Fitbol Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Can Durukan: Yeşil sahadan öfke devşirmiyoruz

Fitbol Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Can Durukan'la Türkiye'de futbol sektörünü ve buna bağlı olarak dergiciliği konuştuk. Durukan, "Futbolu yorumlayış biçimimiz, özünde bunun bir spor ve eğlence olduğu yönünde. Yeşil sahadan öfke devşirmek, intikam duyguları çıkarmak, şiddeti yüceltmek gibi durumlardan itinayla uzak duruyoruz" dedi.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Bir süre önce yayın hayatına “Kaleleri kurun, başlıyoruz. “Borsada değil arsada güzel” bu oyunun o unuttuğunuz tadını size hatırlatmaya geldik.” şiarıyla başlayan Fitbol Dergisi, gelip geçen süre boyunca futbolu endüstriyel yapısından koparmadan, bu sporun varoluşuna ve biçimlenişine dair bilgi ve yorum sunarken, nostaljinin sunduğu kıymetli hazzı da eksik etmiyor.

Derginin isminin neden Fitbol olduğu sorusuna yıllar önce, Süleyman Seba’nın bu sporu öyle nitelemesinin vesile olduğunu söyleyen Fitbol Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Can Durukan ile sosyal medyadan geleneğe, dergiciliğe dair pek çok şey konuştuk.

Fitbol Dergisi Mart sayısı.

İlk olarak, futbolu ya da genel olarak sporu konu alan herhangi bir yazı kaleme alan bir yazar, derginize nasıl ulaşıyor?

Öncelikle spor medyasının içindeyiz, bu ailenin bir parçasıyız. Her ne kadar ayrı işler ortaya koysak da herkesin ortaya çıkardığı işe saygı duyuyoruz ve birbirimiz ile mümkün mertebe iletişim halindeyiz. Bu bağlamda birbirimizin işlerini takip ediyoruz, destek veriyoruz. Yani sektörde olan birinin bize ulaşması gibi bir durum söz konusu değil. Zaten yan yana duruyoruz. Sektör dışından kimseler ise künyemizde yer alan mail adresi aracılığıyla, sosyal medya kullanarak, adresimize gelip, kapımızı çalarak bize ulaşabilir. Bu konuda en kolay ulaşılabilir medya organıyız diyebilirim. Kapımıza gelen kimseyi geri çevirmedik. Hatta çok iyi dostluklar da edindik.

'YEŞİL SAHADAN ÖFKE DEVŞİRMEKTEN UZAK DURUYORUZ'

Futbol okuması yaparken, uluslararası dergilerle kıyaslandığında, futbolun hangi öznesini/öznelerini ön plana alıyorsunuz? Futbolu yorumlayış biçiminizi nasıl yorumlarsınız?

Futbolu yorumlayış biçimimiz, özünde bunun bir spor ve eğlence olduğu yönünde. Yeşil sahadan öfke devşirmek, intikam duyguları çıkarmak, şiddeti yüceltmek gibi durumlardan itinayla uzak duruyoruz. Zaten futbolu seven insanlar olarak, sevdiğimiz bu oyuna zarar vermeden, onu geliştirmek adına, daha güzel kılmak adına, medyanın yaygın dili aksine giderek daha yapıcı bir noktada durmaya çaba gösteriyoruz.

Biz, neyin içinde olduğumuzu biliyoruz. Kimseye “Sen yanlış yapıyorsun, doğrusu budur” deyip, yukarıdan baktığımız yok. Bugün televizyon kumandası elinde olan, izlediği şeye küfür eden insanlar, onu izlememe lüksüne sahip olduğunu görmezden geliyor. Çünkü bizim sevdiğimiz şey bu; izlediğimiz şeyi sevmemek, ona öfkelenmek. Oysa beğenmediğin şeyi izlememek gibi çok basit bir tercihle bu sıkıntıyı aşmak mümkün.

Bugün futbolun içindeki tüm paydaşlar olması gerekenden yüksek perdede konuşuyorlar. Futbolu oynayanlar bağırıyor, izleyenler bağırıyor, yönetenler bağırıyor, aktaranlar, yorumlayanlar bağırıyor. Herkesin birbirine bağırdığı ve aslında kimsenin derdinin anlatamadığı bir durumdayız. Elbette bizim de öfke duyduğumuz onlarca şey var. Ancak korumamız gereken bir tarafsızlığımız ve sakinliğimiz de var. Ben dergi ekibinden kimsenin fikrine karışmam ama onu nasıl ifade ettiğine karışmak zorundayım. Çünkü burada kurumsal bir yaklaşım söz konusu. Benim editörüm çıkıp, öfke korosuna ses verdiğinde iş içinden çıkılmaz bir hal alır. Ben o değirmene su taşıyan adam olamam. Olmamam gerekir. Dergi olarak duruşumuz da budur. Futbol bir spordur ve ben bu sporun özüne zarar verecek şekilde fikrimi söyleme özgürlüğüne sahip değilim. Aksini düşünmek kendi çatına yağmur yağdırmak olur.

'BİR BAKIŞ AÇISI, TAVIR İNŞA ETMEYE ÇALIŞIYORUZ'

Dergicilikte editör- yazar ilişkisini nasıl yorumlarsınız? İlk kez bir dergiye yazı gönderen bir yazarın editörle ilişkisi, ona bakış açısı ne oluyor?

Editör yazar ilişkisi bence çok kıymetli bir ilişkidir. Fitbol’u çıkarmaya başladığımız ilk sayıdan beri bir bakış açısı, bir tavır inşa etmeye çabaladığımız kadar bir dil de inşa etmeye çalıştık. Hala da üzerinde denemeler yapıyoruz. Yazarın diliyle derginin dilinin uyuşmadığı zamanlarda editör devreye girer. Yazarı da bu konuda ikna edip, yazıdaki o uyum problemini gidermek zorundadır. Aynı zamanda bunu yaparken yazının temelini de sarsmaması gerekir. Medyada kullanılan dil, çok başka bir dil. Kimisi “stat” yazıyor, bunu doğru kabul etmiş mesela. Kimisi de ısrarla “stad” yazıyor. Yaygın yanlışın doğru kabul edildiği durumlar var. Akademik makale yazar gibi bir dil kullanırsanız dergi okuruyla aranızda doğru bir bağ yakalayamazsınız. Bu konuda farklı fikirler olabilir. Tümüne saygı duyarım. Ama ben akıcı, meramını anlatan ve bunu yaparken de okuyucuyu yormayan bir dil kullanılmasını tercih ediyorum. En azından bunu deniyorum, diyelim.

'FİKİR BİRLİĞİ DEĞİL, DİL BİRLİĞİ...'

Editörle yazarın kurduğu ilişki de dergide inşa etmeye çabaladığımız ortak dil açısından çok hayatidir. Yazar, yazısına müdahale edilmesinden hoşlanmaz. Ama her sayı 65 ayrı yazarın yazı yazdığı bir dergide herkesi serbest bırakarak nasıl ortak bir dil inşa edeceğim ben? Burada ince bir ayrım da yapmak gerekir; fikir birliği değil dil birliğidir savunduğum şey. Ben, benden ayrı düşünen bir adamın yazısına yer vermekten keyif alırım. Bu benim dergimin çeşitliliğini arttırır çünkü. Ama biri postmodern noktalama işaretleri kullanıp, her cümlesini (..) iki nokta ile bitiriyor, öteki akademik bir dil kullanıyorsa, iki yazı arasındaki bağı kuramam. Böyle olunca da bir yazının Fitbol’da mı, falanca haber sitesinde mi yayınlandığının farkı olmaz. Bunun bir misyon olduğunu düşünüyorum. Kıymetli ve özen isteyen bir iş olduğuna inanıyorum. Dergiyle alakalı en çok mesaimi harcadığım konu da bu ortak dil konusudur. Bu bağlamda editör yazar ilişkisi de en kritik ilişkidir.

Geçen seneki üretiminiz nasıldı? Ekonomik krizin yaptırımı oldu mu? Krizin sürekliliğinden ve üretiminizin niteliğini etkilediğinden bahsetmek mümkün mü?

Fitbol, 30 sayısını geride bıraktı. Spor okur yazarı konusunda ülke olarak zaten sıkıntımız var. “Sporsever” konusunda da benzer sıkıntılarımız var. Zaten bunlar birbirine çok bağlı kavramlar. Biz sporsever değil, renk sever, adam sever bir konumda duruyoruz genel olarak. Futbol, magazin içeriği sayıldığından çabuk tüketime, kısır tartışmalara ve anlık kaygılara gebe bir gündemle seyrediyor. 2 sene sonrasının planını yapan kulüp yok. Koca çınarlar gibi 100 yılı aşkın kulüplerimiz var hiç birinin 5 yıllık planları yok. Kimse ne yapacağını bilmiyor. Şimdi biz 5 yıl sonrasının planını yaptık dersem doğru söylemiş olmam. Bu bağlamda geçen yıl şöyleydik, önümüzdeki yıl burada olmayı planlıyoruz gibi bir durumumuz da yok. Aslını sorarsanız futbol dergisi çıkaran bir yapının, bu kaygıyla hareket etmesine de gerek yok. Sen duruşunu ortaya koyar, sözünü söylersin. Onun bir karşılığı olur ya da olmaz.

'TARİHİN EN CAHİL NESLİ OLARAK ORTADA DURUYORUZ'

Sosyal medyanın okur ile iletişimde dergiciliğe ne gibi katkıları oldu? İnternetin üretim ve tüketim bağlamında edebiyata etkisi sizce nedir?

Tüketiyoruz. Çünkü buna bağlı yaşıyoruz. Çok sevdiğimiz bir şarkıyı üst üste 200 defa dinleyince o şarkıyı tüketmiş oluyoruz ama bu umurumuzda değil. Çünkü yerine nasıl olsa tüketilecek yeni bir şey geliyor. Sonra hep beraber onun üzerine çullanıyoruz.

İnternetin, bilginin hızlı dolaşmasına sağladığı katkı ortada. Ama “bilgi/bilişim çağı” adını verdiğimiz bu zamanda nasılsa tüm bilgiler elimizin altında duygusunun verdiği rahatlıkla tarihin en cahil nesli olarak ortada duruyoruz işte. Bilgiye ulaşmanın bu denli “kolay” olması, o bilgiyi öğrenmemize de mani oluyor. Büyük paradoks. Tüm bilgiler elimizin altında. Ama elimizin o bilgilere uzanmaya hiç niyeti yok. Her şeyi bildiğimizi sandığımız bir cahilliğin içinde, çakma bir bilgelikle oturuyoruz.

Bugün sosyal medyada en sık karşılaştığımız soru şu; Derginizi nerede bulabilirim? Sen, sosyal medya kullanmayı biliyorsun, tweet atmayı biliyorsun, akıllı telefon kullanıyorsun. Ama bir derginin, gazete bayisinde satıldığını bilmiyorsun. Bilmeyebilirsin. Ama bir derginin satılması muhtemel yerleri hakkında fikrin yok. Üstelik bunu doğrulatmak için en yakın markete gidip, raflara baksan yeterli olacak. Dergi nerede satılabilir ki? Bilgiye sahip olmak bu yüzden zararlı işte. Ya da sahip olduğunu sanmak demeliyim. Gidip ne bakacaksın ki dergiye, markete? At tweet, adamlar cevap versin. Dergimize şuradan ulaşabilirsiniz.

'NİCELİK ARTIYOR, NİTELİK KONUSUNDA İYİMSER DEĞİLİM'

İçinde bulunduğumuz yıllar itibariyle portal ve dergi sayısının artması durumunu nasıl yorumlarsınız? 70’li ve 80’li yıllara nazaran, niceliğin ve niteliğin –olumlu ya da olumsuz- değiştiğini söylemek mümkün mü?

Nicelik artıyor, nitelik konusunda o kadar iyimser değilim. Bir dergicilik furyası türedi. Ki bundan şikayet etme lüksüne kimse sahip değil bence. Ben de şikayet edemem. Elbette bir sürü dergi çıksın, daha geniş kitlelere ulaşsın. Herkes söylemek istediğini söylesin, yazmak istediğini yazsın. Her ne olursa olsun okuyan ve yazan bir toplumdan müspet sonuçlar çıkacaktır. Eskiye dönüşün bu manada kıymetli olduğuna inanıyorum. Her şeyi bu kadar çabuk tüketmenin elbette böyle bir etkisi de olacak. Birileri sıkılıyor, sürekli çabuk tüketiyor olmaktan bunalıyor ve daha yavaş sindirebileceği bir şey arıyor. Bir de nostaljik bir şeyle karşılaşınca ona durup dikkat kesiliyor. Bu çok makul bir ihtiyaç.

70-80’lere göre neyin ne kadar değiştiğinin analizini yapacak kadar birikime sahip olduğumu düşünmüyorum. Kendimi böyle biri olarak lanse etmekten de hicap duyarım. Temelde ne kadar dergi çıkar ne kadar çok insana ulaşırsa o kadar iyidir diye düşünüyorum.

Futbolun geçmişi çok daha eskilere dayansa da, modern futbol anlayışının İngiltere’de bir işçi eğlencesi olarak ortaya çıktığı düşünüldüğünde, sizce futbol sınıfsal olarak gerek dünya gerek Türkiye özelinde, nasıl bir konumlanışa sahip?

Bunun için uzunca bir sınıf tartışması yapmak gerekiyor. Ortada hala sınıflar var mı ki futbol o sınıflardan birinin eğlencesi olsun? Tabii bu girmek zorunda olduğumuz bir tartışma değil. Futbolun kimin eğlencesi olduğuna bakarak da türlü çıkarımlar yapabiliriz. Futbol, artık bir endüstriden fazlası. 222 milyon avro verip bir futbolcu transfer edebilen bir kulüp düşünün. Düşünmenize gerek yok, bu oldu zaten. Peki 222 milyon avro verip, hangi endüstri kendine hammadde alır? Bugün dünya ekonomisine yön veren şirketlere baktığımızda bilişim şirketlerini görüyoruz. Bu şirketler ne üretiyorlar? Hiç. Teknoloji üretiyorlar. Elle tutulan bir meta ortaya koymuyorlar. Dolayısıyla emek – sermaye çelişkisi yerine yepyeni çelişkilere bırakıyor. Futbolun işçi eğlencesi olduğu gerçeği de yerini yepyeni şeylere bıraktı. Futbol artık paranın sınırınıın olmadığı gibi satılabilir şeylerin de sınırının olmadığı bir endüstri. Yarın bir kulüp, bir köşe gönderini Samsung’a satamaz mı? “Fenerbahçe, Samsung köşesinden korner atışı kullanılıyor” gibi bir ifade şaşırtıcı olur mu?

'TÜM BİLDİKLERİMİZİ TEMİZE GEÇMEMİZ GEREKİR'

Bugün oturup, futbola dair tüm bildiklerimizi temize geçmemiz gerek. En temelinden başlamak icap ediyor. Futbol kimin mesleği, kimin eğlencesi, kimin emeği? Bu kavramlar ortada öylece duruyor. Avrupa elbette daha net adımlar atmış durumda. İngiltere dünyanın en pahalı ve en çok izlenen ligini satıyor. Bunu bir pazarlama harikası olarak paketleyip, sunuyor. Ama bunu yaparken oyuna zarar verecek her hamleden itinayla geri duruyor. Bizde ise işler pek öyle değil. Yayıncı kuruluş istediği saatte, istediği günde maçları oynatabiliyor. Parasını ödeyen olarak halkın futbola ulaşması gibi bir kaygıları yok. ödediği paranın karşılığını almak derdinde. Aslında bunu yaparken daha tabana yayılacağı yollar izlese uzun vadede her şey daha kolay olabilir. Görmüyorlar. Belki de görmek istemiyorlar.

'10 YILDA 14 DEFA YABANCI KURALI DEĞİŞTİRDİK'

Almanya’nın yaptığı futbol devrimi ortada. 10 yılda ülkede futbola dair ne varsa yerle bir edip, yeniden yaptılar. Bu süre içerisinde Bundesliga 1 ve 2’de yer alan bütün takımların bir futbol akademisi kurmasını zorunlu kıldılar. Nitelikli futbolcu yetiştirmeye odaklandılar. Bununla beraber nitelikli teknik adam yetiştirmek üzere de uzun vadeli planlar yaptılar. Nagelsmann gibi 28 yaşında teknik adamlar çıkardıklarında hayret ediyoruz. Ama bu teknik adamlar kendiliğinden çıkmıyor ki. Bunun arkasında bir plan var. Biz ise 10 yılda 14 defa yabancı kuralı değiştirdik. Bunun arkasında neyin planı var? Buradan bakınca futbolun bir işçi eğlencesi olduğunu söylemekten evrensel anlamda da, yerel anlamda da çok uzağız. Futbol hala bir eğlence. Ama çok daha geniş kesimleri kapsadığı açık.

Yazın dünyasını biçimsel ve içeriksel olarak şekillendiren ilk ortamın dergiler olduğu düşünüldüğünde, yazarın yazdıklarını matbu bir mecrada ilk olarak dergilerde görmesinin etkisiyle, dergilerin yazara vaat ettiği şeylerden en önemlisinin özgüven olduğunu söylemek mümkün mü? Dergiler, yazara ne vaat eder? Ya da karşıtını da sormak mümkün: Yazar, dergilere ne vaat eder?

Dergiler yazara, alışık olduğu tarzın ve sınırların dışında da kalem oynatabilmesini vaat eder. Ezcümle özgürlük vaat eder. Mesela bir edebiyatçının kaleminden futbol okumak isterseniz bir futbol dergisi bunun için en doğru yerdir. Bu örnekler çoğaltılabilir.

Yolun başında bir yazar içinse dergiler, yazara yazdıklarının izdüşümünü en kestirmeden göstermeyi vaat eder. Yazınız yayınlanır ve siz gelen tepkileri gözlersiniz. Bir karşılığı olup olmadığını görürsünüz. Bunu bir blog açarak da yapmanız gayet mümkün elbette. Ama zaten tanınırlığı, bilinirliği olan bir dergide henüz yeni bir yazar olarak yazı yazmak önemli bir sınavdır.

'SPOR ARŞİVCİLİĞİ KONUSUNDA ÇOK GERİDEYİZ'

Türkiye’de dergi mefhumunun önemli bir gelenek olduğunu söylemek mümkün. Geçmişten bu yana, pek çok yazar bir araya gelerek ortak üretim yapmış, dergiler çıkarmıştır. Kendinizi yakın bulduğunuz bir gelenek oldu mu? 200 sene sonra bugünlerden bahsedildiğinde, üretiminizin hayatla olan ilişkisinin nasıl tanımlanmasını istersiniz?

Futbol dergisi çıkardığımız için elbette Hayat Spor geleneğini yok sayamayız. S. Serdar Gürel diye çok kıymetli arşivci bir abimiz var. Kendisi bize elindeki müthiş arşivi açtı. Zaman zaman onun elindeki eski spor mecmualarından sayfalara dergimizde yer veriyoruz. Ancak söylemek gerekir ki spor arşivciliği konusunda çok gerideyiz. Birbirinden kıymetli işler var. Ama arşive dönüp baktığınızda 10 yıl önceki basketbol maçlarının özet görüntüleri yok, biliyor musunuz? Çünkü o görüntüler, üzerine yeni kayıtlar çekilmesi amacıyla silindi. Bugün, spor tarihine meraklı birkaç aydınımız olmasa, bizim spor tarihine dair neredeyse hiç fikrimiz olmayacak. Dolayısıyla geçmiş spor yayıncılığına dair de somut çıkarımlar yapmak ve bir kıyasa girmek pek kolay değil. Elbette bizim de özeleştiri vermemiz gerekiyor. Ülkede bir yayın kültürü var. Dergicilik kültürü var. Bu kültürün, bu birikimin ne kadar farkındayız, bu mirasın neresindeyiz, bu mirası nereye taşımakla yükümlüyüz? Bunlar cevaplanmaya muhtaç sorular. Ben kendi adıma dergi yayıncılığını geçmişin birikimine sadık kalarak, çağın gerekleriyle uygun yürütmeye çabalıyorum. Ne kadar yapabildiğimin cevabını siz vereceksiniz.