Diktatörlerin çocuklarına ne oldu?
Geçtiğimiz günlerde Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan, Jean Christophe Brisard ve Claude Quétel’in hazırladığı 'Diktatörlerin Çocukları' isimli kitap, ismiyle müsemma bir çalışma olma özelliği taşıyor. Pek çok yazar ve akademisyenlerin yazdığı makalelerle ortaya çıkan bu kitap, Mussolini, Franco, Stalin ve Mao gibi pek çok ismin çocuklarının yaşamına odaklanıyor.
DUVAR - Dünya siyaset literatürüne diktatörlük kavramının eklenmesi Roma Cumhuriyeti senatosunun bazı kişilere kısmi zamanlı da olsa tüm yetkileri vermesi ile olmuştur. Hali hazırda tüm imparatorlukların monarşi ile idare edildiği düşünüldüğünde, diktatörlük mefhumunun ortaya çıkışı için bu cumhuriyete ihtiyaç vardı. Bu ihtiyaç için ortaya yeni bir kavram daha atılması gerekiyordu. Çok geçmeden bu kavram da bulundu: Demokrasi.
Adından bahsedilen ve ancak kendisi görülmeyen ve bilinmeyen bir kavram olan demokrasi, tamamen iktidara ulaşmak için kişi, grup ya da partinin amacına göre şekil almıştır. Avrupa, demokrasi kavramını ortaya çıkaran bir bölge olduğu halde, en eli kanlı diktatörleri de amiyane tabirle söylersek bağrında yetiştirmiştir.
Sınıfsal bir perspektifle bakıldığında ise, diktatörlük kavramını ikiye ayırmak mümkün gözüküyor: Burjuva ve proletarya diktatörlüğü. Demokrasi kavramı, günümüz siyasetinin pratikte işleyişi düşünüldüğünde muhalefette kalan grubun –yani diktatörlüğe karşı olanların- propaganda ve örgütlenme hakkı olarak karşılık bulur. Bu hak, iktidar hangi gruptaysa, çoğu zaman önce görmezden gelinir, sonra engellenir, en sonra da kanla bastırılır.
Geçtiğimiz günlerde Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan, Jean Christophe Brisard ve Claude Quétel’in hazırladığı Diktatörlerin Çocukları isimli kitap, ismiyle müsemma bir çalışma olma özelliği taşıyor. Pek çok yazar ve akademisyenin yazdığı makalelerle ortaya çıkan bu kitap, Mussolini, Franco, Stalin ve Mao gibi pek çok ismin çocuklarının yaşamına odaklanıyor.
DİKTATÖRLÜK ÖZÜNDE BİR İKTİDAR ANLAYIŞININ EN SOMUT HALİDİR
Kitapta, Afrika’dan Amerika’ya, Asya’dan Avrupa’ya, dünyanın çeşitli bölgelerinde hüküm sürmüş diktatörlerin hangi kriterlere göre seçildiğine dair bir bilgi verilmezken, bölüm ve türlere göre de bir ayrım yapılmamış. Cuntayla, seçimle ya da silahla gelenler ve bir süre sonra ele geçirdikleri yönetimi faşist ya da komünist bir diktatörlüğe dönüştürenler gibi türleştirmelerin yapılmadığı bu çalışmanın odaklandığı tek özne, diktatörlerin çocuklarının trajik yaşamları. Bu yönüyle bakıldığında ise bu olgu bizi şu düşünceye iter: Diktatörlük özünde bir iktidar anlayışının en somut halidir. Çocukların yaşamının trajikleşmesine sebep olan etken ise, ideolojik biçimlenişten öte iktidar mefhumu ile kurdukları ilişkidir. Kaldı ki, diktatörlük, bu kitapta tanımlandığı kadarıyla nitelenip değerlendirilmekten öte, bir kategorizasyona da tabi olmalıdır. Ha keza, Stalin’le Mussolini’yi, Mao’yla Franco’yu aynı kefeye koyacak değiliz.
Komünistler de, komünizmin bir diktatörlük biçimi olduğunu reddetmezler. Komünizm, devrimin son aşamasıdır. İlk aşama proleter diktatörlük, ikinci aşama sosyalist diktatörlük, üçüncü aşama komünist diktatörlüktür. Her komünist diktatörlüğün ve devlet yönetimi şeklinin eleştirisi yapılabilmekle beraber, faşizmle aynı düzlemde değerlendirilmesi de abes olur. Benim için öyle en azından…
Dolayısıyla, günümüz manasında kullanılan diktatör kelimesinin kimin için ve hangi amaçla kullanıldığı noktasına dair şerh düşmekte yarar olduğunu düşünüyorum. Kaldı ki, Saddam’ın infazları canlı canlı izletip birer katil yaratmak için iktidara hazırladığı oğluyla, Mao’nun Sovyetlere gönderip Nazilere karşı savaşmasını istediği oğlu arasında ciddi bir fark var. İki iktidarın diktatörlük biçimindeki en basit fark bu örnekten anlaşılıyor. Yine de kelime anlamıyla söylersek sınıfsal pozisyonlarını bir kenara bırakarak, kitabın tanımladığı gibi, diktatörlüklere "diktatörlük" diyerek yazı devam ediyorum.
DİKTATÖRLERİN TAMAMI ERKEK
Pek çoğumuzun tahmin edebileceği gibi, konu edinen diktatörlerin tamamı erkek… Çocukların seçimi ise farklı cins ve yönelimlerden yapılmış. Bağlayıcı olan, yaşamlarının trajikleşmesini sağlayan temel etken ise iktidar mefhumu ile kurdukları ilişkiler. Kadın ya da erkek fark etmeksizin, ismi geçen her çocuk, babaları ve onların kurdukları iktidar tarafından şekil almış ve yaşamları bu kavrama göre biçimlenmiştir.
Örneğin Haiti’yi uzun yıllar yöneten Papa Doc’un ölümünden sonra oğlu henüz kişiliğini oturtamadığı onlu yaşlarının sonunda iktidara geçmek zorunda kalır. Siyasete, ekonomiye, kültüre hepsinden öte insana dair bir merakı ve bilgisi olmamasına rağmen mevcut düzenin sürekliliği açısından ortaya çıkarken, pek çok kişinin bu yönetim biçimi yoluyla kurban edilmesini sağlar. Mussolini’nin kızı Edda Mussolini ise, siyasetle iç içe bir yaşam sürmüştür. Hatta öyle ki, yaptığı evlilik üzerinden kocasının sağlık bakanı olmasını sağlamış ve babasının II. Dünya Savaşı’nda Almanya’nın yanında yer almasına neden olan temel etkenlerden biri olmuştur. Babasının ölümünden sonra neofaşistlerle ilişkisine devam etmiş ve ölünceye dek faşizmle olan gönül bağına sadık kalmıştır.
Saddam’ın çocukları Uday ve Kusay Hüseyin ise iktidarın tüm nimetlerinden fazlasıyla yararlanmış, ölümlere ve katliamlara babaları vasıtasıyla ışık tutmuşlardır. Saddam, çocukları henüz küçük yaşlardayken bile, onları iktidara hazırlamak için infazları canlı canlı çocuklarına izlettirmiştir. Uday ve Kusay Hüseyin, iktidara öylesine bağlanmıştır ki, Amerika’nın Irak’ı işgali sırasında kaldıkları evin etrafının sarılmasına rağmen, silahlarıyla son anlarına kadar kurşun atmışlardır. Benzer bir durum Kaddafi’nin çocukları için de söz konusudur. Hayatta kalan çocukları hala Libya iktidarını ele geçirmeye çalışırken, ölenler iktidarın o cezbedici yanına meftun, babalarıyla peş peşe öldürülmüşlerdir. Ha keza, Avrupa’nın en uzun diktatörlüklerinden biri olan Franco İspanyası da, iktidar ve çocuk arasındaki ilişkiye benzer bir veri sağlamıştır. Franco’nun, bütün çocukları babalarının yönetimi süresince iktidarın tüm nimetlerinden faydalanmıştır. Kızı Carmencita yaptığı evlilik yolu ile kocasının gücüne güç katmasını sağlamıştır. Öyle varsıllaşmıştır ki, Franco’nun ölümünden sonra bile bu yapı sarsılmaz bir haldedir.
Yukarıda konu edinen diktatörlerin ortak özelliği, faşist yönetim anlayışını kurumsallaştırıp, bu yönetim biçimini meşrulaştırmak için türlü insan hakkı ihlalleri yapmış olmalarıdır. Ama hepsinden öte iktidar mefhumunun bir varoluş ve yaşam biçimine dönüşüp, kuşaklararası ilişkiye sirayet etmiş olmasıdır.
STALİN, MAO, CASTRO' NUN YÖNETİM ANLAYIŞLARI TARTIŞILABİLİR DE...
Konunun öte yüzü olan komünist 'diktatörlük'lere döndüğümüzde ise durumu şöyle özetleyebiliriz: Stalin, Mao, Castro gibi isimlerin yönetim anlayışları, sosyalizmi ve komünizmi yorumlayış biçimleri, muhalefetle kurdukları ilişkileri gerek demokrasi düzleminde yarattığı etkiler, gerekse insan hakkı ihlalleri bağlamında tartışılabilir. Günümüzde, her türlü yorum ve teori – pratik bağlamında eleştirilmesi gereken bu yönetim sahiplerinin kuşkusuz en tutarlı yanı, çocuklarıyla kurdukları ilişkilerdir. Konu edilen her üç isim de, bırakın varis olarak çocuklarını işaret etmeyi, iktidarda olmaları hasebiyle günümüz tabiriyle söylersek çocuklarına 'kıyak' çekmemişlerdir.
Örneğin, Stalin II. Dünya Savaşı sırasında Kızıl Ordu’da savaşan oğlunun Naziler tarafından esir alınması sonrası, Hitler'in Sovyetlerde esir olan generallerine karşı, Stalin’in oğlu ile becayiş etme teklifine, Stalin “hayır” demiştir. Keza Mao da, oğlunun 18 yaşına basmayan bir kızla evlenme isteğine, kızın yaşının küçük olduğunu söyleyerek karşı çıkmış, kız 18 yaşına bastıktan sonra, sade bir nikâh töreni yapmış ve “Size sunabilecek hiçbir şeyim yok” diyerek, elinde tuttuğu paltoyu işaret etmiştir, “sadece bu palto var, geceleri örtünmek için kullanabilirsiniz, gündüzleri de Mao-An-Ying’i (oğlu) sıcak tutan bir giysi olur.”
Castro ise, Che’den miras aldığı “yeni insan” kavramanı bütün Küba çocukları üzerinden somutlaştırırken, türlü alanlarda uzmanlaşan ondan fazla çocuğun biyolojik babası olmuştur. İçlerinde tıp eğitimi alan, spor üzerine çalışan, mühendislik yapan çocukları, yaşamını Küba’da sürdürmüş, sıradan bir vatandaş olarak yaşamıştır. İhtimal dahilinde olan tek “kıyak” henüz hayattayken varis olarak Raul Castro’yu işaret etmesidir. O da üvey kardeşinden öte yaklaşık yetmiş senelik yoldaşıdır.