'Kaybetmeyen' hikâyeler!
Deniz Karanfil'in ilk öykü kitabı Salyangozlar, Sandalyeler, Bulutlar Can Yayınları etiketiyle okuyucu ile buluştu. Karanfil, ilmek ilmek ördüğü bu hikayesinde, okuyucusunu ilk andan itibaren çepeçevre sarıyor ve bu gerçeküstü hikayeye inandırmayı başarıyor. Kusursuz atmosferini, dil işçiliğinin hünerli elleriyle kurduğu sağlam yapısıyla iç içe geçiriyor ve kurgunun sonsuz hazinesinden faydalanıyor.
DUVAR - Geçtiğimiz günlerde Can Yayınları’ndan Deniz Karanfil imzasıyla yayımlanan Salyangozlar, Sandalyeler, Bulutlar isimli kitap, ismi anılan şairin ilk öykü kitabı olma özelliğini taşıyor. Hüznün ve her koşulda damakta kalan kesif acı tadın süreklileştiği öykülerde Karanfil’in ustalığı incelikli dil işçiliği ve retoriğin yerinde kullanımı ile kendisini gösteriyor. Çok sık karşılaşmadığımız ritm uyumunun, yazarın şairliğinin de etkisiyle oluştuğunu söylemek mümkün olmakla birlikte, öykülerin şiirselliğini sağlayan asıl mesele yazarın baktığı yerden dünyayı görüş ve yorumlayış biçimi.
MASALIN METAFORLARI
Masalların inandırıcılığı, gerçeğin kabulleniş sürecinde bir yalana ihtiyaç duyması ile var olmuş, bireyin bu ihtiyacından yola çıkarak biçimlenmiş ve kullanılagelmiştir. Bu bağlamıyla masal, insanlığa didaktik bir yol ve yöntem ile yaşadığı dünyaya dair umutlu ya da umutsuz sonuçlar bahşetmiş, dinleyenini ya da okuyucusunu reel dünyaya hazırlamıştır. Dolayısıyla masal mefhumunun işlevsel bir yanı olduğunu söylemek mümkün. Salyangozlar, Sandalyeler, Bulutlar’da da masalsı anlatıma ve bu anlatıma hizmet edecek metaforlara rastlamak olası. Ancak Karanfil, öykülerinde konu edilen işlevselliğe ve dünyaya dair pratize edilen sonuçlara sırt çeviriyor ve okuyucusunu kendi ideolojik formasyonunun çevrelediği pencereden sunduğu dünyaya bakmaya itiyor. Yazar, gündelik hayata tahammül etmemizi ve nesnel başarıyı ve mutluluğu getiren formüllerle ilgilenmiyor. Dünyayı, tam olarak durduğu yerden, algılayış ve kavrayış biçimiyle resmediyor.
DENİZ KARANFİL'İN ÖYKÜLERİNDE ÖLÜM
“Ölüm” mefhumu, Karanfil’in hemen hemen çoğu öyküsünde karşımıza çıkıyor. Bu mefhumu tek düze haline dönüştürmeyen ve her seferin farklı imgeler kullanan yazar, “Kalan” isimli öyküsünde, “Görüntünün imgesi insanın belleğine hep olduğundan başka kazınıyor…” cümlesiyle bu durumu formüle edip okuyucusu ile paylaşıyor. Bu durum elbette ki rastlantısal değil fakat süreklileşmesinin ve yazarın hayatı gördüğü kadarıyla karamsar tavrının da izdüşümü olduğunu söylemek mümkün. Köyde ve kentte insanlık bir umut vaat etmiyor. Haneke filmlerini andırır bir kötücüllük hâkim, her bir tarafta. Bütün “hikâyeler” acıklı… Ancak yazar, öyküsel olanı anlatırken koyu bir arabeske ve kötü kopyalarının her daim yeniden üretildiği “kaybeden” kültüne sığınmıyor. Vasata tamah etmiyor, kurmacanın gücüyle de anlatmıyor, adeta bütün olan biteni gösteriyor. Elinden hiçbir şey gelmeyen, bütün olan bitene tanıklık etmek zorunda kalan birer okuyucu durumuna düşüyoruz sadece. Kalbimizde koca koca boşluklar kalıyor. Tamamlanmayan, eksik kalmış anlar… Hüznün o kekremsi sızısı.
ATMOSFERİN ÖYKÜDEKİ İNANDIRICILIĞI
Bütün sanat dalları bir hikâye anlatır. Resim, heykel, müzik, tiyatro, edebiyat, sinema… Hepsi. Bir sanat eserinin sanat yapmış sayılabilmesi için bir girişe, bir gelişmeye ve bir sonuca ihtiyacı vardır. Bu durum dramaturgiyi de beraberinde getirir. Dramaturginin işlevselliği ve inandırıcılığı ise bir atmosfere bağlıdır. Yönetmen, yazar ya da ressam atmosfer adı verilen bu dünyaya alıcısını inandıramadığı noktada problem yaşamaya başlar. Yapay gelir o dünyadaki her bir şey… Kendi küçük dünyasıyla kıyaslamaya başlar alıcı, perdede, tuvalde ya da sayfada gördüğü şeyi. Kendini ikna edemediği zaman da “başarısızlık”a hükmeder o sanat eseri. Üreticisini samimi bulmaz, ticari kaygılarla suçlar ve hatta bazı zaman reddeder.
Karanfil’in öykülerinde baskın olan taraf ise kurduğu atmosferin inandırıcılığı. Reel dünyada bir bulutun bir insan tarafından ele geçirilişini ve bir ahıra götürülmesini kim mümkün kılabilir ki? Üstelik aynı bulut, bir meta haline dönüştürülüp sergi malzemesi haline getiriliyor. Karanfil, ilmek ilmek ördüğü bu hikayesinde, okuyucusunu ilk andan itibaren çepeçevre sarıyor ve bu gerçeküstü hikayeye inandırmayı başarıyor. Kusursuz atmosferini, dil işçiliğinin hünerli elleriyle kurduğu sağlam yapısıyla iç içe geçiriyor ve kurgunun sonsuz hazinesinden faydalanıyor.
Başta da değindiğim gibi Deniz Karanfil, aynı zamanda bir şair. 2012 yılında yayımlanan Deliler Sever Yarasını isimli şiir kitabıyla 2. Turgut Uyar Şiir Ödülleri’nde üçüncülük ödülü, başka bir dosyası ile yine aynı yıl Cemal Süreya Şiir Ödülleri’nde birincilik ödülünü kazanmış bir şair.