Elbruz Aksoy: Tavuk ve peynir Çerkes oldu ama biz olamadık

Yazar Elbruz Aksoy'la İletişim Yayınları'ndan çıkan kitabı Benim Adım 1864 - Çerkes Hikâyeleri üzerine konuştuk. Elbruz, "Tavuk ve peynir Çerkes oldu ama biz olamadık" diyor...

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - 'Benim Adım 1864 - Çerkes Hikâyeleri' İletişim Yayınları etiketiyle okuyucu ile buluştu. Çerkeslerin yaşadığı sürgünleri, farklı coğrafyalarda aldıkları rolleri konuştuğumuz kitabın yazarı Elbruz Aksoy kaleme aldıklarının 'Beyaz Çerkes'leri rahatsız ettiğini belirtti. Aksoy, yaptığı çalışmada sözlü tarihi dikkate aldığını belirterek, "Çerkeslerin asimilasyonunda okul ve askeriye iki önemli ayaktı. Türkçe bilmeyen çocuklar okulda ite kaka, bazen dövülerek Türkçe öğrendiler. Bazen 'hocam bu Çerkezce konuşuyor' diyen çocuğa hoca lokum verdi. Askere giden çocuklar 'Kafkas Türkü' olduklarına inandırılmaya çalışıldılar" dedi.

Elbruz Aksoy

İmparatorluğun çökmeye başladığı yüzyılın ortalarından başlayarak bu güne kadar gelen bir tarihi öykülerle anlatıyorsunuz. Çalışma nasıl şekillendi?

1996 yılında Marmara Üniversitesi Uluslararası ilişkiler bölümünde Belkıs Kümbetoğlu hocamızın İnsanlığa Giriş diye bir dersi vardı. Birinci sınıfta bu ders vesilesiyle aslında kendi Çerkezliğimle de tanıştım. Türkiye’de doksanların başında Çerkes toplumu Tavuk ve Peynirin Çerkes olabileceğine ama kendisinin olamayacağına inanmış bir haldeydi. Özellikle son 70 senenin sonunda fazlasıyla asimile olmuştu. Hocamız sınıfta kimsin nesin, kendini nasıl tanımlıyorsun, dediğinde ben Samsunluyum, Karadenizliyim demiştim, anlaşılan bunun dışında bir üçüncü kimliğim de kalmamıştı.

O derste ben Samsun’luyum deyince hocam sadece Samsun’lu olunamaz demişti. Samsunlu olmanın altında mutlaka başka şeyler vardır; muhacir misin, yerli misin, Pontus musun dediğinde ben de ‘Çerkesim’ demiştim. Hocamızda bana Çerkes asimilasyonu ile ilgili bir ödev vermişti. Fakat asla bir kitaptan bir makaleden dipnot düşme diye de uyarmıştı. Bende nasıl yapacağım o zaman dediğimde, ‘Artık farklı bir şeyler söylemek lazım. Git yaşlılarla konuş onların hatıralarını referans göster’ demişti.

Ben de bu şekilde yaşlılarla konuşmaya başladım. Önce düğündü dernekti diye başladım görüşmelere, sonra zamanla görüşme yapmanın, sorular sormanın yöntemini de öğrendim.

1864 sürgününün üzerinden yüz altmış yıl geçti. Ancak hala Amerika’da, Ürdün’de, Türkiye’de, İsrail’de yaşayan bir çerkes içinde bu sürgün ve yaşanan katliam çok belirleyici bir olay olarak duruyor. İlk öykünüz’de Kafkasya’da Ruslara karşı savaşan bir yetimin hikayesi olmuş. Neden bu hafıza canlılığını hiç yitirmeden duruyor?

Çünkü Çerkeslerin yüzde doksanı bu büyük sürgün sonucunda Osmanlı coğrafyasına dağıtıldılar ve o tarihi unutmadılar. Bu sürgünü yaşayan neslin son temsilcileri de 1950’lerde vefat ettiler. Kimi köylerde 95,98 yaşına gelmiş Çerkeslerin 1950’lerin sonlarına kadar yaşadığını biliyoruz. Dede yaşadığını çocuğuna torununa anlattı, Çereksya’daki köyünün ismini söyledi ve 89’yılında Sovyetler yıkılınca da o dedenin torunları gidip o köyü buldular. Çerkeslerin birde binlerce yıllık sülale isimleri vardı, bu soy ismi öyle belirleyici bir şeyki, mesela Hatko’lar diyorsunuz. Kafkasya’ya ya da Suriye’ye gidiyorsunuz ve orda Hatko’ları kolayca buluyorsunuz.

'YA ASKER OLURSUNUZ YA DA SÜRÜLÜRSÜNÜZ'

Bir öykünüzde dede torununa yaşadıkları yeri anlatırken yere dizdiği taşlarla Çerkes köylerinin yerlerini gösteriyor. Ve “bu taşlarla Anadolu’nun kapısını tutuyoruz” diyor. Ama aslında Osmanlı içindeki sorunlu bölgelere, bir tür sınır gibi yerleştiriliyorlar. Yani Anadolu’nun kapısınımı tutuyor yoksa bir adım ötedeki Ermenilere, Bulgarlara, Kürtlere karşı bir tedbir olarak mı yerleştiriliyorlar?

Tabi… Osmanlı Çerkes sürgününü çok planlı şekilde iskân etmiştir. Osmanlı devleti sürgün öncesinde, Rus emperyalizmine karşı bir hareket olarak görüp Çerkeslere yardımcı oldu. Silah para yada manevi destek sağladı. Bu aslında Osmanlı’nın da ötesinde İngilizlerin yürüttüğü bir derin siyasetti. Çarlık Rusya’nın güneye inişi her ne pahasına olursa olsun durdurulmalıydı. İngiliz ve Osmanlıların desteklediği Çerkes savunma hattı Rus ordularını fazlasıyla meşgul etti. Savaş bittiğinde Çarlık o kadar kan döktüğü Çerkesleri cezalandırdı. Ya benim dediğim yerlere iskân olup bana asker verirsiniz, ya da sürülürsünüz, dedi.

Çerkeslerin yüzde doksanı da sürülüp Rus ordusunda asker olmaktansa sürgünü tercih ettiler. İskân olunacak yerler de çok yaşabilecekleri yerler gibi gelmedi, tabi bir de Çerkeslerin önderleri vardı ve bu kararı da halk adına onlar verdi. Bu Çerkes beylerinin bir kısmı önceden beri saray ile ilişki içindeydi ve bu kararı İstanbul’un “gelin” işareti üzerine verdiler. Anlaşılan devlet aklı, Çarlık Rusya’nın anavatanlarından sürmeye karar verdiği Çerkesleri Osmanlı toprakları içinde iskan etmenin kendi çıkarlarıyla da örtüştüğüne kanaat getirmişti.

Aslında Çerkes Sürgününde tetikleyici olan Osmanlı ve Çerkeslerin liderleri oldu.

Evet. Devlet adamları aslında Osmanlı’nın yıkılacağının farkında ama yıkılmayı geciktirecek önlemler almaya çalışıyor. Bu yüzden de Çerkes sürgününü kendi çıkarları doğrultusunda kanalize etti. Devlet adamları bu yıkılmaya nasıl çare buluruz sorusunu; “Nüfusu İslam olan başka halkları Osmanlı’ya hicret ettirerek”, şeklinde cevaplamış olsalar. Aradıkları bu hicretin bir kısmını da Çerkesler ile sağladılar. İki yüz yıldır Rus orduları karşısında savaşan bir halk Çerkesler. Uzun süren savaşlar neticesinde, hayvancılığı ve tarımı neredeyse ikinci plana atmış bir savaş nesliydiler aslında. Bu özellikleri ile de Osmanlı Devletinin gözdeleri olarak devlet nezdinde kabul gördüler, iskan edilip, devletin üst kademelerinde kısa sürede istihdam edildiler.

Kemal Karpat 1.2 milyon Çerkesin sürüldüğü noktasında rakam veriyor. Devlet ilk etapta bunun dört yüz binini isyanlarla çalkalanan balkanlara iskan etti.

'ÇERKESLER DEVLETİN JANDARMASI ROLÜNÜ OYNADILAR'

Hikayelerinizde en dikkat çeken unsur zalim ve mazlum olmanın bir arada olması... Bulgaristan'da Batak Katliamı'nın Çerkesler tarafından yapıldığı söyleniyor. Kitabınızda da buna benzer öyküler bulunuyor.

Çerkeslerin bir kısmı daha sonra Çerkez Ethem olayında da görüldüğü gibi devletin kullanışlı Jandarması rolünü safça oynadılar. Bulgar isyanımı var, Çerkes askeri birlikleri oraya gönderildi. Böylesi katliamlar olduğu zaman da devlet batıya şöyle diyordu; “Milletler arası çıkmış muhtelif çatışmalar…” Sonrasında da hesap tüm Çerkeslere kesiliyordu. Çerkesleri bu çatışmalara yönlendiren devlet aradan çekiliyor ve ihale Çerkeslere kalıyordu.

Batı kamuoyu da savaşçı Çerkesler Batak katliamı, yaptı diye manşetler atıyordu. Bu 1876-1877 Bulgar isyanlarında oldu, bu 1894-95 Ermeni olaylarında oldu ve 1915’de oldu. 1920 sürecinde de bu sefer Ankara hükümeti, birçok isyanı Ethem Bey’e bastırttı. İşleri bitince de, “Hain!” damgasını tüm bir Çerkes halkını itham edecek şekilde isminin önüne ekleyip tüm halkı zan altında bıraktırlar. Oysa Çerkesler Bulgaristan’da Batak’da niye Bulgarları kessin, kesip de orda Çerkes devleti mi kuracaklardı? Tüm bu olaylardaki esas aktörü görmek gerekir…

'ÇERKESLER HEP SAVAŞ GÖRDÜ'

Benim Adım 1864 - Çerkes Hikâyeleri, Elbruz Aksoy, 287 syf., İletişim Yayınları, 2018.

İmparatorluğun her geri çekilişi ile birlikte Çerkesler de bir sürgün yaşıyor. Yine bir öykünüzde Golan tepelerinde savaşan bir Çerkes ‘dedeni Kafkasya’da, babanı Silistre’de bıraktın sen Suriye çöllerinde mi öleceksin’ diyor.

Tabi 1878 Berlin Antlaşması ile Balkanlardaki Çerkeslerin çok büyük bir bölümü tekrar sürüldü. Savaşalar, isyanlar, çatışmalar bunların peşini bırakmadı. Onlar bu süreçte yaşam mücadelesi veren bir halk aslında, başka bir şey görselerdi emin olun onda da başarılı olurlardı. Sürüldükleri Osmanlı’da kendilerini asker olarak ordu’nun, Jandarma’nın, Hamidiye Alayları’nın ve de devletin en mahrem alanında Teşkilat-ı Mahsusa’nın içinde buldular.

'ÇERKESLERİ DEVLET ADINA ESİP GÜRLEMİŞ OLARAK GÖRÜYORLAR'

Öykünüzde geçen Ebu Şapşığ da aslında devlet adına bir tür eşkıyalık yapıyor. Ama bir yanıyla baktığınızda yalnızca Çerkesler’de değil. O dönem birçok köyde böyle bir eşkıya tipi vardı. O dönemin koşulları mı üretiyor?

Bu öyküyü benim kayınpederim anlattı. Eşim Suriye’li, kayınpederimin dedesi Chataw İsmail’de Abu Şapşığ’ın adamlarından biri olarak yanında bulunmuş. Biraz Cerkes Ethem’e benzettim ben onu. Sonuçta Çerkesler hem kahraman, hem acı veren hem acı çeken sonuçta insan. İki Ermeni milletvekilini öldüren Çerkes Ahmet Anadol’da eşkıyalık yaparken kendini bir anda Urfa’da buluyor. Sormazlar mı, senin ne işin var Urfa’da iki ermeni milletvekilinin peşinde. Böyle Anadolu’da her milletten çok eşkıya var ama nedense Çerkesler daha çok parlatıldı.

Özellikle Cumhuriyet Dönemi'nin bürokratik mekanizmasına bakanlar Çerkeslerin etkin olduğunu söylerler. İstihbarat’ta Çerkesler var, Genelkurmay’da Çerkesler var. Buradan yola çıkarak Çerkeslerin sistemle bütünleştiği hatta sahibi haline geldiği çıkarımı yapılır. Ama siz farklı bir öykü anlatıyorsunuz. Çerkeslerin Cumhuriyet Dönemi'nde yoğun bir asimilasyona uğradığına ilişkin bir kesit sunuyorsunuz. Dünya güzeli seçilen Keriman Halis’in Çerkes olduğunun öğrenilmesi bir kriz yaşatıyor. Keriman Halis’in Çerkes olmasından rahatsız oluyorlar?

Evet Çerkesler bu kademelerde yer aldılar ama kendilerini gizlediler, ya da öz kimliklerinden uzaklaştıkça terfi ettiler, böyle bir durum var. Keriman Halis konusunda ise büyük bir kriz yaşanıyor, zira başta Keriman Halis’in Çerkes olduğu bilinmiyor. Bilseler asla onun oraya gitmesine müsaade etmezler, dönemin siyasetine ters. Çünkü o dönem Çerkes Ethem mevzuu hala gündemde ve birde onun yanına böyle bir karakteri eklemek kabul edilemez.

Osmanlı orta doğudaki ülkelerden çekildi ama Çerkezler o ülkelerin beyaz elitini oluşturdular. Sinemasında, edebiyatında, kültüründe Çerkesler oldu. Ürdün’de, Suriye’de, Mısır’da hatta Libya’da bile. Paris’de dönemin Mısır hükümeti sefiri, kendisi de bir Çerkes, Keriman Halisle tanışınca onun da Çerkes olduğunu öğrenince büyük heyecan duyuyor. Hemen Mısır’a davet ediyorlar. Kahire’de İskenderiye’de zengin Çerkes aileler hemen bir organizasyona girişiyorlar. O zamanın meşhur gazetelerinden birine de ilan veriyorlar.

“Çerkes prensesi Keriman Halis kainat kraliçesi seçilmiştir. Onuruna Çerkes Cemiyeti Kahire Palas’da bir balo düzenleyecektir” diye. Türkiye sefiri de hemen Kahire’den Ankara’ya “acil” başlıklı bir telgraf çekiyor. Bunun üzerine Keriman Halis’in Avrupa programı iptal ediliyor, paldır küldür geri çağrılıyor ve Çankaya’ya çıkartılıyor. Sonrası malum…

'BİSMİLLAH' DIŞINDA BİR ŞEY BİLMİYORLARDI'

Yine bir öykünüzde Cumhuriyet döneminde köye Oflu bir hoca geliyor. Fakat camiden başlayarak, Çerkesleri özellikle dillerini bırakmaları konusunda zorluyor. “Kefere dili” diyor. Bu tekil bir örnek midir yoksa bilinçli bir politikanın yansıması mıydı?

Ben önce bunun bir politika olduğunu düşünmedim. 23 sonrası Çerkeslerin asimilasyonunda okul ve askeriye iki önemli ayaktı. Türkçe bilmeyen çocuklar okulda ite kaka ve çoğu zaman da dövülerek Türkçe öğrendiler. Bazen ‘hocam bu Çerkesce konuşuyor’ diye ispiyonlayan çocuğa hoca lokum verdi. Askere giden çocuklar ‘kafkas türkü’ olduklarına inandırılmaya çalışıldılar. Ama İmamlar üzirendin bir asimilasyon duymamıştım, Samsun’da bir köyde aktardılar.

‘İmamlar bizim dilimize kefere dili dediler, Moskof dili dediler’ diye anlattılar. Bir imam bir Kürtçe’ye, bir Lazca’ya yani bu coğrafyanın dillerine bunu söyleyemez. Ama ‘siz Rusya’dan geldiniz, bu Moskof dili ile yaptığınız dualar kabul olmaz’ diyebildiler. Bunu bir köyde dinledim, münferit bir olay diye düşündüm, sonra alakasız bir başka köyde tekrar karşıma çıktı, sonra beş altı köyde daha aynı şey aktarıldı.

Farklı şehirlerde farklı köylerde benzer olaylar anlatıldı. “Günah” zannedip camide Çerkesce konuşmayı bıraktılar. İmamların bu bakış açısı etkili oldu diye düşünüyorum. Adam camide konuşmadı, kahveye gelince konuşmadı eve gelince de konuşmamayı tercih etti…

'ADAPAZARI'NIN, DÜZCE'NİN ÇERKESLERİ ETHEM'İ LANETLE ANIYOR'

Sürgünden sonraki tarihi süreçte Çerkesler var olmak için birçok kimliğe bürünmek zorunda kaldı. Yine bir öykünüzde geçiyor. Osmanlı askeri oluyor, Ürdün’de İngiliz jandarması oluyor bir başka arkadaşı Fransız ordusuna hizmet veriyor. Yalnızca devletlerarası çatışmalarda değil, cumhuriyetin kuruluşunda da benzer bir ayrışma yaşanıyor. Çerkezlerde kendi içinde bölünmüyor mu?

Tabi. Kimi Saray’ın askeri oluyor, kimi Ankara’yı tercih ediyor, ikiye bölünmüş bir toplum var aslında. Sarayı destekleyen Anzavur bir Çerkes. Ankara bayağı zorlandıktan sonra bu isyanı bastırma işini Çerkes Ethem’e havale ediyor. Anzavur’dan çok daha büyük isyan Adapazarı, Hendek, Düzce isyanıdır. Orayı Ethem çok kanlı bir şekilde bastırıyor. Bugün gidin Adapazarı’nın, Düzce’nin Çerkeslerine, Abhazlarına sorun, size; “Ethem geldi bizim büyüklerimizi meşe ağaçlarında sallandırırken keyifle sigarasını içti” diye anlatırlar.

Ethem çok inanmış bir devrimciydi, Ethem’in devrime olan inancı onun Çerkesliğinin çok çok ötesindeydi. Ethem kendi birliğindeki Çerkeslere, Çerkesce konuşturtmayacak kadar bu devrime inanmış biriydi. O yüzden Ethem meselesi Çerkesler için iki yönüyle acı verici bir konudur. Onlara göre hem bir yönüyle kendi toplumuna çok zarar vermiş bir adam, hem de bütün bir toplumu hainlikle yaftalayıp çekip gitmiş bir adamdır.

Bunlar aslında Çerkesler ve iktidarlar arasında kurulmuş ilişkiler ağının bir yansımasıdır. Bu iktidarın İstanbul sarayı, Ankara hükümeti, Ürdün kraliyeti ya da Suriye’de Esat rejimi olması da fark etmiyor.

Ama bir yanıyla da iktidarlar ile kurdukları bu sadakat duygusunu anlayabiliyorsunuz. Misafiri olduğu bir çoğrafyada yaşamak durumunda. Bir siyasal iktidarla ittifak kurmak zorunda. Bunuda var olmak için yapmıyor mu?

Var olmak zorunda. Ama bu var olma duygusu kendini yok edercesine var oluyor. Mesela iskan oldukları yerlerdeki komşu köyler ile uzun süre sağlıklı ilişkiler kurmadılar. Görünmez duvar ördüler, mesafeli durdular. Çünkü Çerkesler devletin kalbi ile ilişki kurmuştu ve ounla ilişki kurduğu ve bütün işlerini onun üzerinden hallettiği için, ne kasabayla ne de komşu köyle öyle sıkı fıkı olmadı. Çok uzun seneler kapalı kaldılar. Bu kapalılık Suriye’dede devam etti, Ürdün’de, İsrail’de de. Buralarda da devletle ilişki kurdu, bu ilişkiyi, askeriye, istihbarat yada üst bürokrasi ile gerçekleştirdi.

Her savaş, iç savaş ya da çatışma Çerkesleri vuruyor. Birkaç yıl önce Suriye Çerkeslerinin Lübnan’dan Türkiye’ye getirilmesine tanıklık etmiştim. Beyrut’a kadar gelebilmeyi başaran Çerkesler gizlice oradan Türkiye’ye getirildiler. Şu anda Suriye Çerkeslerinin durumu nedir?

İç savaş öncesinde Çerkeslerin yaşadığı dört beş köy ve bazı kasaba diyebileceğimiz yerleşimler vardı. Savaşla birlikte hepsi dağıldı gitti. Çerkes gençlerinin bir çoğu Suriye’yi terk etti, zira iki seçenek vardı Çerkesler için. Ya Şebbiha olup istihbarata çalışıp rejim için savaşacaklardı, ki böyle insanlar var. Ama nüfusun yüzde sekseni orta ve alt sınıflardan ailelerin çocukları ve onlar bu savaşın parçası olmaktansa ülkeyi terk etti. Bunların bir kısmı Avrupa’ya bir kısmı da Türkiye’ye geldi. Çok az bir kısmı muhaliflere katıldılar. Şu anda Suriye’de yaşlılar kaldı. Bir kısmı da zorda olsa Kafkasya’ya dönmeyi başardılar.

'YÜZ ALTMIŞ YIL SONRA BİR ARAYA GELEN AİLELER OLDU'

89 yılında Sovyetlerin yıkılması Çerkeslerde büyük bir uyanış yaşanmasına yol açtı. Bir anda Çerkez aydınlarında geri dönüş tartışması yaşandı. Ürdün’den Kafkasya’ya geri dönüşü simgeleyen atlarla bir yürüyüş yapıldı. Bugün gelinen noktada geri dönüş sembolik bir duygu olarak mı kaldı?

Sovyetlerin yıkılması Çerkez diasporasında büyük bir heyecan yarattı. Yıkılınca kapılar açıldı. İnsanlar geri gitti, dil bilenler orada eşini dostunu akrabalarını buldular. Düşünsenize yüzyirmibeş yıl sonra bir araya gelen aileler oldu, bu bir bilinç getirdi topluma. Ama beklendiği gibi hadi geri dönüyoruz olmadı. Çünkü Çerkesler artık bu coğrafyanın insanı olmuşlardı. Suriyeliydi, Ürdünlüydü, İsrailliydi, Türkiyeliydi. Bu aynı zamanda onların Türkleşmesini ya da Araplaşmasını da beraberinde getirmişti. Bütün bu heyecanın sonunda sadece onbin civarında geri dönenin olduğu telaffuz ediliyor. Bütün bu coğrafyayı düşündüğünüzde bu çok küçük bir rakam. Şu anda Türkiye’de beş ila yedi milyon arasında Çerkes olduğu tahmin ediliyor.

'SOVYETLER YIKILIRSA GERİ DÖNECEKLERİNİ DÜŞÜNDÜLER'

Sovyetler döneminde Kafkasya ile ilişki oldu mu?

Şöyle traji komik bir ilişki vardı. Kafkasya’dan yayın yapan bir Çerkes radyosu vardı. Bazı yüksek tepelerde bu radyo çekerdi. Yaşlılar o tepelere gider radyodan oradan yayın yapılan Çerkesce konuşmaları, şarkıları dinlemeye çalışırlardı.

Çerkeslerdeki Rus karşıtı hissiyat Türkiye’deki sağcı siyaset tarafından Çerkesleri Sovyet karşıtı tarafa çekecek bir yol izledi. Zamanında dedeleri Plevne’de, Sarıkamış’ta Ruslarla çarpışmaya davet edilen Çerkesler sağ, mukaddesatçı siyaset tarafından anti kominizim hattındaki saflara davet edildi. Bu bir karşılık buldu, zira Çerkesler bir gün Sovyetler yıkılırsa geri döneceklerini düşündüler.

Osmanlı döneminde de Çarlık yıkılırsa geri dönüleceği düşüncesi vardı. Osmanlı kazansın da biz de kaybettiğimiz topraklara geri dönelim düşüncesiydi bu. Bu süreçte daha az sayıda olmak üzere, kimi Çerkes sol ve sosyalist siyaset içinde yer aldı. Ama bunların ikisi de bu ideolojilerin saflarında Çerkes kimlikleri ile yer almadılar, ülkücü yada sosyalist kimliği ile yer aldılar. Günümüz Çerkes kimliği aslında Sovyetlerin yıkılması sonrasında farklı bir şekle girdi denebilir.

Bu da sanırım bir başka kimlik tartışmasını beraberinde getirdi?

80’lerin çocukları gençlik yıllarında artık eski ülkücü ya da solcu ağabeyleri ile anlaşamaz oldular. Kibarca onlara: “Siz Türkiye için yeyin birbirinizi…” dediler. Bu 80 öncesi kamplaşmalar yeni nesle fazlasıyla boş ve sığ geldi. Çerkes toplumu da kendi içinde böyle bir kırılma yaşadı. Yeni nesil Çerkesler; “ülkücülük ve solculuk oynayarak sonunda fazlasıyla Türkleştiklerini” farkettiler.

Bir büyüğümüz de konuyla alakalı olarak; “Bizim arkadaşlarımız üniversitelere gider, solculuk oynarken Cumhuriyet gazetesi okur, sonra Cumhuriyet gazetesi okuyarak zamanla Türkçü ülkücü olurlar…” demişti.

'BEYAZ ÇERKESLER BU KİTAPTAN HAZZETMEDİLER'

Sizin öykülerinizdeki gibi Çerkeslerin geçmişine bakan bir çalışma çok almadı değil mi?

Ben biraz daha eleştirel bir bakış açısıyla son 150 senemizin bir fotoğrafını çekmeye çalıştım, böyle bir fark olmuş olabilir. Doksanlar ile iki binler arası Kafkasya’ya geri dönüş tartışmaları ile geçti. Fakat Çerkes toplumunda esas kırılma internet ile yaşandı. Bayraklar, semboller, fotoğraflar ve hikayeler ile kendi tarihimiz ile tanışmamız aslında internet sayesinde oldu. Çerkeslere dair ilk siteler İsrail’den iki köyden genç çocuklar açtılar, ondan sonra Ürdün’de Türkiye’de böyle siteler açıldı.

Facebook instagram ile korkunç bir kültür yağmurunun altında kalmaya devam ediyoruz. Zamanımızın gençleri bu kültürel aktarımı ne annesinden ne babasından alabilirdi. Çünkü onlarda bu kalmamıştı. Onlar bildiğin Anadolulu Ayşe teyze ile Ahmet amcaya dönmüşlerdi. Oysa o ismi Ahmet’de olsa Nart olarak, Ayşe’de olsa Setenay olarak görüyordu. Bu kimliklenme ihtiyacını internet sağladı ve besledi de.

Şu an o nesil çeşitli talepler dile getiriyor. “Rusya biz geri geldik!”diyor. Hiç olmazsa biz çifte vatandaş olmak istiyoruz diyorlar. Bu ciddi bir talep. Soykırımın tanınmasını istiyorlar. Soykırımı inansa da bizim babalarımız nesli dillendiremezdi zaten…

Soçi Olimpiyatları'nda interneti iyi kullandılar.

Çok iyi kullandılar. Olimpiyatların yapıldığı yer Çerkeslerin katliama uğradıkları bir yerdi. "Burada olimpiyat gibi bir etkinlik üzerinden kardeşlik, dostluk gibi bir hikaye yazamazsın" dediler. Toplumu uyandıran bir adım oldu Soçi Olimpiyatları.

Yeni kuşağın Türkiye'den talepleri var mı?

Elbette. Türkiye’ye de bizim yaşadığımız yerlerde Çerkes dili ve Edebiyatı Fakülteleri aç talebi oldu. Bunu devlet yaptı. Son hükümet Düzce’de açtı. İki ay öncede bir tane Kayseri’de açıldı. Fakat şimdi bu iki yerin dışında Samsun’da, İstanbul’da Balıkesir’de Çerkeslerin yoğun olduğu yerlerde de açılması dillendiriliyor.

Hem AKP’den hem CHP’den çeşitli Çerkes milletvekilleri de bu talepleri iletiyorlar. Bir diğer talepte TRT’nin Çerkesce bir Tv açması. Buda son on yıldır dillendiriliyor. Ben devletin bu hakkıda tanıyacağını düşünüyorum. Seçmeli Çerkesce derslerin olması talebi vardı, o da kabul olundu. Bunlar soft taleplerdi devlet de bunları karşıladı.