Zabel Yesayan’ın Meliha Nuri Hanım’ında ötekilik halleri

Meliha Nuri Hanım Kurtuluş mücadelesine ve bu mücadelede bir biçimiyle yer almış ‘Türk kadınına’ azınlıklar açısından bakan, kadınlar arasında feminist bir çatı altında kimi yakınlıklar kurulsa da iş milliyetçiliğe ve etnisiteye geldiğinde azınlık, ötekilik gibi kavramları eril zihnin dünya görüşüne yakın bir biçimde kuran kadınlık hallerinin bir sorgulamasıdır da aynı zamanda. Zabel Yesayan’ın bu novellasını Kurtuluş yıllarına adanmış kadın edebiyatına dair kimi eserlerin bir yeniden-yazımı olarak okumak da mümkündür.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - İster kurmaca ister kurmaca-dışı olsun yazma edimi ile kendini kadın toplumsal cinsiyetinin bir mensubu olarak bulma/görme/algılama/deneyimleme ve bu konumu sorunsallaştırma arasında bir biçimde bağ kurmuş; bir diğer ifadeyle diğer motivasyonlarının yanı sıra yazma deneyimi ile kadınlık deneyimi arasındaki ilişkiden hareketle de kalem oynatmış ‘kadın’ yazar, toplumsal cinsiyeti üzerine düşünme gayretine girdiğinde hem erkek egemen bir toplumda kadın olmanın fiilen belirlediği ötekilik ile mücadeleye girmiş olur hem de içinde yaşadığı topluma içkin ötekilik tek başına yetmezmiş gibi sorgulanması hiç de makbul sayılmayan bir alanı aşındırma niyetiyle bir kez daha ötekileştirilir: O mevcut düzeni galebe çalmak isteyendir, durduk yere huzursuzluk yaratandır, sakin suları bulandıran, bir anlamıyla ‘aranan’dır da artık.

HEM KADIN, HEM FEMİNİST HEM DE ŞAHİT... 

Zabel Yesayan gibi feminist kimliğini açıkça ortaya koyan azınlık kadın yazarlarıysa bu iki başlı ötekilik hali yetmezmiş gibi bir diğer ötekileştirme ile de mücadele etmek zorunda kalırlar. Yesayan hem kadın, hem feminist hem de yaşadığı dönemde şahitlik ettiği Ermeni yıkımı karşısında sessiz kalmamış bir azınlık mensubudur: Kadındır, feministtir ve Ermeni’dir. Zabel Yesayan’ın kurmaca ve kurmaca-dışı yazınsal deneyiminde kadınlık, feminizm ve azınlık kimlikleri dönem dönem biri diğerine baskın çıksa da yazarın dünyaya bakışındaki belirleyici rolü her vakit bir arada oynamışlardır. Ancak yine de ifade etmek gerekir ki feminist bakış açısına sahip kadın yazarların büyük bir kısmı gibi Zabel Yesayan da yazınında makro tarihin biçimlenişinde belirleyici role sahip olaylara öncelik tanımak ile kadın toplumsal cinsiyetinin erkekegemen ve eril dünya kurulumunda konumlanışına dair onlarca meseleye eğilmek arasındaki gerilimli ilişkide bir denge kurmaya çalışırken zorlanmıştır.

Birinci Dalga Feminizmin yükselişi dünya genelinde siyasi coğrafyanın yeniden biçimlenişine ve bu konjonktür değişikliğinin beraberinde getirdiği türlü savaş ve yıkıma şahitlik ettiği ölçüde hem erkek egemen algının yarattığı türlü yıkımı sorgulamak zorunda kalmış hem de bir yandan kadın toplumsal cinsiyetine içkin meseleleri tartışmaya devam ederken diğer yandan da zaman zaman ‘kadın meselesi’ni tartışmayı, bu alanda mücadele vermeyi bir süreliğine bir kenara bırakıp halihazırda gözleri önünde gerçekleşen yıkıma çare olma yoluna gitmiştir. Aynı durum İkinci Dalga Feminizm için de geçerlidir. Bölgesel ve/veya Dünya Savaşları kadın hareketinin kendi meselelerine odaklanmasında kimi vakit yavaşlamaya neden olmuşsa da kadın toplumsal cinsiyetine yönelik ötekileştirme pratiklerinin azınlıkların ya da marjinal tanımı altında değerlendirilen diğer varoluş kiplerinin ötekileştirilmesine yönelik pratikler ile birçok kesişim noktasının bulunması, kadın hareketinin gelişim sürecinde, ötekilik kavramı üzerine düşüncelerinin olgunlaşmasında önemli bir yere sahiptir.

YESAYAN ÜZERİNDEKİ DERİN İZLER

Yıkıntılar Arasında, Zabel Yesayan, çev: Kayuş Çalıkman Gavrilof, 320 syf., Aras Yayıncılık, 2015.

Zabel Yesayan’ın 1909 senesinde Adana ve çevresinde meydana gelen Ermeni yıkımını gözlemlemek amacı ile gerçekleştirdiği yolculuk, katliamın bölgedeki Ermeni nüfus için ne anlama geldiğine ve sonuçlarına birinci elden tanıklık etmiş olmak ve katliamdan geriye kalan Ermeni nüfusa yardım eli uzatmak söz konusu olduğunda hissedilen derin çaresizlik yazar üzerinde derin izler bırakmış, söz konusu etki onun Yıkıntılar Arasında isimli, gözlemlerine dayalı eserini kaleme almasında önemli bir rol oynamıştır. Öncesinde İstanbul’da çeşitli dergilerde kalem oynatan Yesayan, Adana, Kilis ve Mersin civarında birinci elden tanıklık ettiği yıkım karşısında feminist kimliğini bütünüyle bir tarafa bırakmamak ile birlikte soydaşlarının yaşadıklarına dair kayıt tutma, ‘olanları’ tarihe not düşme zorunluluğunu hissetmekle kalmamış, buradaki şahitlikleri onun bu deneyimden sonra giderek olgunlaşan siyasi duruşunun biçimlenişini de derinden etkilemiştir. Bu belirleyici ânın sonrasında da Yesayan’ın edebiyatında kadınlık halleri ve erkekegemen bir toplum düzeninde kadın olmak onun belirgin temalarından olmayı sürdürecektir; ancak o makro tarihe dair olaylar ile kadınlık hallerinin mikro tarihini bir potada eritecek, bu iki olguyu bir arada düşünmenin, çift yönlü bir sorgulamayı mümkün kılmanın yollarını arayacaktır.

TOPLUMCU GERÇEKÇİ BAKIŞ AÇISI VE KADINLIK

Yesayan’ın Meliha Nuri Hanım isimli novellası da böyle bir bakış açısının ürünüdür diyebiliriz. Mehmet Fatih Uslu’nun söz konusu novellaya yazdığı “Çanakkale’de Bir Ermeni Hekim ve Meliha Nuri Hanım” isimli sonsözde de ifade ettiği üzere, Yesayan’ın bu eserine, yazarın bütünüyle toplumcu gerçekçi bir çizgiye geçtiği son dönemi ile kadınlık hallerine vurgu yaptığı, döngüsel anlatı tekniklerini kullanmayı tercih ettiği erken dönemleri arasında yazılmış bir geçiş dönemi eseri olarak görebiliriz. Bu eserde Yesayan olay örgüsünün mekânı olarak savaşın etkilerinin dolaysızca deneyimlendiği bir hastaneyi seçmiş, makro politikanın mikro dünyalarda ne anlama geldiğini birkaç katmanda anlatma yoluna gitmiştir.

Eserin ana kahramanı Meliha Nuri Hanım yüksek sınıftan bir Türk hanımefendisidir. Savaş nedeniyle bir hastanede çalışmaktadır. Meliha Hanım’ın hem çocukluk arkadaşı hem de çocukluk evinin bahçıvanının oğlu Remzi de doktor çıkmış, aynı hastanede çalışmaktadır. Adını bir türlü öğrenemediğimiz bir Ermeni doktor da bu hastanede görev yapmaktadır. O, Meliha Nuri Hanım’ın bakış açısından herhangi bir Ermeni; yani düşmandır. Adı, sanı, kim olduğu ya da kendi dünyasında çektiği acıların niteliğinin bir önemi, ağırlığı yoktur. Meliha Nuri Hanım’ın algısında o, ‘Ermeni’ adı altında homojenleşen bir ötekinin, bir düşmanın temsilcilerinden bir tanesidir sadece.

Gerçekten de eser boyunca Ermeni doktor ve Meliha Nuri Hanım arasında tek bir insani diyalog gerçekleşmez. Bir arada çalışmak zorunda kaldıklarında ise söz konusu olan gerilimli bir ilişkidir. Doktor Remzi ise Kayserili olduğunu öğrendiğimiz Ermeni doktorun da birçok kayıp yaşadığının, böylesi bir yıkımda bir kazanandan söz edilemeyeceğinin; aksine bu vahşette söz konusu olan tek gerçekliğin herkes için kaybetmenin farklı dereceleri olduğunun farkındadır. Doktor Remzi, Ermeni meslektaşına destek olmak, onun acılarını paylaşmak için çaba sarf etmektedir. Meliha Nuri Hanım’ın doktora karşı düşmanca duygular beslemesi, onu bütünüyle öteki olarak kurması, bu bakış açısının kısıtlamalarıyla hareket etmesi ve birkaç yerde Ermeniler ile ilgili düşmanca yorumları benzer gerilimleri Remzi ile de deneyimlemesine neden olur. Böyle anlardan bir tanesinin ardından yaşanan yüzleşmede Remzi, Meliha Hanım’a bir vakitler ona aşık olduğunu itiraf eder. Öyle ki aralarındaki sınıf farkı nedeniyle aşkını itiraf edememiş ve Meliha Hanım’ın o vakit nişanlısı olan Subay Celaleddin tarafından da ‘itin eniği’ tabiriyle aşağılanmıştır. İlk bakışta mikro tarihe dair bir deneyim olarak beliren bu olay Remzi’nin sınıfsal oluşumları sorgulamasında, her türlü ötekilik haline karşı sağduyu ile yaklaşmasında ve zulmedilenlerin yanında yer almasında önemli bir rol oynamıştır.

Bir anlamda Meliha Hanım’a duyduğu aşk ve bunun sonucunda onun nişanlısı tarafından hor görülerek aşağılanması Doktor Remzi’de dönüştürücü bir güç olarak belirmiştir. Meliha Hanım ise halen onu terk eden Celaleddin’e hem özlem hem de nefret beslemekle meşguldür. Meliha aşk, evlilik, kadın-erkek ilişkileri gibi konularda kendi sınıfının anlayışını benimsemiş ve içselleştirmiştir. Hastanede karşı karşıya kaldığı türlü deneyimin bu genç kadında dönüştürücü bir etki bırakıp bırakmayacağını ise yazar, okurun yorumuna bırakacaktır.

FRAGMANLAR HALİNE İŞLENEN ANLATIM

Meliha Nuri Hanım, Zabel Yesayan, çev: Mehmet Fatih Uslu, s8 syf., Aras Yayıncılık, 2016.

Zabel Yesayan novellayı fragmanlar halinde kurar. Bu anlatı tekniği Meliha Nuri Hanım’ın yaşadığı iç çelişkileri yansıtmakta ve genç kadının kendi düşüncelerinin izini sürmekteki başarısızlığını ortaya koymakta etkin bir yöntemdir. Hakikaten Meliha Nuri Hanım’ın kafası son derece karışıktır. Bir yandan hastanede deneyimlediği yıkıma dair onca olay ve şahitlik onu derinden sarsmakta diğer yandan ise hem Celaleddin’in onu terk etmiş olmasının acısını çekmekte hem de bu karmaşık zihin durumunun izin verdiği ölçüde Remzi ile yeniden karşılaşması sonucunda çocukluk anılarına dalmakta, bu esnada da Remzi ve kendisi için bir geleceğin mümkün olup olmadığını belli belirsiz de olsa sorgulamaktadır. Böylesi bir kafa karışıklığını, böylesi yaşamsal bir tökezlemeyi yansıtmakta fragman kullanımı yerinde bir seçimdir. Benzer biçimde bu fragmanların günlüğü andırır niteliği Meliha Hanım’ın iç dünyasına girdiğimize ikna olmamızı sağlamaktadır.

Bununla bağlantılı olarak diyebiliriz ki Yesayan’ın novellasını bu kadar güçlü kılan bir diğer unsur da her ne kadar Meliha Nuri Hanım’ın günlüğünden fragmanlar okuduğumuzu düşünsek de okur olarak onun psişesi ile özdeşleşmeyiz. Yesayan, Meliha Nuri Hanım’a acımamıza, onun iç dünyası ile özdeşleşmemize Doktor Remzi’nin sesi aracılığıyla mani olur. Öyle ki Meliha Hanım’ın kendisi de doktorun cümlelerinde bir doğruluk payı olduğunu bilmektedir; buna rağmen kendine hakim olamaz. Benzer biçimde Doktor Remzi karakterinin bir diğer ‘ötekilik hali’ olarak kurulmuş olması, doktorun gençliğinde Meliha Hanım’ın nişanlısı tarafından aşağılanması ve hastanedeki süreçte de Ermeni doktorun acısını paylaşarak, dert ortağı olarak gösterdiği insanlık onu Meliha Hanım üzerinde tahakküm kurmaya çalışan eril ve baskıcı bir zihin olmaktan kurtarır. Doktor Remzi erkek kimliğinden ziyade ötekiliği deneyimlemiş ve deneyimlemekte olan bir karakter olarak çıkar karşımıza.

Zabel Yesayan; Meliha Nuri Hanım’ın içselleştirdiği eril aklı yansıtmakta da oldukça başarılıdır. Meliha Nuri’nin kitaplarla kurduğu ilişki, Batı düşünce sistemini sorgulayışı, Osmanlı’nın bu yeni episteme ile kurduğu sağlıksız ilişkiyi algılama biçimi her ne kadar kimi yerinde sorulara yönelmesine neden olsa da bunları yanıtlama yönünde bir çaba sarf etmez. Öfkesi baştan savma ve temelsiz kalır. Meliha Hanım akıl yürütmekten, bu değişimin içinde kendi yer ve konumunu sorgulamaktan ziyade öfkesini kusmaktadır. Duyduğu tepkinin kaynaklarını araştıramayacak kadar kafası karışmıştır.

Makro toplumsal yapıda kimi terslikler olduğunun bilincinde olsa da tüm bu çekişme ve yıkımın kendi mikro tarihiyle, geldiği sınıfla, içselleştirdiği eril söylemin beraberinde getirdiği sorunlar ile bağlantısını sorgulamaz. Öyle ki kendisini yarı yolda bırakıp gitmiş, eril bir dünya algısının birçok özelliğini kendinde topladığına dair türlü ipucunu yazarın bize sunduğu Celaleddin’i özlem ile anarken hemen yanıbaşındaki doktoru salt Ermeni olduğu için tanıma gayretine girmekten bile imtina eder.

Meliha Nuri Hanım Kurtuluş mücadelesine ve bu mücadelede bir biçimiyle yer almış ‘Türk kadınına’ azınlıklar açısından bakan, kadınlar arasında feminist bir çatı altında kimi yakınlıklar kurulsa da iş milliyetçiliğe ve etnisiteye geldiğinde azınlık, ötekilik gibi kavramları eril zihnin dünya görüşüne yakın bir biçimde kuran kadınlık hallerinin bir sorgulamasıdır da aynı zamanda. Zabel Yesayan’ın bu novellasını Kurtuluş yıllarına adanmış kadın edebiyatına dair kimi eserlerin bir yeniden-yazımı olarak okumak da mümkündür. Bu anlamda Yesayan, resmi tarihin türlü söylem aracılığıyla meşru kılmaya çabaladığı merkezi bakış açısını aşındırır nitelikte bir eser kaleme almış olmasıyla okura yeni bir deneyim alanı açmaktadır.