Beyaz Gürültü: Modern dünyanın çıkmazı
Don Delillo’nun “Beyaz Gürültü” adlı romanı Siren Yayınları etiketiyle okuyucu ile buluştu. Delilo, 'kara' anlatısında televizyona bağımlı, gerçeklikten kopuk, maddi anlamlarda kaybolmuş, başkasının felaketini gösteriye dönüştüren, kendi başına gelince de devamlı felaket şüphesiyle yaşayan, sistem tarafından onaylandıkça huzur bulan, bedeni bir nesneye dönüşmüş, ruhani yanı yok sayılmış bir insanlık hâli ortaya koyuyor.
DUVAR - Her şeyin kolayca gösteriye veya eğlenceye dönüşebildiği, tüketimin artık neredeyse inanç biçimi hâline geldiği bir çağda yaşıyoruz. Bunun yanı sıra yaşamımızdan hiç eksik olmayacak gibi görünen felaket haberleri ve görüntüleriyle varolmaya çalışıyor, devamlı korku ve kaygı hissediyoruz. Çünkü her an başımıza her şey gelebilir hissiyle yaşıyor ve belirsizlikler içerisinde boğulurken, hiçliğe düşüyoruz.
'BEYAZ GÜRÜLTÜ'
Geçtiğimiz günlerde Siren Yayınları tarafından tekrar basılan, Don Delillo’nun “Beyaz Gürültü” adlı romanı, yukarıda bahsettiklerimizi okura başarılı bir kurgu içerisinde sunuyor. Delillo bizi, her karakteri romanın bütünlüğü içerisine ustalıkla yerleştirilmiş, eleştirel alt metni neredeyse hiç kesintiye uğramayan bir anlatı ve diyaloglara örülü bir kitapla buluşturuyor. Kitabın başkahramanı Jack Gladney cübbesi ve siyah gözlüğüyle kendini tanımlayan, icat ettiği Hitler bölümünde akademisyen olarak çalışan bir karakter olarak karşımıza çıkıyor. Yazar, eşi Babette ve çocuklarıyla klasik bir yaşam süren Gladney ailesinin yaşama bakışı üzerinden, Amerikan aile tipolojisi ortaya koymaya çalışıyor.
HİTLER İMGESİ
Kitap boyu karşımıza çıkan ölüme dair korku, kaygı ve düşünceler Hitler imgesiyle pekişiyor. Jack Gladney’in Hitler çalışmaları yapan bir akademisyen olmasının simgelediği şey gücün yanında olarak, duyduğu varlık sıkıntısını ve “ölüm korkusunu” bastırmak belki de. Çünkü kitapta, kalabalıkların Hitler'in etrafında toplanmasının sebebi de “ölüm korkusu” olarak gösteriliyor. “Kalabalıklar kendi ölümlerine kalkan oluşturmaya gelmişti. Kalabalık hâline gelmek, ölümü uzak tutmak demektir. Kalabalıktan ayrılmak ise birey olarak ölmeyi göze almak, ölümün karşısına yalnız çıkmak anlamına gelir. Kalabalıklar işte en çok bu sebepten dolayı geldiler kalabalık olmak için.”
Öldürme gücünü elinde bulunduran kişiye karşı durmaktansa onu alkışlayanlara katılmak, çoğunluğa uymak kolaydır çünkü. Bu nedenle ölüm gösterisine katılmak kendini garantiye almak anlamına gelebilir. Hitlerin çevresinde toplananlar da kendi yaşamlarını güvence altına almak adına kalabalıklara katıldılar, Delillo’nun karakterinin söylediği gibi... Çünkü “kalabalıktan ayrılmak, yalnız kalmak ölümü yalnız göğüslemek” anlamını içerirken, “ölüm övgü gösterilerine katılmak” güce yaslanmak, bireysel varlık göstermektense çoğunluğa uymak anlamına geliyordu. Yazarın karakterine Hitler çalışan bir akademisyen misyonu biçmesinin altında da böyle bir eleştiri seziliyor, Gladney’in de kişisel yaşamında “ölüm korkusu” var ve belki de üzerine çalıştığı Hitler, yaslandığı ve güvende hissettiği gücü simgeliyor.
TELEVİZYON
Kitabın önemli imgelerinden birisi de televizyon, karakterlerin yaşamının akışı içerisinde en az onlar kadar var bu imge. Arkada çalışan bir ekran, hayatın içerisinde olmazsa olmaz gibi. Delillo’nun “Beyaz Gürültü”sü bu konuda da oldukça eleştirel bir bakış sunuyor. Felaket görüntülerini izlemekten zevk aldıklarını fark eden Jack Gladney’in konuyu danıştığı arkadaşı şöyle söylüyor örneğin; “Çoğu insan için dünyada yalnızca iki yer var. Yaşadıkları yer ve televizyonları. Eğer televizyonda bir şey oluyorsa, onu cazip bulma hakkına sonuna kadar sahibiz o şey ne olursa olsun.” Bu söylem Postman’ın şu cümlelerini hatırlatıyor; “Eğlence, televizyondaki her türlü söylemin üst ideolojisidir. Neyin gösterildiğinin ya da hangi bakış açısının yansıtıldığının hiç önemi yoktur; her şeyin üstünde tutulan varsayım, hepsinin bizim eğlenmemiz ve haz almamızı gözetilerek sunulmasıdır. Bu nedenle bize her gün trajedi ve barbarlık örnekleri sunan haber programlarında bile televizyon muhabirlerinin bu haberleri “yarınla ilişkilendirme” teranelerini dinleriz” (2010: 102).
Delillo’nun karakterleri üzerinden mesajını vermeye çalıştığının da böyle bir durum olduğu söylenebilir. Bize televizyonda sunulan en kötü haber bile genellikle anlık görüntülerle geldi-geçti hissiyle verilir. Bu haberin hemen arkasından bir magazin haberi veya hayvanlarla ilgili komik videolar gösterilebilir. Yaşanan sanki yanılsamaymış hissi uyandırılır. Felaket anlık, etkisiz bir görüntüye dönüşürken bizde bıraktığı his başımıza gelmeyeceğidir. Çünkü iç içe geçmiş görüntüler trajediyi ve eğlenceyi birbirinden ayırt etmemizi zorlaştırır.
FELAKET BAŞKALARININ BAŞINA GELİR
Nitekim kitapta, Gladney ailesinin hiç başlarına gelmeyecekmiş gibi izledikleri gösteriye dönüşmüş felaketten haz almaları da bununla ilişkilidir. Kitabın ilerleyen bölümlerinde bizim başımıza gelmez dedikleri onların da başına geldiğinde, başlangıçta sorunu ciddiye almamalarının sebeplerinden biri de bu olabilir. Bir patlama sonucu oluşan, kimyasal madde içerikli kara bulut kendilerine yaklaştığında oldukça sakin tavır alan Gladney için; “bu tür şeyler korumasız bölgelerde yaşayan yoksul insanların başına gelir. Toplum öyle bir şekilde yapılanmış ki doğa ve yapay afetlerin esas darbesini yiyenler yoksul ve eğitimsiz insanlardır. Su baskınları alçak yerlerde yaşayanları, hortum ve fırtınalar derme çatma binalarda oturanları vurur. Ben üniversite profesörüyüm…” Gladney dünyadaki tüm olumsuzluklar başkalarının başına gelecek hissiyle yaşayan binlerce insanın temsili olur böylece.
Savaşa, katliama, ölüme, acıya hep başkaları maruz kalacak, ben hep güvende olacağım hissidir bu. Delillo karakterini pek çok olumsuz yan etkiyi barındıran kimyasal madde tehdidiyle karşı karşıya bırakarak mesajını verir; dünyada hiç kimse güvende değil, izlediğin, sadece gösteri olarak algıladığın tüm o felaketler her an senin de başına gelebilir. Belirsizce yollara düşüp, yersiz yurtsuz, savunmasız, kimsesiz hissedebilirsin. Tüm bunlar yaşanırken televizyon senin felaketini görmezden gelebilir veya anlık bir gösterinin parçası hâline gelebilirsin.
TÜKETİM TOPLUMU ELEŞTİRİSİ
Kitap, içerisinde yaşadığımız dünyaya her açıdan eleştirel bakış sunan kara bir anlatı içeriyor. Metnin en önemli eleştirilerinden birisi de tüketim konusunda. Büyük marketler, devamlı dolan alışveriş arabaları, hazır gıdalar, cafcaflı paketlerde yiyecek ve içecekler, televizyonda devamlı tüketime teşvik eden reklamlar. Yazar, tüketimi modern insan için âdeta bir varoluş sebebi, bir ayin gibi tasvir ediyor. Süper marketler insanlığın yeni tapınakları, tatmin oldukları, huzur buldukları, aldıkça güvende hissettikleri, doyuma ulaştıkları yerler. Her şey kötüye giderken hiç boşalmayan raflar, zaman izi taşımayan, devamlı yenilenen güncellenen mekânlar, kısacası tüketmeden varolamayan bir insanlık durumu.
“Beyaz Gürültü” genel anlamda modern toplum eleştirisi sunan bir metin. Kitap, televizyona bağımlı, gerçeklikten kopuk, maddi anlamlarda kaybolmuş, başkasının felaketini gösteriye dönüştüren, kendi başına gelince de devamlı felaket şüphesiyle yaşayan, sistem tarafından onaylandıkça huzur bulan, bedeni bir nesneye dönüşmüş, ruhani yanı yok sayılmış bir insanlık hâli ortaya koyuyor. Hiç geçmeyen ölüm korkusu, kaygılarıyla baş etmek için ilaç bağımlısı olan insanlar, onları kobay yapmaktan çekinmeyen bilimsel araştırmalar, güvensizlik, hiçlik, boşluk ve tüm bunlarla baş etmek için devamlı tüketen bir toplum tahayyülü.
Kısacası anlatı, insana onun kendi sonunu getiren pratiklerine dair eleştirel bir bakış sunarken, üzerimizde bir dejavu etkisi de bırakıyor çünkü biz bunu daha önce yaşamıştık, yaşıyoruz.
Alıntı:
Postman, N. (2010), “Televizyon Öldüren Eğlence, ‘Gösteri Çağında Kamusal Söylem’”, (Çev. Osman Akınbay), İstanbul: Ayrıntı Yayınları.