Hayatın saldırılarına karşı özsavunma
Alexandra Ahouandjinou’nun Hayatta Kalmak İçin Küçük Felsefe Seti ‘Gündelik Hayatın Saldırılarına Karşı Koymak adlı kitabı Sel Yayınları etiketiyle okuyucu ile buluştu. Yaşamın her ayrıntısına sinmiş gizli şiddet anlarında, Ahouandjinou’nun perspektifi hayata kendimize saygımızı yitirmeden devam edebilmemiz açısından çok şey söylüyor.
DUVAR - Sokağa kendimizi her attığımızda, topluma karıştığımızda, herhangi bir gündelik rutini yerine getirirken bizi etkileyen, karşı karşıya geldiğimizde nasıl davranacağımızı bilemediğimiz, farklı şiddet türlerine mâruz kalabiliyoruz. Bir toplu taşıma aracında birilerinin tacizkâr bakışlarının kurbanı oluyor, markette sıra beklerken birileri gelip sırada önümüze geçiyor, bir toplantıda sözümüz kesiliyor, iş yerinde üzerimize taşıyacağımızdan fazla yük veriliyor veya taşıdığımız “damga” yüzünden günah keçisi ilan edilip, ırkçı ve cinsiyetçi şakalarla karşı karşıya kalabiliyoruz.
Gündelik yaşam bizi buna benzer pek çok durumla yüz yüze getiriyor ve bizim kendimize olan saygımızı, haysiyetimizi korumak için özsavunma yöntemleri geliştirmemiz gerekiyor. Çünkü karşı karşıya bırakıldığımız durum, yaşadığımızı kabullenmek veya öfkelenmek arasında bir duygu durumuna bizi sıkıştırıyor. Bir yandan karşı çıkamadığımız için kendimizi yenik hissediyoruz, diğer yandan öfkemizi kontrol etmiş olmanın rahatlığını duyuyoruz. Ancak her iki durumda da zarar görüyoruz. Çünkü yaşadığımızın etkisi sürüyor ve üzerimizde oluşturduğu baskı, daha sonra başımıza geleceklerde nasıl tavır almamız gerektiği konusunda bizi kuşkuya düşürüyor.
HAYATIN SALDIRILARINA KARŞI KOYMAK
Alexandra Ahouandjinou’nun “Hayatta Kalmak İçin Küçük Felsefe Seti ‘Gündelik Hayatın Saldırılarına Karşı Koymak’” adlı kitabı, yukarıda bahsettiğimiz yaşam içerisinde başımıza gelen, küçükmüş gibi görünen ama derinine inildiğinde etkisi öznenin tüm yaşamını etkileyen pratiklere karşı nasıl tavır geliştirmemiz konusunda felsefi bir bakışla düşünmemizi sağlıyor. Çünkü konu kendimize ve kişiliğimize duyduğumuz saygı ile ilişkileniyor. Ki bizim gibi gözetimin üst seviyede olduğu, kendi dışında kalanın haklarının pek de önemsenmediği bir toplumda, yaşamın her ayrıntısına sinmiş gizli şiddet anlarında, Ahouandjinou’nun perspektifi hayata kendimize saygımızı yitirmeden devam edebilmemiz açısından çok şey söylüyor.
YAŞAMDAN VE FELSEFEDEN BESLENMEK
Yazar, kendi yaşamından yola çıkıp, felsefi düşünme çabasıyla yoğurduğu bu kitap için şöyle söylüyor ve sanırım işin özü de burada yatıyor; “Kendimi savunduğumda, bunun üzerine felsefi olarak da düşünüyorum. Bu küçük kitap da söz konusu düşüncelerin ürünüdür, zira dövüş olarak özsavunma sadece bir pratiğe indirgenemez, aksine yayılır, hayata doğru genişler, varoluşa kadar ulaşır.” Bu kitabın en önemli özelliklerinden birisi sıradanmış gibi görünen ve devamlı karşılaştığımız gündelik şiddet pratiklerinin, aslında varoluşumuzda bıraktığı hasarı fark etmemizi sağlaması. Örneğin; sözümüzün kesilmesi neredeyse hepimizin yaşadığı bir durum.
Belki üzerine düşünmeye bile ihtiyaç duymadığımız kadar alışık olduğumuz bir hâl. Oysa sözümüzün kesilmesi bizimle ilgili çok şey ifade ediyor. “Konuşmam sırasında sözüm kesilecek olursa, bundan örtük olarak söyleyeceklerimin ilgi çekici dinlemeye değer olmadığı sonucu çıkar. Sözümün kesilmesi, yapmış olduğum, yapmakta olduğum konuşmaları hükümsüz kılar ilk sıkıntı budur.”
Yazarın ifade ettiği gibi küçük bir şeymiş gibi görünse de asıl hissettiğimiz budur paylaştığımız ortamda, sözümüzü kesenin yaptığını kimse fark etmez ama sözü kesilen için durum dile getirmese de oldukça olumsuz anlamlar ifade edebilir. Çünkü yazarın deyimiyle “Söz almak, bireysel düşünce düzeyinde kendini ifade etmektir. Ben bir masa ya da tabure değilim. Ben birisiyim, beni başkalarından olduğu kadar masadan da ayıran bir bireyliğim, bir kişiliğim var.” Bir ortamda söz almak bizim varlığımızla ilişkilidir çünkü dinlenmek varolmak anlamına gelebildiği gibi, bireyin varlığının da kabul görmesidir. Sözümüz kesildiğinde tüm bunlar yara alır, varlığımız incinir.
Ahouandjinou buna benzer pek çok şiddet örneğini ele alarak, bireyin üzerinde yarattığı olumsuzlukları ve yaşamımızda nasıl etkiler bırakabildiğini ortaya koyuyor. Ayrıca bunlarla nasıl başa çıkabileceğimize dair ipuçları verirken, sözümüzü nasıl geri alacağımızı ve bunun bizim kendi varlığımıza duyacağımız saygıyı nasıl etkileyeceğini hatırlatıyor.
'BAKIŞLARIYLA SOYMAK'
“Bakışlarıyla soymak” yaşam normal bir şekilde devam ederken, üzerimizde hissettiğimiz o taciz eden bakışı ifade eden bir deyimdir. Oldukça rahatsız edicidir, kendimizi çıplak ve savunmasız hissederiz, ne yapacağımızı bilemeyiz, öfkeleniriz, mahcup hissederiz. Çünkü bize dair bir yer bedenimiz, bizim istemediğimiz bir biçimde ihlâl edilmiştir. Bizim isteğimiz değil bizi taciz eden bakışın ne istediği önemlidir ve bu bir dayatmadır.
Bu bakış üzerimizde neden etki yaratır? Ahouandjinou öncelikle bunun üzerinde duruyor ve bize Schopenhauer’un oklu kirpi örneği ile insanları kıyasladığı metnini hatırlatıyor. Buna göre; eğer oklukirpiler birbirinden çok uzaklaşırlarsa, sonunda kışın soğuğundan zarar görürler. Bu nedenle ısınmak için birbirlerine yaklaşmaya karar verirler, ancak bu sefer de okları etlerine batmaya başlar. Şu hâlde kirpilerin can yakıcı izdihamdan kaçınmak için olduğu gibi soğuk yanığından kurtulmak için de orta bir yol, makul bir mesafe bulması gerekir.
Bazen yaşamsal gereklilikler nedeniyle bazen de yalnız kalmamak için insanlar toplum içerisinde yaşarlar ancak bu pek çok sıkıntılı durumu beraberinde getirir. Yukarıdaki örnekte bunlardan birisidir. Herhangi birisi bizi bakışlarıyla taciz ettiğinde oklukirpiler örneğinde olduğu gibi, bir arada yaşamak için bulduğumuz makul mesafe ihlal edilmiş olur. Bunun anlamı bize yönelik saldırı, birarada yaşamak için oluşturulan uzaklığın bozulmasıdır. Yazara göre, bu durumun gerçekliği bizim onu dikkate almamızla sabitlenir. Yani o bakış gücünü bizden “ödünç alır.” Biz eğer kayıtsız kalırsak o güç bize geçer çünkü biz o bakışın etkisini ne kadar hissedersek karşımızdaki o kadar güçlenmiş olur. Kayıtsız kalmak kolay değildir ancak önemli bir savunmadır.
ETİKETLER
Yazarın konuya dair dikkat çektiği ve bence oldukça önemli olan kısımlardan birisi de bize yapıştırılan etiketler. Yaşadığımız coğrafyada da örneklerine çok sık rastladığımız bir “damgalama” durumudur bu. Ahouandjinou’nun örnekleriyle; “Yahudiyim”, “Zenciyim”, “Arabım”, “Kadınım” gibi verili kimliklerle de ilişkilidir. Bizi bir yere sabitler ve onun dışında bir anlamımız yokmuş veya başka bir şey olamazmışız gibi davranılır. Bu özneye bir nesne anlamı vermektir. Kurgulanır, biçimlenir ve bir “kutuya” hapsedilir. “Oysa bir kişiye etiket yapıştırmak imkansızdır” diyor Ahouandjinou ve ekliyor, “insan özgürdür, gelecekteki halini tasarlayabilir, yarın bugünden farklı davranabilir.
Yalnızca öldüğü gün ona belirli özellikler atfetmek mümkün olacaktır ve bu anlamda varoluşu “öz”ünden önce gelir. Ancak öldüğünde ona şöyleydi böyleydi denebilir.” Özne bir akış içerisindedir ve insan bir yere sabitlenemeyecek kadar değişken bir varlıktır bu nedenle ona yapıştırılan etiket de kesinlikli olmayacaktır. Ama bu kişinin hissettiğini inkâr ettirmek anlamına da gelmez çünkü bazen etiketlendiğimiz durum bizim kendimizi güvende hissetmemize veya ait hissetmemize de sebep olabilir. Yazarın dikkat çektiği gibi önemli olan bireyin nasıl hissettiğidir, kendisini sevdirmek için ne etiketi kabul etmek ne de onu dışlamak gerekir. Bu bireyin varolma özgürlüğü ile ilgilidir. Ancak Ahouandjinou, kendimizi etiketlerden kurtarıp insanlık durumu içerisine konumlamanın bizi özgür kılacağından da bahsediyor, bunun için cesaret etmek gerek, tek başına cesaret yeterli olmasa bile.
'SİZE HAYIR DİYORUM'
Damgalar bireyin aynı zamanda günah keçisi olarak kurulmasına da sebep olur. Sadece bize yapıştırılan etiketler nedeniyle haksız yere suçlanabilir, herhangi bir kötülüğün sebebi olarak görülebiliriz. Ahouandjinou’ya göre; bu aslında karşımızdakinin kendi suçluluk duygusunun ya da hayal kırıklığının vücut bulmasıdır. Kişi kendisine kızgındır. Nefret edilesi olan günah keçisi muamelesi gören değil kendisidir. Böyle bir durumla karşılaştığımızda ona kendisini hatırlatmak, tüm bize yöneltilenin verili olduğunu, onun kafasında olduğunu göstermek için isyan etmek, yazarın deyimiyle “damgayı suratına çarpmak” gerekiyor. Böylece karşımızdakine kendisine dönme, kendisi hakkında düşünme şansı vermiş oluyoruz çünkü isyanımız yazarın aktardığı şu şiire karşılık geliyor:
“Çenemi kapatabilirsiniz, beni hapsedebilirsinizTükürürüm kıvrılmış paranıza
Polisinize, olağanüstü hâl kanunuza
Size hayır diyorum
Diyor ve baştan başlıyorum” (Gaston Miron “Sequence”, L’Homme rapaillé)
Alexandra Ahouandjinou “Hayatta Kalmak İçin Küçük Felsefe Seti ‘Gündelik Hayatın Saldırılarına Karşı Koymak’” adlı kitabında, yaşamın içerisine her daldığımızda karşılaştığımız küçük gibi görünen ama kişiliğimize, bireysel haklarımıza dair düşündüğümüzde önemli olan şiddet örneklerini gözler önüne seriyor. Farkındalık kazanmamızı sağlarken, bireysel varlığımız, kendimize olan saygımız için mâruz bırakıldıklarımıza nasıl direnebileceğimizi gösteriyor.
Kendimizi bir dağa fırlatılmış ve unutulmuş hissettiğimizde, bizden bir sır saklandığını düşündüğümüzde, kendimize ait zaman çalındığında, öteki olarak hissettirildiğimizde nasıl bir özsavunma geliştirebiliriz sorusuna, felsefenin imkânlarını kullanarak cevap arıyor. Ve gündelik yaşamda karşı karşıya kaldığımız bunca saldırıyı düşününce bir kere daha anlıyoruz ki: özsavunma haktır, yaşatır ve kendimize olan saygımızı güçlendirir.