Muzaffer Özgür: Kürtçe yazmak su içmek gibi...

Yazar Muzaffer Özgür, ilk Kürtçe romanından söz ederken ‘yasaklı’ ve ‘yaralı’ ifadelerini kullanıyor. Kürtçenin önündeki engelleri hatırlatan yazara göre kişinin kendi anadilinde yazması farklı bir hazzı içinde barındırıyor. Yazar, “Kürtçe yazmakla diğer dillerde yazmak arasında bir fark var: Kürtçe yazınca kendimi farklı duygular içinde hissediyorum” diyor.

Google Haberlere Abone ol

Adem Özgür

DUVAR - Orta Anadolu Kürt coğrafyası olarak tabir edilen alan, daha çok Ankara, Konya, Kırşehir ve Aksaray’ı kapsayan ve buradaki Kürt yerleşim yerini ifade eden bir alandır. Bu coğrafi alanda Kürtlerin nüfusu oldukça yoğun. Orta Anadolu Kürtleri ya da Anadolu Kürtleri olarak adlandırdığımız bu toplulukla ilgili çeşitli araştırmalar yapıldı. Kimi araştırmacıya göre Kürtlerin bölgedeki varlığı Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluşundan öncesine dayanıyor. Kürtlerin göçebe bir yaşam sürdürdüklerini belirten araştırmacılara göre, Kürtler ticaret yollarını kullandıkları için bölgeyi iyi biliyordu.

Kimi araştırmacıya göre ise Kürtler, I. Selim’in baskıcı politikaları sonucu Orta Anadolu’nun çeşitli yerleşim yerlerine sürgün edilerek, asimile edilmek istendi. Yüz yıllardır Orta Anadolu’da yaşayan Kürtler, göçebe bir topluluktu. Bu yüzden Kürdistan’dan Orta Anadolu’ya göç eden/ettirilen Kürtlerde sözlü kültür egemendir. Kürtçe deyişler, atasözleri, klamlar, dünden bugüne sürdürülen ağıtlar, maniler Kürtçenin unutulmasının önüne geçti. Yazılı edebiyat konusunda ise geç bir ilerleme kaydedildi. Yazılı kültürün gelişmesi, daha çok ‘90’ların ardından Avrupa’ya yapılan göç ve buradaki çalışmalar sayesinde oldu.

Bu çalışmaların belki de en önemlisi Bîrnebûn dergisidir. İsveç’te yayımlanmaya devam eden dergi, sonraki yıllarda yeni çalışmalara da ön ayak oldu. Bîrnebûn dergisi editörü ve yazarı Muzaffer Özgür’ün ilk Kürtçe romanı Siyarên Deşta Anatoliyê, yani Anadolu Ovasının Süvarileri, İsveç’teki APEC Yayınları tarafından geçtiğimiz Ekim ayında yayımlandı. Kitabın ikinci baskısı ise Diyarbakır’da çıkarak Türkiye’deki okurlarıyla buluştu. Roman, 1930’lu yıllardaki gerçek bir olay üzerinden kurgulanıyor. Dönemin siyasi koşullarına başkaldıran Hecî Buxurcî’nin isyan serüveninin anlatıldığı romanda, Hecî Buxurcî, Osê ve Ömer’in kısa süren dostluk hikâyesi anlatılıyor. Araştırmacı-yazar Muzaffer Özgür’le ilk romanını, diasporadaki Kürtleri ve Bîrnebûn’u konuştuk.

Bîrnebûn 21 yıldır varlığını sürdürüyor. Dergide yıllardır Orta Anadolu Kürtlerinin sosyo-kültürel yapısı, tarihi, ekonomisi, siyaseti vb. birçok konuda yazı, makale ve araştırmalar yayımlıyorsunuz. Bu dergiyi çıkarma fikri nasıl ortaya çıktı?

Hem Türkiye’de, hem de yurtdışında farklı alan ve tarihlerde dergi çıkarma konusu birbirinden ayrı olarak birkaç yıl tartışılmış. Bu durumu bir araya geldiğimizde anlamıştık. Bu bir ihtiyaçtı. Orta Anadolu Kürtleri hakkında çıkarılacak dergi ile ilgili 1996’da Almanya’nın Duisburg kentinde bir araya gelen arkadaş ve gruplarla adım atmış olduk. Dergi çıkarma kararı alınıp yayın ilkeleri ve Redaksiyon Kurulu seçimi yapıldıktan sonra hazırlıklara başlandı.

Bîrnebûn olarak kendinizi tarafsız bir yerde mi konumlandırıyorsunuz?

Kürt toplumunda bağımsız bir kurum oluşturabilmek kolay değildir. Bugüne kadar medya veya siyasal kurumlar belirli ideolojilerin ağırlıklı olduğu bir konumdadır. Bu yüzden işimizin kolay olmayacağını daha işin başına anlamıştık. Yine de geri adım atmayacak ve tüm zorlukları aşacak kadro yapımızın olduğunu da biliyorduk. Kendimize güvendik. Diğer yandan hepimiz amatördük, çalışmalarımıza amatörce başladık. Aramızda farklı Kürt kurumlarında, farklı çalışmalarda yer almış, birikimi olan arkadaşlar da vardı. Onların yayıncılık alanındaki tecrübelerinden yararlandık.

Zaman içerisinde dergiye müthiş bir ilgi oldu. Bağımsız ve tarafsız olduğumuz için ilgi fazlaydı ama karşı duranlar da vardı.

'KÜRTÇE YASAKLI VE YARALI'

Kısa bir süre önce İsveç’teki APEC Yayınları’ndan ilk romanınız yayımlandı. Romanını Kürtçe yazmayı tercih etmenizin sebebi nedir?

Sîyarên Deşta Anatoliyê adlı kitabım geçen Ekim ayında Bîrnebûn’un yirminci yayın yılı kutlama gecesinde okuyucuya sunuldu. Bîrnebûn dergisi anadilimizi geliştirmemiz ve özellikle yazı dilini ileri bir seviyeye taşımamız için bir okul oldu. Zaten derginin yayın süresince Kürtçe yazı yazma arzum da arttı. Kürtçe halkımın, annemin, ailemin ve doğup büyüdüğüm çevremin dili. Yasaklı ve yaralı. İnsanın yedi yaşının ardından öğrendiği dil ile anadili arasında edebi bir haz duygusu farkı var.

Özellikle Orta Anadolu’da konuşulan Kurmancî ile kitap yazılabileceğini ve Kürtçemizin eksik fakat kendi içinde bir zenginlik taşıdığını göstermek istedim. Ayrıca Kürtçe ile yazmak, kaliteli, mineral ve alaşımları zengin bir su içmek gibidir. Kaliteli bir su içince insan bir “oh!” çeker, su içme doyumuna ulaşır. Ben de Kürtçe okuyunca ve yazınca o hoş, sağlıklı ve huzur veren hazzı alıyorum.

.

'BENZEŞME KÜRTLERİN VARLIĞINDANDIR'

Romanınızda gerçek bir olaydan bahsediyorsunuz. Öte yandan Kürtlerin Orta Anadolu’ya sürgünü, buradaki yaşamı ve kültürüyle ilgili ipuçları da veriyorsunuz. Romanınızdaki hikâye, bana Yaşar Kemal’in Çukurova’sını anımsattı. Orta Anadolu Kürt coğrafyası biraz da Çukurova’ya benzemiyor mu?

Tabii ki. Kürtlerin yaşadıkları alanlar birbirine benziyor. Toplumlar, gittikleri yerlere kendileri ile birlikte renkli yaşamlarını da taşır. Bunun yanında sosyal ve kültürel değerler de onlar ile birlikte olur. Bu anlamda Çukurova da bir sürgün ve yerleşim alanı olmuş Kürtler için. Bizim Haymana Platosu, Cihanbeyli Ovası ve Tuz Gölü’nün kuzeyinde bu göç ve sürgünün izleri mevcuttur. Benzeşme varsa buralardaki Kürtlerin varlığındandır. Ben de Orta Anadolu Kürtlerinden, Reşvan Aşiretler Federasyonu’na bağlı, Celikan Aşireti’ne mensubum. Bu kitapta, senin de bahsettiğin gibi, Çukurova’ya benzer bir göç hikâyesini ve yerleşimi işledim.

Romanınız, üç karakterin dostluk hikâyesi üzerinden şekilleniyor. Hecî Buxurcî, Osê ve Ömer’in tanışıklık serüveni ve Hecî ile Osê’nin ölümle sonuçlanan hayat hikâyesi için ne diyebilirsiniz?

Kürtler, bu coğrafyada hep acı çekti. Kahramanlarımın yaşadıkları da bu acıların sadece bir parçasıdır. Romanımda ele aldığım dönem, büyük çalkantıların olduğu, ülkede yaratılmak istenen tekçi siyasal sistemin etkisinin arttığı bir dönemdir. Hem bu meseleleri, hem de yoksul Anadolu’nun realitesini de anlatmaya çalıştım. Bir okurum, “kitabı okurken boğazım düğümlendi, hıçkırıklara boğuldum” demişti. Ben de romanı yazarken bu acıyı içimde yaşadım. Bana göre yazarın bunu yaşaması çok önemli. Psikolojik olarak da yoğunlaşmak gerekiyor. Hele ki bu, anadilinde ise…

'BAŞKALDIRILAR KANLA BASTIRILDI'

Bahsettiğiniz dönemde Orta Anadolu Kürt coğrafyasında neler yaşanıyordu?

Anadolu’daki ayaklanmaların mevcudiyeti paralelinde Orta Anadolu'da da nedeni ne olursa olsun, devlete başkaldıranların var olduğu biliniyor. Her zaman olduğu gibi o başkaldırı ve karşı koymalar kanla bastırıldı. Bölgemizde Mistoyê Tozo, Xeloyê Deli Pepê grubunun ortadan kaldırılması ve sonraki yıllarda Hecî Buxurci'nin çeşitli entrikalarla teslim olması ve idam edilmesi bu olayların sonunu getirdi. Görülüyor ki burada da iç ihanet ve kirli politik oyunlar ile bir kırılma yaşanmış.

Peki, romanınızın önsözünde 23 yıllık bir birikimden söz ediyorsunuz. 23 yıl önce biriktirdiğiniz anıları, zorunlu olarak gittiğiniz Almanya’da kaleme aldınız. Bunları yazmak için 23 yıl beklemenizin sebebi neydi?

Avrupa’ya geldiğim ilk yıllarda olanaklarım yoktu. Bu nedenle farklı önceliklerim oldu. Çalışan bir insanım, boş zamanlarımı dergi organizasyonuna ayırdım. Çalışmamı, derginin işleri aksamasın diye öteledim. Bir de zaman içerisinde Kürtçeye hâkim oldum, tıpkı Mevlana’nın söylediği gibi hamdım, dergi çalışmaları ile yandım ve sonunda da piştim.

2013’de bir toplantıda arkadaşlarıma kitap çalışması içerisinde olduğumu, kitabımın adının Sîyarên Deşta Anatolîyê olacağını söylemiş ve işe koyulmuştum. Amacım kitabı 2015 Newrozu’nda bitirmekti, ama dediğim gibi dergi çalışmaları hep öne geçti. Tüm bu yoğun temponun içerisinde, derginin yirminci yılına armağan olsun diye, biraz da acele ettim ve sonuca gittim. Bunda, APEC Yayınları’nın sahibi Ali Çiftçi’nin emeği çok oldu.

'KÜRTLER YARI KIRIK CAM GİBİDİR'

Diasporada Kürt olmak ve Kürtçe yazmak nasıl bir duygu?

Diasporadaki Kürtler yarı kırık cam gibidir. Kültürler arasında sıkışmış durumdalar, kendi kültürlerini rahat yaşamadıkları için kırılganlar. Diaspora Kürtleri, yaşadıkları ülke kültürü, geldikleri egemen devlet kültürü ve kendi kültürleri arasında bocalıyor. Diaspora Kürtlerinde özgürlük ve demokrasi açısından doyum olmasına rağmen kendin olamama ve köklerinden uzakta olma, hatta bundan kopma korkusu mevcut. Bu korkuların yanında Kürtler, diasporada yararlı çalışmalar da yapıyor. Kürt siyasal çevreleri, aydın, yazar ve çizerleri bedenen burada, ama zihnen ülkede ve halkımızın içinde bulunduğu yaşam koşulları içindeymiş gibi hissediyor. Ve bu, bana göre büyük bir travmadır.

Kürtçe okuma ve yazmayı burada öğrendim. Bunu daha ileriye taşımak için Bonn-Friedrich-Wilhelm Üniversitesi’ndeki Asya ve Doğu Bilimleri Enstitüsü’nde bir yıl uygulamalı Kürtçe eğitimi sonunda Kürtçe Öğretmenliği diploması aldım. Bunlar diasporanın artıları. Kürtçe yazmak diasporada kolay ve sorunsuzdur ama aynı durumu haz alma konusunda söyleyemeyeceğim. Bu yüzden bir şeyler kopuk kalıyor.

.

Bîrnebûn 21 yıl evvel bir alan açtı ve Orta Anadolu yazılı Kürt edebiyatında çok sayıda ürün ortaya çıktı. Bu anlamda akademik çalışmalar yapıldı, şiir ve öykü kitapları, romanlar yayımlanmaya başlandı. Orta Anadolu yazılı Kürt edebiyatı için neler diyebilirsiniz?

Bîrnebûn dergisi ile buna alan açıldığını hep duyarız. Buna vesile olmuşsak bu, bizim için çok büyük bir mutluluk. Sözlü kaynaklarımızı yazıya geçirerek bir arşiv oluşturduğumuzu belirteyim, hatta Bîrnebûn, ansiklopedik bir çalışma oldu. Bundan sonra da Orta Anadolu’da Kürtçe eserler yayımlanmaya devam edecek. Bölgemiz bu konuda aç, yaşamın her alanında diğer dillerde olduğu gibi bizde de çalışmalar olmalıdır düşüncesindeyim.

Bîrnebûn dışında, çalışmaları yayınlanmış arkadaşlar da var. Nuh Ateş, Şoreş Reşî, Mistoyê Heco, Mustafa Kızılkaya, Mem Xelikan, Xizan Şîlan, Kadir Çelik, Reben Celikan, Hesenê Alê bunlardan bazıları. Öte yandan çeşitli medya organlarında yayınlanan farklı çalışmalar söz konusu, belgesel çalışmaları yapılıyor. Halen gün yüzüne çıkarılmamış, yazılmamış birçok şey var. Yüz yıldır yazılı hale gelmemiş farklı konulardaki sözlü kaynakların yazıya aktarılması gerekiyor. Çünkü asimilasyona direnmenin başka yolu yok.

Bundan sonraki çalışmaların hakkında ipucu verebilir misin?

Hali hazırda Bîrnebûn çıkarılmaya devam ediyor, bu devam edecek. Kürt edebiyatı ile yakından bir bağım var, düşündüğüm çalışmaları da ileriki zamanlarda hayata geçireceğim. Bunlar için biraz zamana ihtiyacım olacak. Uzun zamandır arşiv çalışması yaptığım bir konu var, ona el atabilir miyim şuan için bilmiyorum. Ayrıca köylülerim benden tarih ve ailelerin geçmişinin araştırılması konusunda bir çalışma istiyor. Bunu önümüzdeki yaz şekillendireceğim.