Şiirce konuşan şairler
Uzaktan Uzağa, Gültekin Emre ve Sina Akyol’un ortak imzasıyla okuyucuyla buluştu. Mayıs Yayınları'ndan çıkan ve matbaa sıcaklığı henüz soğumamış kitap, birçok açıdan şiir okurunun olduğu kadar geniş anlamda “okurlar”ın da ilgisini çekecek, merakını uyandıracak nitelikte…
DUVAR - Altmışlı yıllar, modern Türkçe şiirde İkinci Yeni’nin yarattığı fırtınanın artçı dalgaları gibidir bir bakıma. İkinci Yeni’ye karşı çıkanlar bile İkinci Yeni’nin dilini kullanır büyük ölçüde. Ancak altmışlı yıllardan sonra seksenden önce, hayatın şiirin önüne geçtiği ve özellikle genç şairleri geciktirdiği bir dönemi var modern Türkçe şiirin… Yetmişli yıllar acıyla, yasla ketlenen gençlerin, su için taşı sıkmak zorunda kalanlar gibi zulmün taşlaştırdığı günleri sıkarcasına şiiri oluşturacak dili aradığı bir dönemdir. Yetmişli yıllar, özellikle gençler açısından şiirde var olup gelişmek deyim yerindeyse pek mümkün olmamıştır. Bu dönemde şiire başlamasına karşın şiire devam eden genç şairlerin büyük çoğunluğu gelişimini seksenden sonra gerçekleştirmiştir. Hem de öyle gelişmişlerdir ki… Günümüz şiirinin ustaları diyebileceğimiz şairler olmuşlardır. 1950 doğumlu Sina Akyol ve 1951 doğumlu Gültekin Emre de o isimlerden…
Bu kazanılmış ustalık ve şiirin birikimi içerisinde “önemli” görülmenin arkasında elbette onlarca kitap var. Öncelikle şiir okurlarının hatırasında, hafızasında yer etmiş şiirler, dizeler var. Son alarak Gültekin Emre ve Sina Akyol’un ortak imzasıyla bir kitap buluştu okurla… Mayıs Yayınları'ndan çıkan ve matbaa sıcaklığı henüz soğumamış “Uzaktan Uzağa” adını taşıyan kitap, birçok açıdan şiir okurunun olduğu kadar geniş anlamda “okurlar”ın da ilgisini çekecek, merakını uyandıracak nitelikte… Önce, “Uzaktan Uzağa”nın neden ilginç olduğu kadar merak uyandıracak ve ilgiye değer bir kitap olduğunu Gültekin Emre ve Sina Akyol’un kitapla ilgili ifadelerini paylaşarak açıklamaya çalışalım.
Kitabın arka kapağında yer alan sunuda Sina Akyol şöyle diyor: “Ben mi, Gültekin Emre’den aldığım el ile yazdım.. Gültekin mi, benden aldığı el ile yazdı bu kitabı. Yani ne Gültekin ne de ben, tümüyle kendimize ait bir kitaba soyunmadık; tersine, elbette kendimize ve fakat daha da önemlisi birbirimize ait bir kitabı giyindik.” Gültekin Emre de şu sözlerle dile getiriyor girişimin amacını ve şiirlerin yazılış sürecini: “Bu tür ortak deneyler hep ilgimi çekti, besleyici bulduğumdan. Aslında şiiri şiirle geliştirmekti bizim yaptığımız. Belki de imgeleri güreştirmek, üstünlük taslamadan; yenen ve yenilen olmadan.
Gerçekten de “Uzaktan Uzağa” gidip geldi şiirlerimiz. Berlin’den Urla’ya, Urla’dan Berlin’e. Sina ne yazacak beklentisinin merakını hep sevdim. Coşkuya dönüşen duygu benim şiirlerimi tetikledi. Hem Sina’nın şiirinden beslendim hem de kendi şiirimi düze çıkardım.” Her iki şairin kitabı okura sundukları arka kapak yazısının altında yayınevinin de bir açıklaması yer alıyor. O sunuda da şunlar dile getiriliyor: “Bu kitap, iki şairin kendi şiirlerinin dışına çıkarak alışılmadık, farklı bir denemenin elinden tutma çabası. Birbirlerini sevmenin, birbirlerine güvenmenin ötesinde, gösterdikleri tevazuun kıymetli bir yansıması.” İyi arka kapak yazıları aslında okura kitapla ilgili ipucu sunma amacına yöneliktir. İyi bir arka kapak yazısı, örneğin tecimsel kaygıdan uzaksa, pazarın tutsağı, reklamın oyuncağı olmamışsa, yapıta ilişkin samimi ifadeler içerir. Bu tür yazılar okuru kitaba götüren yol göstericiler olur.
“Uzaktan Uzağa”nın arka kapağında dile getirilen açıklamaların tümü de gerçekten okura yol gösterici nitelikte. Sunuşlarda da belirtildiği üzere kitap, kilometrelerce uzakta yaşayan iki şairin bulundukları şehirlerden birbirlerine yazıp ilettikleri şiirlerin gidip gelmesiyle oluşmuş. Kitap aynı zamanda bir “proje”. Şiir için “proje” itici bir terim, sevimsiz bir deyim olsa da “Uzaktan Uzağa” içerdiği şiirlerle “ne güzel bir ortak çalışma” dedirtebiliyor
İMRENİLECEK BİR MODEL
Bu yönüyle Emre ve Akyol’un, bu iki usta şairin deneyimi şiir için imrenilecek bir model de oluşturuyor. İki şair ortak çalışmışlar, ama özenle “Emre Akyol” adıyla başka bir şair yaratmaktan da kaçınmışlar. Hatta başka şairler tarafından da şiir için örnek alınıp çoğaltılabilecek zengin bir kaynak olmuş onların ortak çalışması. “Uzaktan Uzağa” şairlerin birbirleriyle şiirce konuşmalarının, hem şiire hem de dile ne büyük bir katkısı olabileceğine ilişkin bir başvuru kitabı olarak da gösterilebilir. “Uzaktan Uzağa” özel olarak şiir okuruna olduğu kadar genel anlamda okura da açık bir kitap. Sunular bunu da ifade ediyor aslında. Peki o zaman şu soruya yanıt arayalım. İki şairin şiirce konuşmalarından oluşan “Uzaktan Uzağa” nasıl bir şiir kitabıdır? Bir hamlede bu soruyu sormayı, ona yanıt aramayı kışkırtan ve karşılığını bulmaya mecbur eden bir kitap denebilir. Ama dahası var. Bir şiir kitabı hakkında görüş, düşünce dile getiren sözün dayanağı her şeyden önce şiir olmalıdır. Ben de bundan daha geçerli ve doğru bir seçenek bilmediğimden “Uzaktan Uzağa”nın nasıl bir kitap olduğunu şiirlere bakarak söylemeye çalışacağım. Örneğin Gültekin Emre’nin yirminci sayfadaki şiirinin şu dizelerine:
Sesin sarmaşık gülüellerin, evet
ellerin dalgaların
teri
Karşı sayfadaki şiirinde iki dostun birbirine özlemini dile getirdiği dizelerle karşılık veriyor Sina Akyol:
Sahi, çok özledimçay içmeyi seninle
“Dil şairin en büyük seçmesidir. Dili seçerken şiirini de seçer şair” diyor Cemal Süreya. Şiir dili dil içinde bir dildir. Şiir bunu sağladığında şiir olur. Yani şiir dilini oluşturamamış bir şiir şiir değildir. Gültekin Emre de, Sina Akyol da şiirlerini dil içinde dil yani şiir dilini hem de kendi biçim ve biçemlerini oluşturarak yürütmüş, geliştirmiş şairlerdir. Onların bugüne kadarki şiir birikimleri şiirin dil içinde dil olduğunu bilmekle kalmayıp adeta kanıtlamak için didinen iki isim olduklarının da kanıtıdır. “Uzaktan Uzağa” bu yönüyle iki şairin şiir dilinin yansıdığı bir kitap. Ha bazı kırılmalar, sapmalar da yok değil. Önce, kitaptaki sıraya göre, Gültekin Emre’nin şiirini okuyalım:
Bir merdiven vardı güneşin indiğikara bir karanlık penceresiz, pençesiz
yok bu yol gidilmez
haydı binelim arabaya…
Şimdi de Sina Akyol’un karşılığına bakalım:
"Otomobil uçar giderÖmrüm gibi geçer gider
Ben talihin peşindeyim
Talih benden kaçar gider.
Yar.. yar..
Yar.. yar..
Güzel yolcu
Güle güle”
...diye söyledim şarkıyı
Gidilmez yolda."
Bazı şairlerin şiirleri “açık” oluyor. Açıklık, özellikle dili ve iletisiyle çağrışım zengini, çağrışım doğurganlığı içermesi anlamında. Bu tür şiirler okuyanın duygusunu, düşüncesini olduğu gibi dilini de şiire kışkırtıyor. Özellikle Sina Akyol’un şiirlerinden aşinayız buna… Ancak bu tür şiirler, bu “açık” şiirler sanılmasın ki kolayca yazılıyor… Kaldı ki kolay yazılan şiir yoktur. Yazılmadan önce kolay söylenen şiir yoktur. Sina Akyol, “şiirin konusu her şeydir” der, ama şiirin masa başında yazıldığını da söyler… Masa başında şiir yazmak aynı zamanda uzun uzun şiir çalışmak demektir. Şiir çalışmak şair için de, şiir için de her şeyden önce işini önemsemenin gereğidir… Şiirin emek işi olduğunu da gösterir. Şiir, hele de modern şiir, “çalışılmadığında” şiir olma yeterliliğini edinemiyor ne yazık ki. Şiir dil işidir, ama aynı zamanda dünyaya sorulmuş bir sorudur. O soruya yanıt arayışıdır. Şiirin anlamı da, önemi de dünyaya hangi soruyu sorduğundadır. Şiir şiir değilse sorusunu da soramaz zaten. İşte kitabın yetmiş ikinci sayfasındaki şiirde Gültekin Emre’nin sorusu:
Ne diyorduk, ha, çocuklarBisikletten ne zaman düşer
Bu da karşı sayfada yer alan Sina Akyol’un, yanıtı değil hayır, soruyu genişleten karşılığı:
Hiç bisikletim olmadı.Hiç çocukluğum olmadı demektir bu.
İnsan yanıldıkça bir parçasını, kalakaldığı noktada bırakır. Ama öğrenir de. Hataları kim unutabilir ki. Şiir tanık olur olup bitene. İki şairin şiirin diliyle “Uzaktan Uzağa” konuşmalarını ister dertleşme olarak okuyun, isterseniz görüş alışverişi, isterseniz şiiri genişletme deneyimi; kitabın ilk sayfasından itibaren okumaya başlar başlamaz şiirin içine yerleşiyorsunuz; şiir de sizin içinize yerleşiyor elbette. Kitaptaki yolculuğunuz şiirin ortasına doğru da gerçekleşebilir, şiirin dibine doğru da dalabilirsiniz. Okurluk performansı beklemiyor gibi görünse de öyle değil. Her olmuş şiirde ve kitapta olduğu gibi “Uzaktan Uzağa”nın da okurdan şiir bilgisi, şiir terbiyesi beklentisi var!.. Okur, örneğin Gültekin Emre’nin doksan ikinci sayfadaki şiirini de ona karşılık gelen Sina Akyol’un dizelerini de ancak şiir bilgisi, şiir görgüsü ve terbiyesiyle duygu, düşünce ve duyarlılığında yerli yerine oturtabilir. Şöyle yazmış Gültekin Emre:
Yol uzun sandımRüyalarıma sımsıkı sarıldım
Sandalım devrilince
Dolunayla göz göze geldim
Bir de baktım
Ömür kısaymış, yol değil
Almış Sina Akyol, bakalım ne söylemiş:
kendimden ibarettim kendime gidiyordumbeni kendim karşılıyordu, seviniyordum
misafirdim, umduğumu buluyor
umduğumu yiyordum
yazdım bunları, insanlar okudu
avcılar geyikler ve tundra
inanmadı.
Tutmuş iki şair kelimelerin, imgelerin, dizelerin elinden… Konuşmuşlar. Birbirlerini alıp götürmüşler. Götürmüşler, getirmişler. Şiirce konuşmuşlar. Konuşurken şiiri de konuşturmuşlar. Şiir de konuşmuş. Gültekin Emre bilmediği bir şey kalıp kalmadığını sormuş:
Hayatımız hep ölümle burun burunaBunu biliyoruz
E, bilmediğimiz ne var peki?
Her soruya yanıt değil, sorunun yelpazesini daha da açarak karşılık veren Sina Akyol yine aynı biçim ve biçemle yuvarlamış sözünü:
Bildiğime sordumbilmediğimi
Dedi:
Sakalın hâlâ kara
Kapkara.
Ak sakalına git,
ona sor
dedi.
Velhasıl iki şair çocukluklarını, anılarını, aşklarını, ayrılıklarını, kavuşmalarını, buluşmalarını, vedalarını, özlemlerini, yaslarını; acıları, hüzünleri, sevinçleri; insanın başına ne gelirse başlarına gelmiş olanları şiire dökmüşler. İç dökmüşler, gün dökmüşler, bir yandan da geride kalan yılların, yaşanmışlıkların hesabını görmüşler. Şiir mi; sahiden şiirmiş. Altında kalmamış. Kitabın önsözünden ve son sözünden anlıyoruz ki şiirler bir yılda yazılmış. Gültekin Emre’nin son sözünden altını çizdiğim şu bölümü aktarmak istiyorum:
“ben sana diyorum ki, ey SinaBu yokuşu çıkayım mı ineyim mi
İnsem de çıksam da
Varacağım yer şiir değil mi”
Ne dersin diye sormuştum ve sen de bana
“Çıktıkça indim..
indikçe çıktım..
Böyle yazılır diye şiir”
Dedin, ey Sina. Sonra şunu da dedin:
İnanmazsan Hulki’ye sor.”
Hulki’yi bulsam da sorsam diyorum ben de sana.
Gelelim kitabın yüzümü buruşturmama neden olan biçimsel ayrıntısına. Kitapta yer alan şiirlerin başlığı olmadığından, sayfa numaraları daha bir önem kazanıyor. Ancak sayfa numaralarının puntosu öyle küçük ki illallah dedirtiyor. Okumak için gerçekten mercek gerekiyor. Bu punto tercihinin sayfa tasarımına ve görsel yönünden bir katkısının olduğunu kabul etmek zor. Son sözüm şu: “Uzaktan Uzağa”, şiir okurunun ihmal etmemesi gereken bir kitap…