkusuz onu çok özleyeceğiz ama eserleriyle hep yanımızda olup yolumuzu aydınlatmaya devam edecek.
Ursula K. Le Guin'in kitaplarını ilk ne zaman okumaya başladınız? İlk okumalarınızda neler düşündünüz?
Ursula K. Le Guin’in romanlarıyla üniversite yıllarında tanıştım. İlk olarak altı romandan oluşan Yerdeniz Serisi’ni okudum, sonra diğerleri geldi. Yerdeniz Serisi’nde kurduğu fantastik evren ve bu evrenin içinde insanın hayat yolculuğu, olgunlaşması hakkında bu kadar çok söz söylemesi etkilemişti beni. Hem hayal gücü ve özgün bir evren hem de insan doğası vardı bu romanlarda.
Le Guin'in kitaplarına yönelik her zaman önemli bir ilgi vardı. Ancak son dönemde daha da arttı. Bu ilgiyi nasıl yorumlarsınız?
Ursula K. Le Guin’in kitaplarına yönelik ilginin iki nedenle arttığını düşünüyorum: Birincisi Türkiye’de fantastik edebiyat ile bilimkurgu okurlarının çoğalması; ikincisi ise Le Guin’in, romanlarında toplumsal sorunlara, siyasete dair pek çok şey söylediğinin daha iyi anlaşılması. Le Guin, teknoloji kullanımından ziyade toplumsal ve siyasi yönü ağır basan bilimkurgu anlayışının temsilcilerindendi. Mülksüzler’de Annares ve Uras gezegenlerinde geçen bir kurgu anlatırken edebiyattaki en önemli kapitalist sistem eleştirilerinden birini yapmıştı. Toplumsal, siyasi sorunları, yarattığı özgün dünyalar ve kurgular yoluyla gözler önüne sermesi yazdıklarının her zaman ilgi görmesinin en önemli nedeni.
Le Guin'in kitapları sizin sanatsal çalışmalarınızı nasıl etkiledi?
Ursula K. Le Guin beni en çok etkileyen yazarlardan biri. Neden derseniz, o hem çok iyi bir edebiyatçıydı hem de feministti, anarşistti, hayalperestti ve dünya hakkında söyleyecek pek çok sözü vardı. Tarzımı onun açtığı temel üzerine inşa ettim. 2015’te yayımlanan ilk kitabım Âşık Kadınlar Denizhanesi, İstanbul Boğazı’na yerleştirdiğim fantastik evrende geçen feminist bir romandı. Bu fantastik âlemdeki kadınların baskıcı ve otoriter bir tanrıya karşı mücadelelerini anlattım. Âşık Kadınlar Denizhanesi, toplumsal ve siyasi sorunların izlerini taşıyordu. 2017’de çıkan ikinci romanım Benim Güzel Ölülerim ise Türkiye’ye hâkim olan savaş iklimini fantastik bir kurgu içinde anlattığım siyasi bir romandı. Evet, fantastik roman yazıyorum ve bunu yaparken yaşadığımız eşitliksiz, adaletsiz, savaşın kutsandığı dünyaya arkamı dönemiyorum. Ursula K. Le Guin de dönmemişti.
Ursula K. Le Guin'in kitaplarını ilk ne zaman okumaya başladınız? İlk okumalarınızda neler düşündünüz?
Öncelikle onu ve eserlerini anlatmanın zorluğunu bir ilk cümle olarak başa yerleştirmeliyim. Kaybettiğimiz ama hâlâ bizimle olan, öğretmeye devam edecek bir ölümsüz o. Le Guin ile 90’ların ortasında, İstanbul Üniversitesi Klasik Arkeoloji Bölümü’nde okurken Yerdeniz Büyücüsü vasıtasıyla tanıştım. Okumaya başlamamla beraber kesinlikle birbirinden keskin sınırlarla ayrıldığını, hatta birbirlerinin alternatifleri olduğunu düşündüğüm fantastik ve günümüze dair okumalar arasında direkt bir bağlantı kurduğumu, aslında yaşananları böyle de anlayabileceğimi, anlatabileceğimi öğrendiğimi söyleyebilirim. Bu sayede fantastiğin bazılarının çekmeye çalıştığı ayakları yere basmayan bir türden öte daha fazlasının söylenebileceği, zamanın ruhuna dair çok şey aktarılabilecek bir tür olduğunu keşfettim.
İnsanın insan olmasına, büyümesine dair, sevgi ve cinselliği, kadın ve erkeğin ayrı ayrı ve beraber yürüdüğü yolları, kendi karanlığımız ve aydınlığımızın hem mücadelesi hem de muhabbeti hakkında psikolojik, derin anlatılar içeriyordu kitaplar. Büyülenmiştim. Ursula K. Le Guin’in saf dili, akışkan anlatısı ve içine yerleştirilmiş kendi kendilerine büyüyen abartısız kahramanları, oluşturulan samimi ve -kendi tabirimce- kılçıksız cümleleri, evren tasarımı, büyü örerken isimleriyle çağrılan şeylerin mikro ve makro kozmosu, birlikteliği müthişti. Ged, Kalessin, denizlere açıldığı teknesi Ufkabakan, Tenar, Therru unutulmayacak izler bıraktı bende. Yerdeniz Büyücüsü'nün ardından Kadınlar Rüyalar Ejderhalar, Karanlığın Sol Eli ve Mülksüzler'i okudum. Kütüphanemde tüm kitaplarının olduğunu söyleyebilirim.
Le Guin'in kitaplarına yönelik her zaman önemli bir ilgi vardı. Ancak son dönemde daha da arttı. Bu ilgiyi nasıl yorumlarsınız?
İlginin arttığına kesinlikle katılıyorum. Modern dünyanın elektronik gelişmeleri konfor sağlasa bile insanın gerçeklerine dair büyük bir açlık doğuruyor. Fantastik sanatlar ise okurda hep “daha fazlası” olduğumuza dair adeta sözel bir bilimsel kanıt peşinde. Dünya ruhen terapi ve ilaç tedavisi ile ayakta dururken Ursula Le Guin ve onun gibi yazarlar bize sayfalardan her zaman “Kendi karanlığını bul ve ona sarıl! Kaçma!” diye bağırıyorlar, bağıracaklar. Daha çok okuma isteği uyandırıyor çünkü bana göre ilk soruda da belirttiğim üzere Le Guin fantastik ve güncel edebiyatı birbirine en çok yakınlaştıran isimlerin başında geliyor; pek çok konudaki derin bilgisini aktivistlikle süslüyor ve gerek yazar gerek konuşarak bunları gündeme taşıyordu. Evet, metinleri insanları güncel zaman ve mekandan koparıyor, başka bir yere götürüyor ama hâlâ hayatın içinde ve hayata dair bir şeyler gördüğünüzü, öğrendiğinizi biliyorsunuz.
Samimi, sözünü esirgemeyen ve bunları içtenlikle eserlerine yerleştiren, karşısındaki insana o umudu, kendi içini tarama gücü veren bir yazar Ursula K. Le Guin. Eğer okumak üzere elime bir Le Guin kitabı alıyorsam, bir konuşmasını dinliyorsam derin nefes alıp kendime şunu sorarım; “Hazır mısın? Sana bir ayna gibi tutulacak bu kitabı okumaya, röportajı dinlemeye ve hazmetmeye açık mısın?” Ona başvuranlara her zaman çok şey öğretti ve vefatına rağmen öğretmeye devam edecek.Onun kadar net meydan okuyan, meydan okumamıza vesile olan yazarlar umarım artar, umarım bizler de o yoldan yürümeyi başarabiliriz.
Le Guin'in kitapları sizin sanatsal çalışmalarınızı nasıl etkiledi?
Yazma çabam içinde dilinin saflığı ve içeriğinin derinliği, samimiliği anlamında Le Guin hayatımın sonuna kadar ulaşamayacağımı düşündüğüm, ama benimsediğim, yine de değişmez kanun, çıta haline getirdiğim net bir hedef benim için. O hayal kurmanın herkesi özgürleştireceğini göstermiş şaşmaz bir pusula adeta. İlk kitabım “Kibrit Ev”deki “Kâbus Kapan” öykümde onu anmış ve özellikle rüyalarda gidilen, yaşam ve ölümü ayıran duvarı metnime yerleştirmiştim. O ilk heyecanımda Ursula Le Guin olmazsa olmazdı, ona bir selamdı çünkü. Bazı insanların dönüp dönüp okuduğu, hatta bilerek ve isteyerek benzer cümleler kurmaya çalıştığı yazarlar vardır; işte o, o varılmak istenen en uzak sahilin ta kendisi kendi adıma. Son olarak sadece okuma, yazma serüvenime değil, hayatıma, üstüme sinmiş bir Le Guin karakterinden bahsetmek istiyorum; “Kalessin”...Yerdeniz ejderhalarının en yaşlı, en bilge, en yücesi. Şu an sağ omzumdaki ejderha dövmesinin sebep-i harikası, baktığımda gördüğüm azamet ve hikmetin sembolü... Duymak isteyen kulaklar için Kraliçe Ursula K. Le Guin her zaman yanımızda, elimizi uzatıp onu alabilecek mesafede olacak.
Ursula K. Le Guin'in kitaplarını ilk ne zaman okumaya başladınız? İlk okumalarınızda neler düşündünüz?
1994 yılıydı. Her sabah 7:15 vapuruyla okula gidiyordum. Bir okul vapuru diyebilirdiniz ona. Fransız, İtalyan ve Alman liselerinin öğrencileriyle dolu olurdu. Bazıları ders çalışır, bazıları ödev yetiştirir, bazıları uyurdu. Hayatımda en fazla kitabı o vapurda okumuşumdur. Can söylemişti Ursula K. Le Guin’i okumamı. Babası ressam olan, Cure tişörtü giyen, Derrida okuyan, kocaman siyah gözlü çocuk. Birlikte vapurdan inip okula yürürdük. Bir gün New York’a kaçıp garsonluk yaparak bir çatı katında yaşama hayalleri kurardık. İkimiz de hayal kurmayı sevdiğimiz için birlikte takılırdık. Başka da ortak noktamız yoktu. Bir gün okuldan dönerken Beyoğlu’ndaki bir kitapçıdan Atuan Mezarları’nı almıştım. Kitapçı Mefisto olmalıydı. O zamanlar duvarlarında bizim yaşımızda çocukların rock barlarda verdikleri konserlerin posterleri asılı olurdu. Ke-pa-ze diye bir grup vardı mesela.
Okul çıkışı yaşımız tutmadığı halde eski, izbe apartmanların üst katlarındaki o barlara girer ve o berbat biraları içerdik. Mor ve Ötesi’nin, Athena’nın lise grubu oldukları, bizimle aynı vapura bindikleri zamanlar. Bir seferinde tuvalette düşüp çenemi lavaboya vurmuştum. Her yer kan olmuştu. Can “Sen bundan daha iyisin,” gibi kötü çeviri kokan bir cümle kurmuştu. Atuan Mezarları’nı alıp vapurda okumaya başlamıştım. Neden Yerdeniz serisine ikinci kitabından başlamıştım bilmiyorum ama sonradan herkese bunu önerdim. Önce Tenar’ı tanımak, Ged’i bir yabancı olarak görmek ve ancak ondan sonra Ged’in derinliklerine inmek benim için doğru bir yol oldu. Onu hep Tenar’ın gözünden tanıdım. Sonra sonra dünyaya da Tenar’ın gözlerinden bakmaya başladım. O benim karanlığım oldu. Ve Ursula K. Le Guin’in başka bir romanında (Cennet’in Doğusu) söylediği şu söz benim kalbimin ortasına gelip yerleşti: Işıkları söndürdüğünde ne gördüğünü bilemem. Ama bu benim karanlığım.
Le Guin'in kitaplarına yönelik her zaman önemli bir ilgi vardı. Ancak son dönemde daha da arttı. Bu ilgiyi nasıl yorumlarsınız?
Ekolojik, organik, sürdürülebilir, ortak yaşam, doğayla uyum, geri dönüştürülebilir, tekrar kullanılabilir, kompost, kooperatif, geleneksel tarım... Bu kelimeler neden modaysa Ursula K. Le Guin kitaplarına olan ilgi de o yüzden arttı diye düşünüyorum. Köy her zaman vardı. Fakat köylüler şalvar ve sarı çizmeler giydikleri için, bilgilerini mevsimlerden, gökyüzünden, havayı koklayarak, cemrenin düşmesine bakarak, dedelerinden öğrendiklerini yorumlayarak aldıkları için aşağılanıyorlardı. Elleri çamurlu olduğu için şehirliler tarafından hor görülüyordu. Şimdi “bilge köylü” var. Kadıköy’de, Moda’da, Cihangir’de yaşamış, sonradan köye göç etmiş, yoga yapan, hayvanlar acı çekmesin diye vegan beslenerek gönlünü rahatlatan iyi niyetli insanların yarattığı yeni bir moda. Gene elleri çamurlu, ama toprakla bir arada olduğu için saygı görüyor. Cemreye bakıyor, rüzgarı hissediyor, doğayla bütünleşiyor vs... Şimdi onlara nasıl bilge deniliyor ve saygı gösteriliyorsa, Ursula K. Le Guin romanlarına da o yüzden ilgi artıyor. Çünkü bu moda. Ama daha önce Anadolu insanı hep böyleydi ve Ursula K. Le Guin hep vardı. “Çocuklar çöp yerler, ama plastik asla.” Onun bu sözünü bu ilgiyi yorumlamak için de kullanabilirim.
Le Guin'in kitapları sizin sanatsal çalışmalarınızı nasıl etkiledi?
Sözler diye bir kitabı var. Güçler ve Marifetler’le beraber aynı seriye ait. Bu kitapta Ursula K. Le Guin bize evimizi neyin üzerine inşa ettiğimizi öğrenmemiz gerektiğini anlatır. Bir gün ışıkların söneceğini ve hepimizin hayatta kalmak için etrafımızı sarmalayan karanlığı tanımamız gerekeceğini. Bu da ancak yürekteki tanrının taşlardaki ve kelimelerdeki tanrıyı tanımasıyla mümkün olabilir der. Bir yazara böyle cümlelerle kılavuzluk edebilirsiniz ancak. Ursula sadece kendisi yazmadı, aynı zamanda kendisi gibi yazarlara kılavuzluk da etti. O bütün denizleri dolaşmış, denizlerin altındaki bütün o karanlık akıntıları öğrenmiş, nerede med-cezir olur, nerede kayalıklar denizden çıkıp gemileri batırır hepsini aklına yazmış kısık bakışlı bilge bir kaptana benziyor. Onun kitapları bu türden bilgilerle dolu. Bir yazarı batmaktan kurtarabilecek ipuçları sızıyor cümlelerinden.
Denize ait olan her şey gibi ilham ve heyecan verici. O bana içimdeki karanlığa bakmayı ve kendi karanlığımın aslında mücevherle dolu bir mağara olduğunu anlamamı sağladı. Bana ejderhaları sevdirdi. Ormanların masallarla dolu olduğunu, deniz kenarında çakıl taşlarının hepsinin birer kelime olabileceğini gösterdi. Beni yıldızları, ağaçları ve taşları tanımaya itti. Toprağın altındaki binlerce yıl öncesinden kalma çanak çömlek parçalarının aslında büyük bir hikayenin parçaları olduğunu görmemi sağladı. Dünya’nın bazen bağırarak konuştuğunu duydum onun sayesinde. Bazense bir mağaranın derinliklerindeki küçük bir su kaynağının aslında dünyanın en büyük gizemini fısıldadığını fark ettim. Kelimelerin küçük yaratıklar olduğunu, onları kullanırken çok dikkatli olmam gerektiğini öğrendim. Bazılarıysa büyük ejderhalardı. O kelimeleri arayıp bulmam gerektiğini anlattı bana Ursula. O benim kılavuzum. Şimdi hayatta olmadığı için Dünya üzerinden bir dağ silsilesi kalkmış gibi gelse de, aslında gerçekten bir yıldıza dönüşmüş olabileceğine inanıyorum. Ve belki o yıldız benim gemime kılavuzluk yapmaya devam eder.