Şiire doğru bir koşu
Mesut Örs şiirlerini her şeyden önce; biçim başkaldırılarına, biçem arayışlarına uzak kalarak söylemeyi tercih etmiş gibi. Örs, şiiri yazmaktan çok söylemiş. Bildiğince; duyduğu, dilinin döndüğü biçim ve biçimde söylemiş. Yansıtmak; dünyayı, hayatı, zamanı yansıtmak üzere kurmuş sözünü.
DUVAR - Şiirin “iyi”, bir o kadar da “iyileştirici” yanlarından biri de sanırım doğrudan duygularla, duyarlılıkla, düşünceyle temas imkânı sağlıyor olması. Yani gerçeklik, doğruluk adına birtakım engelleyici, eleyici, manipüle edici müdahaleleri aşarak dilin duygu, düşünce, duyarlılık alanına yönelmesi bakımından, galiba sanat alanında şiirin yerini alacak bir başka kanal yok… Bunda şiirin, özellikle modern şiir dilinin işleyişinin payının büyük olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü modern şiirde, çağrışımı harekete geçirmek bakamından imge önemli rol oynar. Çağrışım yelpazesini açan, genişleten bir şiirin okurun duygularında, düşüncelerinde genellikle, su dolu barajın kapaklarının açılması gibi bir etkiye yol açtığı gözlemlenebilir… Ancak şiirde imge kadar dilin nesnel karşılık, nesnel bağlaşıklık oluşturmasının da önemli olduğunun altını çizmek gerekir. Konuyla ilgili Marx ve Engels’i hatırlatmak istiyorum. Dünyayı yorumlamayı değil de değiştirmeyi hedeflemiş bu ünlü düşünürler, Eski Yunan kültürünü ve toplumsal yapısını incelerken Homeros’a, onun destanlarına başvurmuşlardır. “İlyada”da geçen demir el aletleri, körük, kalas ve tahta gibi araç ve gereçler üzerinden dönemin teknik ve teknolojisini, Troya’yı kuşatan birleşik Yunan ordusuna tek bir kişinin kumanda etmesinden de toplumsal yapıyla ilgili saptamalarda bulunmuşlardır. Bu örnek şairin de, şiirin de, dilinin de çağının aynası olduğu görüşünü desteklemek bakımından önemli dikkate değer. Şiir imgesiyle, diliyle, sesiyle her şeyden çok dönemine aittir. Şiire ilişkin bilgimiz, birikimimiz ve deyimler de bu tezi destekleyecek yönde. Şiirin çağıyla kurduğu ve kuracağı ilişkinin bir çok boyutu vardır. Hayatla, bireysel ve toplumsal sorunlarıyla birlikte çağıyla nesnel karşılık oluşturamayan, bağlaşıklık kuramayan şiir ve dili ölü doğumdur sayılır. Modern Türkçe şiirin bu anlamda belli dönemlerde anakronik sorunlarla malul olduğunu da belirtmek gerekir. Cemal Süreya’nın folkloru şiire düşman saymasının arka planında da bu zaman dışı dil ve duyarlılığın, şiiri geriye çekmesi sorununa yönelik itiraz olduğunu söyleyebiliriz. Buna benzer bir eğilimin “seksenlerden sonra” şiirde alan arayan İslamcı sağcı muhafazakâr kesimden isimlerin yapıtlarında ortaya çıktığı da kaydetmek gerekir. Bilgi Yayınları’ndan “Al Söyle Beni” adıyla çıkan ve baskı tarihi Mart 2018 olan bir şiir kitabı var önümde. Kitabın şairi Mesut Örs. Kitabın bıraktığı ilk izlenimi aktarmak istiyorum. “Al Söyle Beni” için şiire doğru iyi niyetli, ama daha çok “alçak gönüllü” bir koşu tanımlaması yapılabilir. Kâğıdı, kapağı, tasarımı, baskısı, biçimsel seçimlerin verdiği izlenim bu yönde. Kitapta kırk dokuz şiir yer alıyor. Bununla birlikte herhangi bir bölümlemeye gidilmemiş. Ama okurken tematik bir sınıflandırma okuyucu tarafından yapabilirmiş gibi. Sayfaları benim kabaca yaptığım ayrım ve sıralamaya göre çevirecek olursak ilk bölüm için “yalnızlık” ve “birliktelik”le ilgili diyebiliriz. Kitaba da adını veren “Al Söyle Beni” başlıklı şiirin şu betiğinde dile getirildiği gibi:
Geleceğim sana
Kendimi tümüyle vermek
Ve çoğalabilmek için
Bu bölümden sonra “tutkunun” ve “inancın” vurgulandığı şiirler söz konusu. “Fırtınalı Bir Denizi Sevdim” başlıklı şiirden birkaç dize okuyalım:
Yüzüme çarpan
Tuzlu damlalarıyla
Fırtınalı bir denizi sevdim
Alıp beni içine boğsa
Niye boğdun
Demeyecektim…
Bir sonraki bölümün temasının “onurlu davranmakla onursuzluğun kıyaslanması” olduğunu görürüz. Şu dizeleri “Salhane Özgürlüğü” başlıklı şiirden aldım:
Hayattaki en doğru şeyi yapıyormuş edasında
Gösterişli adımlarıyla
Tahtına kuruluyormuş gibi girenler var ki salhaneye
Bundan sonraki tema “savaş ve neden olduğu yıkım”. Bu bölümde ABD’nin 2003’te İncirlik’ten kalkan savaş uçaklarının da katıldığı Irak’ı işgali ve Bağdat’ın bombalanmasını konu alan şiirin altını çizdiğimi söylemek istiyorum. “Mavi Tren Notları” başlıklı bir başka şiirle teması “vicdan muhasebesi” olan yeni bir bölüme geçiliyor diyebilirim. Örneklemek için “Mavi Tren Notları” adlı şiirin ilk betiğini okuyalım istiyorum:
Kaçamak bakışlarla
Yaşıyoruz ömrümüzü
Bakmayı öğrenmeden önce
Bakışlarımızı kaçırmayı
Öğrendik çünkü
Mesut Örs, kendi ifadesiyle, bir parça boşluk bulsa oraya adını yazmaktan yana. Çünkü yaşadığının kanıtı, nesnel karşılığı olsun istiyor. Daha fazlası için kitapta yer alan “Adımı Yazdım Önce” başlıklı şiirin tamamının okunmasını önerebilirim. Bundan sonra bir başka temaya geçiyoruz: Aşk. Ancak tema olarak aşkın kitapta aralarda bir yerde kalması dikkat çekici sayılır. Aşkın, şiirlerden anlaşıldığı kadarıyla Mesut Örs için özel bir anlamı yok. Örs için dünyanın hali, hayatın sorunları, insanlığın başındaki felaket bulutları aşktan da, aşk arayışından da daha öncelikli gibi. Arada “keder, ayrılık” ve benzeri türden temaların yer aldığı şiirler de var. Ama kitabın didaktik dozu yüksek şiirlerden sonra gelen “ölüm” temasının değişik yönlerden işlendiği bölümde biraz durmak gerekiyor. Bu tema odağındaki şiirlerle, başta savaşlar olmak üzere değişik nedenlerle yerinden yurdundan edilmiş insanların göç yolunda toplu ölümlerinden Gezi Direnişi sırasında katledilen gençlere, iş cinayetlerinden düğün evine yapılan bombalı saldırıya, Halepçe katliamına kadar yaşanmış birçok kıyıma dikkat çekerek tarihe not düşülüyor … Troya savaşının büyük hilesi, yüzlerce yıl sonra tarihin karanlıklarından çıkıp Saddam’ın gerçekleştirdiği Halepçe katliamına ilham kaynağı olur. Tarihin en büyük katliamlarından birine neden olan kimyasal silahtaki “elma kokusu” Troya savaşındaki “tahta at”ın yerini alır. Mesut Örs de bunu şiirin diliyle Kürtçe “Dayê Bêhna Sêva Tê” (Anne elma kokusu geliyor) başlıklı şiirinde kayda geçirir… Şiirden birkaç dize okuyalım:
Silah seslerine alışkınım geceler boyu
Çığlıklara
Elma kokusuna değil
'DAYÊ BÊHNA SÊVA TÊ'
Galiba buraya kadar kitabın daha çok içerik özelliklerinden söz ettik. Şiirlerin biçim ve biçemiyle ilgili bazı poetik sorunlarına ilişkin de birkaç notu aktarmak gerekli görünüyor. Örs’ün modern Türkçe şiirin geçirdiği tüm evrelerin, anlayışların, eğilimlerin, hatta geleneksel şiirin biçim ve biçem özelliklerinin etkisi altında olduğunun altını çizmek gerekiyor. Ancak zaten Örs’ün yerleşik şiir değerlerini aşmak, değiştirmek gibi bir yönelimi olduğuna ilişkin bir mesajı yok kitabın. Şiir adına bu bir kusur olarak kaydedilebilir. Tabii bunu söylerken şiirin şahsi olduğunu da eklemek gerekir. Mesut Örs şiirlerini her şeyden önce; biçim başkaldırılarına, biçem arayışlarına uzak kalarak söylemeyi tercih etmiş gibi. Örs, şiiri yazmaktan çok söylemiş. Bildiğince; duyduğu, dilinin döndüğü biçim ve biçimde söylemiş. Yansıtmak; dünyayı, hayatı, zamanı yansıtmak üzere kurmuş sözünü. Beylik, kalıplaşmış, aşınmış, değerini yitirmiş dediğimiz söyleyişler biliyoruz ki şiire hiçbir yenilik getirmez. Şiir tam da bunlar çıkarıldıktan sonra kalandır.. Mesut Örs’ün kitapta böyle şiirleri var. Zaten şiir de ancak o zaman, yani şair şahsi olabildiğinde, burundaki deniz feneri gibi parıldamaya ve insana, hayata, dünyaya giden yolu göstermeye başlıyor. Öte yandan ne çok kişi vardır; yazdığı şiiri, şiirleri çekmecelerde, dosyalarda, defterlerde tutan, gizleyen. Yalnızca kendisine, kendisi için yazan. Mesut Örs’ün şiirlerinin de kendim için, kendime yazdım izlenimi bırakan bir havası var. Bu yönden bakınca kitabın merak uyandıran bir edasının olduğunu da belirtelim. Şiir okuru bir şiir kitabının kapağını açtığında, karşısında kendisine içini, kalbini açmış bir şair olmasını önemser. Bu daha çok yıllarca yayımlanmayı beklemiş, sonra nasılsa bir imkân oluşmuş ve yayımlanmış kitaplarda dikkat çekici bir samimiyettir. Ancak bilinir ki şiirin şiir olması için duygular gerekli, ama yeter değildir. Belki bu açıdan, şiirin teknik sorunlarını aşmak bakımından “Al Söyle Beni”nin yeteri kadar güçlü olmadığı söylenebilir. Yeri gelmişken yazının başında değindiğimiz konuya dönelim. “Al Söyle Beni” çağının, dünyanın, hayatın sorunlarını yansıtıyor. Üstelik samimiyet gerekçesiyle sulu göz bir duygusallığa hiç yüz vermeden gerçekleştiriyor bunu. Nesnel karşılık, dilsel bağlaşıklık konusunda da herhangi bir sorunu yok… Dahası şiire suikast olan hamaset tuzağına düşmemiş. Kitabın bir başka özelliği de şiirlerin tarihin, geçmişin derinliklerinden gelen bir sesi olması diyebiliriz. Dönemini ıskalamamış şiirlerden oluşan, zamanını yansıtması bakımından da dikkat çeken bir kitap olarak kaydedelim. Son olarak kitapta yanıtını bulamadığımız bir soruya da değinelim. “Al Söyle Beni” şairiyle ilgili herhangi bir biyografik bilgi sunulmuyor olması dikkat çekici. Mesut Örs’ün, sözcüğün geniş anlamında, kim olduğu sorusunu yanıtlamak açısından şiirlerde bazı ipuçları yer alsa da pek yeterli değil. Oysa modern şiirin tarihi ve deneyimi göstermektedir ki şairin kimliği, kişiliği, varlığı varoluşu büyük ölçüde yapıta dahildir. Okura bu bilgiler kitaplarda genellikle sunulur. Şairi bunu bilerek tercih etmiş olabilir mi? Yoksa kendiliğinden ortaya çıkan bir sonuç mudur? Bir sonraki baskıda hiç değilse şairin biyografik ve şiir geçmişiyle ilgili bilgilere yer verilmesini önerelim. Mesut Örs’ün “Al Söyle Beni” kitabında gördüğümüz şiire doğru bu koşusu umarız şiir okurunun gözünden kaçmaz…
ŞİİR TARİHİNDEN…
‘Ölü mü denir şimdi onlara’
Zamanın ruhu gençliği özgürlük için isyana çağırıyordu ve onlar, o çağrıya en önde koştular… Deniz oldular, Mahir oldular, Ulaş oldular, Sinan oldular, İbrahim oldular. O gün bugündür hâlâ Kızıldereler dağlardan, vadilerden, ovalardan geçip daha iyi, barış içinde ve özgürce yaşanan bir dünya hayaliyle denize koşuyor… Hâlâ doğan çocuklara onların adı veriliyorsa o hayal sürdüğü için değil midir? Çünkü onlar hâlâ sesleri, yüzleri, anıları, değerleri, deneyimleri, ilkeleri, sevgileri, aşkları, emekleriyle ölümsüzler… Elli yıl geçmiş aradan. Dünyayı saran özgürlük rüzgârının estiği 1968’den bugüne elli yıl. Elli yıl sonra dönüp geriye bakmaya gerek yok aslında. Çünkü bugün olan sadece yarın değildir. Dün de bugündür. Elli yıl öncesinde başlayan sürecin, o yılların, o günlerin yansıdığı şiirlerden biri de kuşkusuz Edip Cansever’in “Ölü mü Denir Şimdi Onlara” başlıklı şiiridir. Şiir, Cansever’in 1974’te yayımlanan “Sonrası Kalır” adlı kitabında yer alır… Kısa bir bölüm okuyalım:
Ölü mü denir şimdi onlara
Kımıldamıyor gözbebekleri
Ölü mü denir peki
En büyük limanlara demirlemiş
En büyük gemiler gibi…
Kımıldamıyor gözbebekleri
Ölü mü denir şimdi onlara
Unutulsun bir gövdeye duyulan hasret
Unutulsun bu alışılmış duyarlık
O kadar sade, o kadar kalabalık ki
Unutulmaya değer olanların insan gövdeleri
Ve unutmalı mutlaka
Dolsunlar diye yüreklere
Dolsunlar damarlara
Ölü mü denir
Ölü mü denir
Ölü mü denir şimdi onlara