Aşkın şiir hali
Turgut Uyar, yasak aşk mı daha ahlaksızdır, yoksa “yasadışı” da olsa birbirini sevmiş iki kişinin toplum tarafından ruhen ve bedenen linç edilmesi mi daha vicdansızdır sorusuyla yüzleştirir okurunu… Toplumsal yasak ve yasalarla vicdani olanı karşı karşıya getirir bir başka açıdan...
DUVAR - Modern Türkçe şiirin yineleyen değil de yenilikçi olan şairleri, şiirin en eski konularından biri olan aşkla ilgili de yeni şeyler söylemişlerdir. Modern Türkçe şiirin dil, biçim, biçem, tema, konu gibi birçok alanında yenilikçi ve ileriye doğru attığı dev adımla büyük değişim başlatan, geliştiren Nâzım Hikmet, aşk konusunda da yenilikçi tavrını sürdürmüştür. “Tahirle Zühre Meselesi” başlıklı şiiri bu bağlamda örnek gösterilebilir. Şiirin ilk bölümünü alıntılıyorum:
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak dahattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,
bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte
yani yürekte.
'AŞK ÖRGÜTLENMEKTİR'
Aşk konusunda, o güne kadar ki yerleşik duygu, duyarlılık, düşünce, algı ve kanıyı altüst eden ilk aykırı ses Ece Ayhan’dan yükselmiştir diyebiliriz. Ece Ayhan, “Aşk örgütlenmektir bir düşünün abiler” diyordu “Mor Külhani” başlıklı şiirinde.
“Dünyanın En Güzel Arabistanı” adıyla yayımlanan üçüncü kitabında yer alan “Akçaburgazlı Yekta’nın Mahkeme Kararını Aldığında Söylediği Mezmurdur” başlıklı şiirde Turgut Uyar, yasak aşkı sorun edinir. Yasak aşk mı daha ahlaksızdır, yoksa “yasadışı” da olsa birbirini sevmiş iki kişinin toplum tarafından ruhen ve bedenen linç edilmesi mi daha vicdansızdır sorusuyla yüzleştirir okurunu… Toplumsal yasak ve yasalarla vicdani olanı karşı karşıya getirir bir başka açıdan… Şiirden bir bölüm okuyalım:
O, Sinan bizi kovmadı.İnsanların adaletini, yani öcü, aramaya başvurdu.
Bizi yakaladılar.
Yani Gülbeyaz’ı ve beni, Beni. Akçaburgaz’lı Yekta’yı. otuzunda.
Yargıçların katına diktiler umudum nerdedir.
Bizim inanarak ettiğimizi yerlere çaldılar, ululuğu nerdedir.
Biz onu bulmuştuk, tükürdüler.
Bizi kirlettiler, yazıklar oldu bize.
Benim donumu ve Gülbeyaz’ın donunu
Ve yattığımız yatağın örtüsünü
Yüreksiz kişilere gösterip onları güldürdüler.
Halbuki biz o örtülerde yatarken,
Aklımız en ulu yerlerdeydi gücümüz.
Biz o zaman yaptıklarımızın günahını değil, yüceliğini biliyorduk. Bu, iki
gücün bir yeniye varması, bir yeni yaratmasıydı. Bu çiftleşme değil
tekleşmeydi. Tekleşmenin bir yönüydü. Yazık bize. O zaman bütün insanlara
inanıyorduk. Yıkmak istediler yıktılar. Yazık bize. Herkesin bir gün
ağlayabileceği, herkesin varamadığı için kutsallığını bulamadığı bir yere
götürüp, yüreksizleri güldürdüler, bizi alçaltıp ağlattılar.
'AŞK AYNI ZAMANDA ÖRGÜTLENMEKTİR'
Ama yine de aşk konusunda Türkçenin şiir birikimi içerisinde Karacaoğlan’ın yeri başkadır. O aynı zamanda modern Türkçe şiirdeki aşk temasının belli başlı kaynaklarından biridir. Aşk ve şiir söz konusu olduğunda Karacaoğlan’a değinmeden geçmek mümkün değil. Çünkü o, zamanını da dikkate alarak söyleyecek olursak, Türkçenin en büyük aşk şairlerinden biridir. Hatta hâlâ bile öyledir diyebiliriz. Aşk aynı zamanda cesarettir. Platonik yaşanırken bile cesaret gerektirir. Her şeyden önce bu, aşkı aşkla söyleme, dile getirme cesaretidir. Ve o cesaret toplumsal, kültürel koşullar da düşünülerek bakılırsa görülür ki Karacaoğlan’ın şiirlerinde cesaret fazlasıyla yer almaktadır. Yunus Emre’de “âlemlerin yüce efendisine sevgi”, Pir Sultan’da “dava”, Köroğlu’nda “kavga”, Dadaloğlu’nda “isyan” vardır. Ancak Karacaoğlan’ın aşkı da, aşkını söyleme biçemi de, dolayısıyla şiirleri de andığımız bu şairlerin hiçbirine benzemez. Onun şiirlerinde aşk da, sevgi de her boyutuyla, gerçekliğin ve hakikatin diliyle karşılık bulmuştur. O aşkı, insanoğlunun en temel, en vazgeçilmez yanı olan cinsellikle birlikte yansıtmış, çoğaltmış, yaşatmış bir şair olarak aktarılmıştır kuşaklardan kuşaklara… Onun önemli özelliklerinden biri de “halk şiiri”nin “din dışı” şairi oluşudur. Bu yönüyle dahi bir başka önemlidir. Öyleyse artık Karacaoğlan’dan bir dörtlük okuyalım:
Ala gözlerini sevdiğim dilberGöster cemalini görmeye geldim
Şeftalini derde derman dediler
Gerçek mi sevdiğim sormaya geldim
Ayrıca modern zamanda da aşk şiirlerinin arka planında Karacaoğlan’ın, yüzyılların ötesinden gelen sesi duyulur. Cemal Süreya’nın şiirlerinde de duyarız o sesi. Cemal Süreya ve aşk denilince hangi şiirini okursanız illa ki aşkla karşılaşırsınız. Sözü dönüp dolaştırıp aşka getirmek konusunda ondan daha marifetlisi yoktur modern Türkçe şiirde… İşte “Elma” başlıklı şiirden bir bölüm:
Kuşlar uçuyor üstümde bunlar senin elmanın kuşlarıGökyüzü var üstümde bu senin elmandaki gökyüzü
Hatırlanacak olursa seninle beraber soyunmuştum
Bir kilisenin üstünde
Bir yandan çan çalıyorum büyük yaşamaklara
Bir yandan yoldan insanlar geçiyor çoğul olarak
Türkçenin şiir birikiminde aşk teması o kadar büyük bir yer tutuyor ki modern dönemde bu konuda yeni bir şey yazmak, ancak şiirin yeni olması şartını yerine getirmesiyle mümkün olmuştur. Hatta bu da yeterli olmamış bakış açısının da özgün olmasının sağlanması gerekmiştir. Her daim şiirin uçlarında dolaşmış, dilin varmadığı yerlere dilini sokmuş bir şair olarak İlhan Berk’te de aşk, erotik bir boyut kazanır. “Ne Böyle Sevdalar Gördüm Ne Böyle Ayrılıklar” başlıklı şiirinden bir bölüm okuyalım:
Seni düşündükçeGül dikiyorum elimin değdiği yere
Atlara su veriyorum
Daha bir seviyorum dağları.
'ŞAİR ERKEKLERİN ŞİİRLERİ PAYLAŞILIR'
Öte yandan modern Türkçe şiirden aşktan söz etmeyen şairi de yoktur diyebiliriz. O nedenledir ki hangi şiirden söz etsek içinde aşk geçer. Bu da hangi şiiri aşk şiiri diye seçersek seçelim aklımız başka bir şiirde, başka bir şairde kalacağı anlamına gelir. Aşk da fena halde hayata benzer. Hayattan söz ederken aşktan, aşktan söz ederken hayattan da söz etmiş oluruz. Şiddetin, savaşın, ölümün yüceltildiği; yaşamın, sevginin, barışın sesinin kesildiği, küçümsendiği, itibarsızlaştırıldığı, hatta lanetlendiği günler yaşıyoruz. Aşka, sevgiye, sevgi sözlerine, aşk şiirlerine kanımızca her zaman olduğundan daha çok muhtacız. Ancak neyse ki hâlâ dilin sıcaklığının yaşamı, dünyayı bugün olduğundan daha yaşanır hale getirebileceğine umudumuzu sürdürmemizi sağlayacak nedenler var…
Aşk ve şiir deyince dikkat çeken bir hususun da altını çizmek gerekir. Aşk şiiri denildiğinde akla çoğunlukla şair olarak erkekler ve onların yazdığı şiirler gelir. Şair erkeklerin şiirleri paylaşılır. Dolaşımda olan onların şiirleridir. Aşk anlatısının dile getirildiği şiirlerde büyük ölçüde eril bir dil ve erkek merkezli bir bakış içkindir. Ama artık modern Türkçe şiirde şair kadınların da hatırı sayılır bir katkısı söz konusu. Öyleyse dedik, egemen tavrı terk ederek aşkın izini şair kadınların yapıtlarında sürelim. Bu amaçla yaptığımız değerlendirmede ne kadar çabalasak da bakış açımızın öznelliğinden kurtulamamış olabiliriz. Ayrıca imkânlarımız gereği sayıyı sınırlı tutmak zorunda kaldık. Öte yandan tarihsel birikimi eskiden yeniye doğru bir sıralamayla yansıtmaya özen gösterdik. Bu doğrultuda şair kadınların yapıtlarından aşkın şiir halini dile getiren birer örnek seçtik. Hiçbir şey olmazsa tarihe not düşmüş oluruz. İlk şiirimiz Gülten Akın’dan “Seni Sevdim”:
Seni sevdim, seni birdenbire değil usul usul sevdim“Uyandım bir sabah” gibi değil, öyle değil
Nasıl yürür öz su dal uçlarına
Ve gün ışığı sislerden düşsel ovalara
Susuzdu, suya değdi dudaklarım seni sevdim
Mevsim kirazlardan eriklerden geçti yaza döndü
Yitik ceren arayı arayı anasını buldu
Adın ölmezlendi bir ağız da benden geçerek
Soludum, üfledim,yaprak pırpırlandı Ağustos dindi
Seni sevdim, sevgilerim senden geçerek bütünlendi
Seni sevdim, küçük yuvarlak adamlar
Ve onların yoğun boyunlu kadınları
Düz gitmeden önce ülkeyi bir baştan bir başa
Yalana yaslanmış bir çeşit erk kurulmadan önce
Köprüler ve yollar tahviller senetler hükmünde
Dışa açılmadan önce içe açılmadan önce kapanmadan önce
Nehirlerimiz ve dağlarımız ve başka başka nelerimiz
Senet senet satılmadan önce
Şirketler vakıflar ocaklar kutsal kılınıp
Tanrı parsellenip kapatılmadan önce
Seni sevdim. Artık tek mümkünüm sensin
'ŞİİRLER AŞK VE SEVGİNİN DÖNÜŞÜMÜNÜ YANSITIR'
Şiirlerin, gözlemlenen önemli bir özelliği de aşk ve sevgi anlayışının zaman içinde ve kuşaktan kuşağa geçirdiği değişim ve dönüşümü yansıtması…
Nilgün Marmara’nın “Kuş Koysunlar Yoluna” başlıklı şiiri birçok açıdan, ama belki de en çok psikanalitik okumaya ve yorumlamaya açık olması bakımından dikkat çekici… Şiiri birlikte okuyalım:
Bir karga bir kediyi öldüresiye bir oyuna davet ediyordu.Hep böyle mi bu?
Bir şeyden kaçıyorum bir şeyden, kendimi bulamıyorum dönüp gelip kendime yerleşemiyorum, kendimi bir yer edinemiyorum, kendime bir yer...
Kafatasımın içini, bir küçük huzur adına
aynalarla kaplattım, ölü ben'im kendini izlesin her yandan, o tuhaf sır içinden!
Paniğini kukla yapmış hasta bir çocuğum ben.
Oyuncağı panik olan sayın yalnızlık kendi kendine nasıl da eğlenir.
Niye izin vermiyorsun yoluna kuş konmasına
niye izin vermiyorum yoluma kuş konmasına
niye kimseler izin vermez yollarıma kuş konmasına?
"Öyle güzelsin ki kuş koysunlar yoluna" bir çocuk demiş.
Marmara’yla aynı kuşaktan bir başka isim Lale Müldür. Onun “Destina” adlı şiiri, yalnızca kuşağının aşk algısını değil, genel olarak bir duyarlılığı, bir bağlanma biçimini de dile getirmesi bakımından önemlidir, Müldür’ün Yeni Türkü tarafından bestelenen “Destine” adlı şiirini hatırlayalım:
Dün gece sen uyurkenİsmini fısıldadım
Ve hayvanların korkunç
Öykülerini anlattım
Dün gece sen uyurken
Çiçeklere su verdim
Ve insanların korkunç
Öykülerini anlattım onlara
Dün gece sen uyurken
Yüreğim bir yıldız gibi bağlandı sana
İşte bu yüzden, sırf bu yüzden
Yeni bir isim verdim sana
Destina
Sen öyle umarsız uyusan da bir köşede
İşte bu yüzden, sırf bu yüzden işte
Yaşamdan çok ölüme yakın olduğun için
Seni bu denli yıktıkları için
Yaşamımın gizini vereceğim sana
Şair kadınlar arasında şiirde aşkla ilgili en açık ve cesaretle konuşanı kanımca Birhan Keskin’dir. Onun aşk konusundaki açık ve cesur söyleyişi için “Aşk” başlıklı şiiri yeteri kadar örnekleyicidir. Ama çok daha fazlasını bulabileceğimiz şiirleri de vardır. Aşk dünyayı algılama, yorumlama, deneyimleme, yaşama pratiğini içeren hayat anlayışı olarak da yansır onun şiirlerine…
“Aşk” başlıklı şiiri okuyalım:
Sevgilim sabahın erkenini seviyor,ben geceyi ve esmerliğini onun,
o dorukları sevior, korkuyor bundan
ben rüzgarla buluşan tepeyi, tuhaflığı,
ona bir yeşil gülümsüyor,
ben, hayatı delice sevdiysem nasıl,
diyorum, seni de öyle.
O kendi boşluğunda oyalanan günlerde
canı sıkılan bir çocuk gibi uyuyor,
ben göğe bakıyorum geceden,
kendi çukurunu bulmuş deniz gibiyim
diyorum, yanında,
o sabahları eğilip öpüyor denizi.
Çıplağın çıplağımda, rüzgarın dağımda olsun,
esmerliğin gecemde, öyle kal.
"Bulutlara bak, gidiyorlar, hızla" diyorsun,
yağmur bir yalıyor yüzümü,
bir duruyor. Sabahları eğilip yüzüme
öpüşün geçiyor bir, bir duruyor aklım.
Su ve rüzgar, dağ ve doruk, sonsuz hepsi,
oysa camdaki sardunya gibi üşür
bana biçtiğin ömür, ölüm geliyor aklıma bir
bir, çıplağın çıplağımda.
Rüzgarın dağımda olsun esmerliğin gecemde
öyle kal, sana sonsuz sarıldığımda.
'HERKESİN AŞKI KENDİSİNE BENZER'
Yaşama biçimiyle, dünyaya bakışıyla aşk anlayışını ve ilişkisini bir arada gören şairlerden biridir Didem Madak. Diyebiliriz ki onun şiirlerinde dile getirilen aşk duygu, duyarlılık ve düşüncesine göre (ki bana kalırsa onda aşk aynı zamanda bir düşünme hali, bir duyarlılık göstergesidir) herkesin aşkı kendisine benzer. Kim hayattan ne anlıyorsa, dünyaya nasıl bakıyorsa aşkı da öyle yaşar.
Madak’ın birlikte okumak için alıntıladığım “Siz Aşk’tan N’anlarsınız Bayım” başlıklı şiirine bakalım:
Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyuncaAlt katında uyumayı bir ranzanın
Üst katında çocukluğum...
Kâğıttan gemiler yaptım kalbimden
Ki hiçbiri karşıya ulaşmazdı.
Aşk diyorsunuz,
limanı olanın aşkı olmaz ki bayım!
Allah'la samimi oldum geçen üç yıl boyunca
Havı dökülmüş yerlerine yüzümün
Büyük bir aşk yamadım
Hayır
Yüzüme nur inmedi, yüzüm nura indi bayım
Gözyaşlarım bitse tesbih tanelerim vardı
Tesbih tanelerim bitse gözyaşlarım...
Saydım, insanın doksan dokuz tane yalnızlığı vardı.
Aşk diyorsunuz ya
Ben istemenin Allahını bilirim bayım!
Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca
Balkona yorgun çamaşırlar asmay
Ki uçlarından çile damlardı.
Güneşte nane kurutmayı
Ben acılarımın başını
evcimen telaşlarla okşadım bayım.
Bir pardösüm bile oldu içinde kaybolduğum.
İnsan kaybolmayı ister mi?
Ben işte istedim bayım.
Uzaklara gittim
Uzaklar sana gelmez, sen uzaklara gidersin
Uzaklar seni ister, bak uzaklar da aşktan anlar bayım!
Süt içtim acım hafiflesin diye
Çikolata yedim bir köşeye çekilip
Zehrimi alsın diye
Sizin hiç bilmediğiniz, bilmeyeceğiniz
İlahiler öğrendim.
Siz zehir nedir bilmezsiniz
Zehir aşkı bilir oysa bayım!
Ben işte miraç gecelerinde
Bir peygamberin kanatlarında teselli aradım,
Birlikte yere inebileceğim bir dost aradım,
Uyuyan ve acılı yüzünde kardeşimin
Bir şiir aradım.
Geçen üç yıl boyunca
Yüzü dövmeli kadınların yüzünde yüzümü aradım.
Ülkem olmayan ülkemi
Kayboluşumu aradım.
Bulmak o kadar kolay olmasa gerek diye düşünmüştüm.
Bir ters bir yüz kazaklar ördüm
Haroşa bir hayat bırakmak için.
Bırakmak o kadar kolay olmasa gerek diye düşünmüştüm.
Kimi gün öylesine yalnızdım
Derdimi annemin fotoğrafına anlattım.
Annem
Ki beyaz bir kadındır.
Ölüsünü şiirle yıkadım.
Bir gölgeyi sevmek ne demektir bilmezsiniz siz bayım
Öldüğü gece terliklerindeki izleri okşadım.
Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca
Acının ortasında acısız olmayı,
Kalbim ucu kararmış bir tahta kaşık gibiydi bayım.
Kendimin ucunu kenar mahallelere taşıdım.
Aşk diyorsunuz ya,
İşte orda durun bayım
Islak unutulmuş bir taş bezi gibi kalakaldım
Kendimin ucunda
Öyle ıslak,
Öyle kötü kokan,
Yırtık ve perişan.
Siz aşkı ne bilirsiniz bayım
Aşkı aşk bilir yalnız!
Yaptığımız kısa yolculuk gösterdi ki aşkın şiir hali çok daha geniş ve ayrıntılı incelemelere açık bir konu. Ancak gördüğümüz kadarıyla geleneksel şiirde olduğu gibi modern Türkçe şiirde de aşk söylemine genel olarak eril dil hâkim. Öte yandan günümüz şiirinin ve şairlerinin, atalarının onların üzerinde artık kâbusa dönüşen bu eril dil mirasını köklü bir biçimde reddetmesi gerektiği de açık. Bu yönde gelişen duyarlı tavrın daha da yoğunlaştırılarak sürdürülmesi önemli görünüyor…
KISA… KISA…
yasakmeyve’den hüzünlü veda…
İki aylık olarak yayımlanan şiir dergisi Yasak Meyve’nin yayınına son verildiği açıklandı. Derginin yayın koordinatörlüğünü üstlenen Saime Akat, sosyal medyadan yaptığı duyuruda şu ifadelere yer verdi: “2003 yılında yayın yolculuğuna başladığımız yasakmeyve dergisi ve Komşu Yayınları’nı genel yayın yönetmenimiz Enver Ercan’ın aramızdan ayrılışı dolayısıyla sonlandırmaya karar verdik.” Modern Türkçe şiirin son on beş yılının nabzını tutan önemli bir dergiydi yasakmeyve. Kapanmasının şiir ortamı için eksikliği duyumsanacak bir veda olduğunu belirtmek isteriz.