Birikim dergisi editörü Barış Özkul: Sınırların kaybolduğu sanal bir üretim çağındayız
Birikim Dergisi editörü Barış Özkul ile dergicilik ve sosyalist bakış açısını konuştuk. Özkul, "Gezi’yle birlikte politikleşen bir kuşak var ama bunun dergicilik faaliyetini doğrudan etkilediğini sanmıyorum" dedi.
DUVAR - Yayın hayatına 1975 yılında başlayan Birikim dergisi, sosyalizme, sol düşünüş ve kültür yaşamına, sol pratiğe dair ilginin arttığı bu döneme, “Güncelliğin hararetine kapılıp kalmamak, olup bitene insanlık tarihinin uzun ve karmaşık devranı içinde bakmak, Birikim’in meşrebidir.” sözleriyle iştirak ederken, devrin kavrayış ve yönelim anlayışının içinde olmuş, 12 Eylül darbesi ile yayınlarına uzun soluklu bir ara vermek zorunda kalmıştır.
1989 yılında yayın hayatına tekrar dönen Birikim, duvarların yıkıldığı ve sosyalizmin mağlup ilan edildiği böylesi bir dönemde, sosyalizmi yeniden tanımlamaya ve konu edinen kavramı bir öğreti olarak değil, bir özgürlük arayışı olarak nitelemeye girişmiştir. 2005 yılında internet üzerinden de yayın faaliyetine devam eden Birikim dergisi editörü Barış Özkul ile dergicilik mefhumunu, editör ve yazar ilişkisini ve sosyal medya ve okur ilişkisini konuştuk.
İlk olarak, siyaseti, sosyal bilimleri ya da edebiyatı konu alan herhangi bir yazı kaleme alan bir yazar, derginize nasıl ulaşıyor?
Derginin hem basılı hem de online yayınında yer alan künyede yazılarını göndermek isteyenler için mail adreslerimiz bulunuyor. Yazıların bir kısmı bu kanaldan bir kısmı da yıllar içinde dergiyle ilişki kurmuş insanların katkıları sayesinde bize ulaşıyor; tabii bir de dosya konularına göre bizim sipariş ettiğimiz yazılar var. Dosya konularını da internet sitemizden duyuruyoruz.
Kendinizi “Birikim, bir nefes alma imkânıdır” diyerek tanımlıyorsunuz. Okuyucuya bu nefes alma alanını sunarken, felsefi ve politik düşünüş biçiminizin altyapısını sosyalist kültür dergisi titriyle hangi değerler üzerinden inşa ediyorsunuz?
Sosyalizmi, solu bir “öğreti”ye indirgemeden, onu sonsuz ve ucu açık bir özgürlük arayışı olarak görmek bu derginin kırk yıllık yayın hayatında sadık kaldığı temel değerlerden biri. Güncelliğin hararetine kapılıp kalmamak, olup bitene insanlık tarihinin uzun ve karmaşık devranı içinde bakmak, belirli bir doğruyu bulmak, göstermek, söylemek kadar, doğruyu-yanlışı didik didik etmek ve derinliğine inmek, Türkiye’ye ve dünyaya teorik ve politik ezberlerle bakmamak, değişen dinamiklere, tarihsel özgüllüklere olan merakı canlı tutmak, bizim felsefi ve politik düşünüş biçimimizin esaslarıdır. Kültür, hem dar anlamıyla sanat-edebiyat-resim-sinema dünyasıyla, hem de “insana dair her şey”i kapsayan geniş anlamıyla gene bu derginin ilgi alanına girer.
Dergicilikte editör - yazar ilişkisini nasıl yorumlarsınız? İlk kez bir dergiye yazı gönderen bir yazarın editörle ilişkisi, ona bakış açısı ne oluyor?
Birikim’e yollanan yazılar kolektif bir editoryal çabayla değerlendiriliyor; bir yazı kurulumuz var ve yazıların hepsini orada değerlendiriyoruz; beğenmediğimiz, yetersiz bulduğumuz yazılarla ilgili eleştirilerimizi yazarlara iletip çoğu zaman revizyon istiyoruz. Yani Birikim’de kurulan editör-yazar ilişkisi basit bir ret-kabul ilişkisinden ziyade yazarla birlikte yazıya olabilecek en iyi biçimi verme girişimi şeklinde özetlenebilir. Ama tabii bazen şiirlerini, öykülerini yollayanlar ya da faşizmin faydalarını anlatan yazılarla boy göstermek isteyenler oluyor. O zaman bizim de elimiz kolumuz bağlanıyor.
Geçen seneki üretiminiz nasıldı? Ekonomik krizin yaptırımı oldu mu? Krizin sürekliliğinden ve üretiminizin niteliğini etkilediğinden bahsetmek mümkün mü?
Basılı derginin geçen seneki üretimi önceki yıllardan farklı değildi. İnternet yayınımızın takipçileri ise giderek çoğalıyor.
Sosyal medyanın okur ile iletişimde dergiciliğe ne gibi katkıları oldu? İnternetin üretim ve tüketim bağlamında edebiyata etkisi sizce nedir?
Sosyal medya sayesinde Birikim’den ilk kez haberdar olan, bizimle ilişki kuran genç insanlar oluyor. Bu bizi sevindiriyor. Online Birikim’de yayımladığımız yazıları her gün sosyal medya hesaplarımızdan paylaşıyoruz ve bu paylaşımların yazıların yayılmasına önemli bir katkısı oluyor. Sosyal medya hesaplarımıza yolladıkları mesajlarla derginin yeni sayısının ne zaman çıkacağını soranlar, kimi zaman dağıtım ağından yakınanlar, Birikim’in eski sayılarını talep edenler oluyor. Onlara da elimizden geldiğince yardımcı oluyoruz. Sonuçta yayın dünyası, internet ve sosyal medyada varlığı olmayan dergilerin elenecekleri bir eşiğe doğru ilerliyor.
İçinde bulunduğumuz yıllar itibariyle portal ve dergi sayısının artması durumunu nasıl yorumlarsınız? 70’li ve 80’li yıllara nazaran, niceliğin ve niteliğin –olumlu ya da olumsuz- değiştiğini söylemek mümkün mü?
Bu soruyu bir önceki soruyla beraber düşünmek gerekir; internetin varlığı niceliği olağanüstü şekilde arttırdı, blog yazarlığından sosyal medyaya, Instagram’dan Twitter’a herkesin yazarlığa ve sanatçılığa soyunduğu, sanatla zanaat arasındaki sınırların ortadan kaybolduğu kitlesel-sanal bir yazınsal üretim çağındayız. Bu alanda şimdilik kuralsızlık ve anonimlik ağır bassa da yakın gelecekte niteliğe dayalı ayrımlar ortaya çıkacaktır. İnterneti ciddiye alıp niteliği yükseltecek yayınlar yapmak, değişimi olumlu tarafından almak bizim için bir zorunluluk.
'ENTELEKTÜEL POTANSİYEL YERALTINA İNDİ'
Yazın dünyasının özellikle Gezi sonrası insanların politikleşmesinin etkisiyle, talep görmesinin dergiciliğe olan etkisi nedir sizce? Bu durum üretiminizi nasıl etkiledi?
Gezi’yle birlikte politikleşen bir kuşak var ama bunun dergicilik faaliyetini doğrudan etkilediğini sanmıyorum. Gezi’den sonra baskı ortamının giderek arttığını, OHAL kararnameleriyle dergilerin ve gazetelerin kapatıldığını, Türk tipi başkanlık sisteminin muhalifleri oto-sansür uygulamaya sevk ettiğini düşünürsek Gezi kuşağında mevcut olan entelektüel potansiyelin şimdilik yeraltına indiğini söyleyebiliriz. Ama bu potansiyel gelecekte bütün yaratıcılığı ile beraber tekrar ortaya çıkacaktır. Bu biraz Türkiye’de 68 kuşağının entelektüel veriminin yayın dünyasında ancak yedi sekiz yıl sonra tam anlamıyla karşılık bulmasına benziyor. Gençliğin kitlesel özgürlük eylemlerini her seferinde devletin baskıcı uygulamalarının izlediği bir tarihsel gelenekten geliyoruz sonuç olarak.
Yazın dünyasını biçimsel ve içeriksel olarak şekillendiren ilk ortamın dergiler olduğu düşünüldüğünde, yazarın yazdıklarını matbu bir mecrada ilk olarak dergilerde görmesinin etkisiyle, dergilerin yazara vaat ettiği şeylerden en önemlisinin özgüven olduğunu söylemek mümkün mü? Dergiler, yazara ne vaat eder? Ya da karşıtını da sormak mümkün: Yazar, dergilere ne vaat eder?
Dergilerin özellikle genç yazarlara özgüven vaat etmesi son derece kıymetli ve yüreklendirici ama buna karşılık yazarın da kuru bir özgüvenden öte dergiye içerik ve nitelik katacak yazılar yazması, eleştirel yorumlara, revizyon taleplerine açık olması beklenir. Türkiye okumaktan çok yazmayı seven bir toplum olduğu için büyük bir özgüvenle kaleme sarılan ve bir zaman sonra yazılarında adeta emekli bir büyükelçi gibi nasihatler vermeye başlayan genç yazarlar da olabiliyor. Dergilerin elinde bu konuda yazarların gelecekte ne olacaklarını gösteren bir alet maalesef yok. Çoğu zaman göz kararıyla, deyim yerindeyse “şavullayarak” karar vermek durumundayız - bir de tabii yazarın yazı ve düşünce namusuna güvenerek.
Türkiye’de dergi mefhumunun önemli bir gelenek olduğunu söylemek mümkün. Geçmişten bu yana, pek çok yazar bir araya gelerek ortak üretim yapmış, dergiler çıkarmıştır. Kendinizi yakın bulduğunuz bir gelenek oldu mu? 200 sene sonra bugünlerden bahsedildiğinde, üretiminizin hayatla olan ilişkisinin nasıl tanımlanmasını istersiniz?
Birikim olarak, düşünen sorgulayan, geleneksel kalıplar dışında tartışmaya ve eleştiriye açık olan, asgari bir düşünce ahlakında ortaklaşan her görüşten ve her kesimden insanla diyaloğa daima hazırız.