Jineoloji dergi editörü Rojda Yıldız: Kürt kadınlarından cesaret alan bir dergiyiz

Rojda Yıldız ile Jineoloji dergiyi konuştuk. Yıldız, "Çabuk tüketilebilir olmayan, sansüre takılmayan alanlar yaratmanın, bunlar üzerinden tartışma platformları yaratmanın önemli olduğunu düşünüyoruz" dedi.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Kadın ve yaşam bilimi anlamına gelen jineoloji, günümüz erkek tahakkümüne ve sosyal ve siyasal sisteme karşı bir eleştiri anlamı taşıyor. Bir süredir yayın hayatına devam eden Jineoloji dergisi, kadının varoluşuna, erkek sömürüsüne, şiddetine ve yok etmesine güncel ve pratik bağlamıyla odaklanıyor, somut duruma dair somut tahliller yapıyor.

Kadın sorununun, gazetelerin üçüncü sayfalarının tekelinden sıyrılıp, bir kurban olarak nitelenmesinin ve “vah vah”lamaların ötesine taşıyarak, yaşamla olan ilişkisine odaklanan dergi, “pozitivist bilimlerden tutalım da dine kadar kadını öteleyen, görünmez kılan, değersizleştiren ve en nihayetinde sömürgeleştiren bilgi yapılanmasına karşı kadının özgürlük temelinde kendini yeniden var etmesi” meselesine odaklanıyor. Dergi editörlerinden Rojda Yıldız ile konuştuk.

Rojda Yıldız

İlk olarak, bilimi, kültürü ya da doğayı konu edinen herhangi bir yazı kaleme alan bir yazar, derginize nasıl ulaşıyor?

Mail adreslerimiz sosyal medya hesaplarımızda ve dergimizin sitesinde mevcut. [email protected] adresinden veya mektup ile ulaşabiliyor yazarlarımız. Dergi editörleri de doğrudan dosya konusuyla ilgilenebileceğini düşündüğü kadınlara ulaşabiliyor.

Jineoloji Dergi, varoluş ve biçimleniş durumunu hangi felsefi temel üzerine şekillendirir? Düşünsel sürecinizin altyapısını hangi sözlerle anlatırsınız?

Varoluşumuzu kadın-yaşam-özgürlük bağı temelinde şekillendiriyoruz. Kadının yaşamla olan bağından açığa çıkan bilgisinin özgürleştirici gücünden besleniyoruz. Pozitivist bilimlerden tutalım da dine kadar kadını öteleyen, görünmez kılan, değersizleştiren ve en nihayetinde sömürgeleştiren bilgi yapılanmasına karşı kadının özgürlük temelinde kendini yeniden var etmesinin, yani xwebun olma (kendi olma/ kendinden olma) arayışının bir parçası Jineoloji Dergisi. Başta Mezopotamya/ Ortadoğu coğrafyası olmak üzere küresel olarak kadının tarihsel ve güncel sosyolojik gerçekliğini çözümlemenin, açığa çıkarmanın çok önemli olduğunu biliyoruz.

Buradan yola çıkarak felsefe-din-bilim gibi hegemonik düşünce yöntemlerinin kadın gerçekliğinden yola çıkarak, kadın bakış açısıyla yeniden ele alınması da mutlaka gerekiyor. Tabi bütün bunlar özgürlüğe, eşitliğe ve kolektif irade ve eyleme dayalı bir yaşam nasıl oluşturulabilir sorusundan yola çıkıyor. Ve bu yaşam ancak kadını değersizleştiren, sömürgeleştiren ve kadınla birlikte toplumu değersizleştiren, sömürgeleştiren her türlü yapı, anlayış ve pratik aşıldıkça kurulabilecek. Devrimlerin kadın özgürlük sorununa ertelemeci yaklaşımlarının sonuçlarını hepimiz yaşıyoruz. Kadın özgürleşmeden toplum özgürleşmez şiarından yola çıkıyoruz dolayısıyla. Jineoloji’nin düşünsel sürecine yön veren bu temelde “kadınların özgürlük mücadelesi nasıl başarıya ulaşabilir” sorusudur.

'HER YAZARIMIZ AYNI ZAMANDA EDİTÖRDÜR'

Dergicilikte editör- yazar ilişkisini nasıl yorumlarsınız? İlk kez bir dergiye yazı gönderen bir yazarın editörle ilişkisi, ona bakış açısı ne oluyor?

Editör-yazar ilişkisi neden yazdığınız ve neden dergi çıkardığınız sorularıyla çok ilişkili. Kolektif bir bilme-öğrenme-paylaşma sürecini belli bir amaç doğrultusunda yapıyorsanız editör-yazar ayrımı teknik bir ayrımın ötesine geçmiyor. Her yazarımız aynı zamanda bir editördür bir yerde. Kadınlarla beraber çalışmanın ve ortak bir bilgi alanı kurmanın başlıca avantajını yaşıyoruz bu konuda. Arada hiyerarşik, seçen “editör” seçilen “yazar” gibi dikey bir ilişki ağı kurmuyoruz. Böyle olmaması gerektiğini de düşünüyoruz ayrıca. Bu noktada beraber iş yapma, beraber üretme ve arada herhangi bir yatay olmayan ilişki kurmamaya çalışıyoruz. Ayrıca tek bir editör süzgecinden de bahsedemeyiz. Elbette ki her sayıyla özel olarak ilgilenen ve bunları toparlayan belirli arkadaşlarımız oluyor.

Ayrıca her kadın yazarımız olabiliyor ya da daha deneyimli arkadaşlarımızla beraber editörlük süreçlerini yönlendirebiliyor. Yazar-editör ilişkisinden daha çok yazar-yayın kolektifi (yayın kurulumuzda olan veya söz konusu sayıya destek sunmak isteyen kadın arkadaşlar) ilişkisi öne çıkıyor. Yayın kolektifi ve yazar kimi zaman fikir aşamasından itibaren yazı üzerinde ortak tartışma yürütüyor ve karşılıklı fikir alış verişlerle yazı şekilleniyor. Kimi zaman yazar arkadaşlarımız yazılarının taslak halini gönderip, fikir soruyor. Son aşamada dergiyle iletişime geçen yani yazısını tamamladıktan sonra gönderen yazarlarımızla da yine yayın kolektifi olarak önerilerimizi, yazıya dair duygularımızı, düşüncelerimizi paylaşıyoruz. Dergiyle ilk kez temasa geçen, çok tanımayan kadın arkadaşlar da bu yaklaşımı görür görmez bir rahatlama ve kendini sürecin bir parçası olarak görme güzelliği gelişiyor.

Geçen seneki üretiminiz nasıldı? Ekonomik krizin yaptırımı oldu mu? Krizin sürekliliğinden ve üretiminizin niteliğini etkilediğinden bahsetmek mümkün mü?

Üç ayda bir yayın yapan bir dergiyiz biz. Geçen sene 4 sayımızı çıkarmış olduk. Türkiye’nin şartlarını düşündüğümüzde elbette ki toplumsal sorunların çoğalmasıyla birlikte bizler de ekonomik sıkıntı yaşıyoruz. Ama beraber çalışmanın verdiği bir güç ile bunun yayın periyodumuzu aksatmasına izin vermemeye çalışıyoruz. Keza vermedik de denebilir ve sayılarımızı kendi gündemlerimizle planladığımız yayın takvimine göre çıkarabildik. Bu anlamda ekonomik sıkıntıdan ziyade bu sıkıntıya yol açan toplumsal olayların etkisinin daha çok olduğunu söyleyebiliriz. Toplumda ekonomik krize refleks lüks olarak gördüğü ihtiyaçlarından vazgeçme oluyor. Kültür-sanat faaliyetleri, kitap-dergi gibi ihtiyaçlar lükse giriyor. Bu kitapçıları, yayıncıları ve bizi de etkiledi tabii ki. Ancak daha etkili olan sanırız OHAL ve genel süreçten kaynaklı artan baskı ortamı.

'MATBU OLARAK BİR ŞEYLER OKUMAK GİDEREK AZALIYOR'

Sosyal medyanın okur ile iletişimde dergiciliğe ne gibi katkıları oldu? İnternetin üretim ve tüketim bağlamında edebiyata ve sosyal bilimlere etkisi sizce nedir?

Biz bir edebiyat dergisi değiliz. Toplumsal olarak var olan birçok sosyal bilim alanında kadın odaklı bir çalışma yürütüyoruz. Bu bağlamda tabii ki edebiyat doğal gündemimiz. Öncelikle sosyal medyanın büyük bir etkisi var, bunu herkes kabul eder sanırız. En başta görünürlülüğünüzü sosyal medya üzerinden sağlayabiliyorsunuz ve tanıtımınızı buradan yapabiliyorsunuz. İnsanlar size buradan ulaşabiliyor ve okuyucuyla sürekli etkileşim halinde olmak sizi de besliyor. Talepler, ulaşılabilirlik, ihtiyaçlar okur ve bizler arasında süreklilik getiren bir sürece götürüyor. Açıkçası sosyal medya platformlarını çok etkin kullandığımız söylenemez ama dağıtımcılarımızın ulaşmadığı alanlardan insanların dergiyle iletişime geçmelerinde epey katkısını görüyoruz.

Üretim ve tüketim ilişkileri olarak ele aldığımızda elbette ki internetin bir yandan okuma kültürünü dijitalize ettiği ve matbu olarak bir şeyler okumanın giderek azaldığını görüyoruz. Daha doğrusu bir okuma kültürünün oturmamış olması sadece metinleri değil birçok şeyi çabuk tüketilir hale getiriyor. Hem edebi metinler, hem bilimsel metinler bundan nasibini alıyor. Toplumsal olandan, kişisel olandan değil sanaldan beslenen dünyalar üretiliyor. Fotoğrafın ve videonun çoğu zaman anlık etki yaptığı zihinler ve kalıcı olmayan/olamayan üretimler ortaya çıkarıyor. Buna rağmen kadınların dünyalarını ve görüşlerini aktaran metinlerin bir yandan arttığını da görüyoruz. Kendine daha fazla özgüveni olan, bilgiye çabuk ulaşabilen ve yalnız hissedilmeyen dünyalarda kişisel hikâyeler, toplumsal örüntüler de çok çabuk yayılabiliyor ve kendine yer bulabiliyor. Bu durumun edebiyata yansıması da oluyor haliyle. Belki de yeni bir edebi tür olarak yer edinecek bir dil gelişiyor da diyebiliriz.

İçinde bulunduğumuz yıllar itibariyle portal ve dergi sayısının artması durumunu nasıl yorumlarsınız? 70’li ve 80’li yıllara nazaran, niceliğin ve niteliğin –olumlu ya da olumsuz- değiştiğini söylemek mümkün mü?

Bir artışın olması tabii bir durum. İnsanların kendilerini ifade edebildiği alanlar olarak çıkıyor aslında dergiler. Son zamanlarda sayısı artmış olsa da bu dergilerin okuyucu kitlesinin düzenli takipçileri olan ve karşılıklı görüş alışverişlerinin yapıldığı tartışma platformları çok fazla yok. Birçoğu yaşanan gelişmelerle beraber kapandı ya da kapatıldı. İnsanların alım gücünün azalmasına ve yayın maliyetlerinin artmasına paralel bir düşüşten de bahsedebiliriz. Bahsettiğimiz “öncesine göre olmayan” durumlarını olumsuz olarak değerlendirebiliriz belki de. Ama bir yandan ifade alanlarının artmış olması özellikle kadınlar için çok önemli.

Yaşamın birçok yerinde ifade alanı bulamayan, var olan sesleri kısılmaya çalışılan kadınlar için yazıp çizmek, buradan doğru kendini ifadelendirmek çok önemli. Çabuk tüketilebilir olmayan, sansüre takılmayan alanlar yaratmanın, bunlar üzerinden tartışma platformları yaratmanın önemli olduğunu düşünüyoruz. Yapılan her çalışmanın ayrı kıymet taşıdığını da söylemek gerek. Belki biraz daha modern dünyanın sürekli hafızamızdan çaldığı ve hayatı çok fazla günübirlik kıldığı bu dönemlerde “kalıcı” paylaşımlar yaratmanın peşine düşmeliyiz.

'DOĞA ÇALIŞMALARIMIZIN KALBİNDE'

Doğa, Jineoloji Dergi’de kendine ayrıca bir yer ediniyor. Doğanın, yaşamsal pratiğe dair değerlendirmesini yaparken sizin için bağlayıcı olan etken nedir?

Doğa ayrıca bir yer edinmiyor açıkçası, doğa tam da çalışmalarımızın kalbinde. “Aydınlanma” dönemi ile beraber “modern erkek aklının” ortaya koyduğu araçsal akıl yöntemini eleştiriyoruz. Doğanın sırlarının çözülmesi ve bilinmeyeni “bilinerek” kontrol altına alınmaya çalışılması ve bir özne-nesne ikileminde insanı (insan erkeğini) özne statüsüne koyup kadın-doğa ikilemini hiyerarşik bir düzlemde nesne olarak sömürmeye çalışan düşünce sistemini eleştiriyoruz. Modern diskurlar içerisinde erkek aklının hâkim olduğu ve hala daha olmaya devam ettiği bu sistemi, ikili bir karşıtlık üzerinden okumak mümkün: Erkekler ve diğerleri.

Bu anlamda en başından beri bir fetih nesnesi haline getirilen doğanın aslında keşfedilecek bir bilim nesnesi değil, yaşamımızın bir parçası olduğu hakikatini görmeyen eril değerler bütününü sorguluyoruz. Evlerde besledikleri çiçekleri evin bir üyesi olarak gören kadınların hikâyeleri, otlarla ilaç yapan şifacı (cadı) kadınların hakikatini arıyoruz bir anlamda. Bu anlamda insanın doğayla koparılan bağının günümüz insanın sorunlarının nedenlerinden biri olduğunu görmek gerektiğini düşünüyoruz.

'CESARET AŞILIYORUZ'

Yazın dünyasını biçimsel ve içeriksel olarak şekillendiren ilk ortamın dergiler olduğu düşünüldüğünde, yazarın yazdıklarını matbu bir mecrada ilk olarak dergilerde görmesinin etkisiyle, dergilerin yazara vaat ettiği şeylerden en önemlisinin özgüven olduğunu söylemek mümkün mü? Dergiler, yazara ne vaat eder? Ya da karşıtını da sormak mümkün: Yazar, dergilere ne vaat eder?

Bunun adı bir vaat mi bilinmez fakat karşılıklı gelişen bir ilişkide her iki tarafın da gayelerinin ve düşüncelerinin toplumsal bir alt yapısı olan bir dergiyiz. Yazılanlar elbette ki yazardan bağımsız olamaz, metni var eden ya da matbu haline getiren elbette ki onu kaleme alandır, yazardır. Fakat yazılanların birçoğunun toplumsal bir beslenme alanı var. Bir derdi, değiştirilmek istenen bir dünya var… Bu anlamda belki şunu dile getirebiliriz; kadınlar ve hatta dergiyi hazırlayan bizler de dâhil olmak üzere yazma çizme noktasında toplumsal kodların getirdiği sıkıntılar yaşıyoruz. Güzel olacak mı? Ya beğenilmezse? Ya da konuyu hakkıyla işleyebildim mi vs.

Hep bir “eksik” kalma duygusu bize bu toplumun kötü bir mirası. Fakat yazarlarımızın ve bizlerin hakikati görmek, göstermek gibi bir amacı var. Bu anlamda bizim yazara vaat edebileceğimiz tek şey belki de; kadınların sesi olma yolculuğunda hakikatin bir nebze görünür kılınma mücadelesi olabilir. Erkek egemen sistemin lime lime ettiği özgüvenimizi hep birlikte yeniden kazanmanın çabası içindeyiz aynı zamanda. Bu anlamda birbirimize cesaret de aşılıyoruz sürekli. Düşüncelerimizi kamusal bir alanda paylaşmanın önemini görüyor, kendi tarihimizi yazmanın, mücadelemizin dilini ve estetiğini kurmanın bir parçası olmanın heyecanını taşıyoruz.

Türkiye’de dergi mefhumunun önemli bir gelenek olduğunu söylemek mümkün. Geçmişten bu yana, pek çok yazar bir araya gelerek ortak üretim yapmış, dergiler çıkarmıştır. Kendinizi yakın bulduğunuz bir gelenek oldu mu? 200 sene sonra bugünlerden bahsedildiğinde, üretiminizin hayatla olan ilişkisinin nasıl tanımlanmasını istersiniz?

Kadınların elleriyle ortaya konulan bütün yaratımlar ilham kaynağımızdır aslında. Birçoğumuzun Kürt kadınlar olduğunu varsayarsak Kürt kadın hareketinin ortaya koyduğu yaratımlardan, üretimlerden cesaret alarak ortaya çıkmış bir dergi de denebilir. Bu anlamda feminizm başta olmak üzere dünyanın birçok yerinde ortaya çıkan kadına dair her şeyi mirasımız olarak görüyoruz ve daha da ilerletmeye, genişletmeye çalışıyoruz. Bu topraklara ait kadın bilgilerini ortaya çıkarmak ve Ortadoğu eksenli bir kadın bilgeliğini evrensel damarlarla bütünleştirmek için uğraşıyoruz. Mezopotamya’nın tarihsel anlamını, tarih boyunca burada yaşayarak bu bölgeye anlamını, hakikatini veren kadınların mirasını bulmaya çalışıyoruz.

Bu anlamda dergimiz sadece bir matbu ve fikir değil. Yaşamı yeniden bir kadın odağında ele almak ve pratikleştirmek gibi bir amacımız var. Unutturulmaya çalışılan kadın bilgeliği, kadın üretimi, kadın değerlerini yaşamsallaştırmak istiyoruz. Üretimimiz bu anlamda hayatın tam içinde, ortasında olsun istiyoruz; oluyor da. Jineoloji kelime anlamı ile kadın-yaşam bilimi demek. Tam da bilimin yaşamsallaşmış hali olan ve toplumun dayanağı olan bir bilgi anlayışı ile yönetmek istiyoruz hayatı. Hayatın kendisi jin/kadın ise Jineoloji hayatın ta kendisi olsun istiyoruz.