Alacakaranlık dergi editörleri: Burada sadece korku var!

Alacakaranlık dergi editörlerinden Beril Köroğlu ve Anıl Koç ile dergicilik meselesini, internet ve sosyal medya üzerinden okuyucu ile etkileşimi ve gelenek meselesini konuştuk. Editörler Koç ve Köroğlu, "Değişen dünyaya uyum sağlayan ve hatta bazen onun parametrelerini belirleyen sinema, aynı şekilde sinema yazarlığını da geliştirdi" dediler.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Tamamen korku sinemasını odağına alarak üretim yapan Alacakaranlık Dergi editörlerinden Beril Köroğlu ve Anıl Koç ile dergicilik meselesini, internet ve sosyal medya üzerinden okuyucu ile etkileşimi ve gelenek meselesini konuştuk. “Korku sinemasının, sinemanın en eski türlerinden biri olması ve günümüze kadar her döneme ayak uydurup, bulunduğu dönemin eleştirisini yaparak güncelliğini koruması; bize yüz yıldan fazla olan bir sinema tarihini de inceleme fırsatı veriyor” sözleriyle üretimlerini açıklayan dergi editörleri, güncel olduklarının ve her daim olacaklarının altını çiziyor.

İlk olarak, korku sinemasının odağında olduğu bir yazı kaleme alan bir yazar, derginize nasıl ulaşıyor?

Sosyal medya kanalları üzerinden bizlere ulaşıyorlar ya da konu hakkında çalışan yazarlara bizler ulaşıyoruz.

Sinema okuması yaparken, uluslararası dergilerle kıyaslandığında, sinemanın hangi öznesini/öznelerini ön plana alıyorsunuz? Sanatı yorumlayış biçiminizi nasıl yorumlarsınız?

Alacakaranlık her şeyden önce sadece korku sinemasını ele alan bir sinema dergisi. Bizi diğer sinema dergilerinden ayıran en temel unsur, tek bir türe yoğunlaşmış olmamız. Korku sinemasını kendi içinde türlere, dönemlere ayırdığımızda ele alabileceğimiz birçok özne oluşuyor. Korku sinemasının, sinemanın en eski türlerinden biri olması ve günümüze kadar her döneme ayak uydurup, bulunduğu dönemin eleştirisini yaparak güncelliğini koruması; bize yüz yıldan fazla olan bir sinema tarihini de inceleme fırsatı veriyor. Aylık bir süreli yayın olduğumuzu göz önüne alarak, sanatı yorumlayış biçimimiz; ne popüler kültürün albenisinde ne de ağır akademik yayın tarzında. Birinci yaşımızı doldurduğumuz bu günlerde Alacakaranlık, popüler kültürün eğlenceli tarafını ve akademik yayınların eğitici taraflarını harmanlayarak, bu türün ilgililerine izledikleri filmleri başka hangi gözlerle algılayabileceklerini göstermeyi amaçlıyor.

Beril Köroğlu

Dergicilikte editör- yazar ilişkisini nasıl yorumlarsınız? İlk kez bir dergiye yazı gönderen bir yazarın editörle ilişkisi, ona bakış açısı ne oluyor?

Editör-yazar ilişkisi, hele de aylık süreli bir yayın yürütüyorsanız bu işin bel kemiklerinden birini oluşturuyor. Çünkü biz, herhangi bir konsept sayı durumu yok ise yazarlara yazmaları için, herhangi bir konu vermiyoruz. Yazarların seçtikleri içerikler, o ay derginin şeklini belirliyor. Bu durum yazarlar için geniş bir çalışma alanı yaratırken, editörler için bazen zorlu olabiliyor. Bu noktada yazar ve editör ilişkisi daha önemli hale geliyor. Yazarlar yazmaya başladıkları sırada onlardan konularını öğrenip, içeriğe göre çizim yapması için sanatçılara yönlendiriyoruz. Ve yazı süresi boyunca iletişimde kalmaya çalışıyoruz.

İlk defa yazı gönderecek birinin editöre daha sık soru sorup, yönlendirme almasını bekliyoruz. Aksi takdirde uzun revize süreçleri olabiliyor.

Üretiminizi bağlayan finansal etkenler nelerdir? Sürekliliğinizi sağlayan finansal motivasyonunuzu nasıl karşılıyorsunuz?

Alacakaranlık bir yayınevi ve kendi içinde kurucu ortaklar sayesinde kuruldu. Kurulduğu andan sonra kendi devamlılığını sağlayan en önemli finansal etken; kendi satış miktarı. Satış rakamlarının yanında sadece bir dergi olarak değil, aynı zamanda kendi etkinliklerimizi organize eden bir organizatör gibi çalışıyoruz. Düzenlediğimiz konserler, “Koleksiyoner Festivali ve Açık Hava Film Gösterimi” etkinliği, 5 etkinlikten oluşan “Korku Sineması Seminerleri” serisi diğer finansal kaynaklarımızı ve motivasyonumuzu oluşturuyorlar.

'SOSYAL MEDYA TAKİPÇİSİ BAŞARI DEĞİL'

Sosyal medyanın okur ile iletişimde dergiciliğe ne gibi katkıları oldu? İnternetin üretim ve tüketim bağlamında edebiyata etkisi sizce nedir?

Sosyal medya, insanlara ulaşmak adına günümüzde en doğru kanal, bu doğru. Fakat sosyal medyada takipçi sayısı ile belirlenen “başarı”, kesinlikle ne okuyucu sayınızı yansıtıyor ne de derginizin başarısını. Büyük dergilerin on binlerce takipçileri olduğunu görüyoruz, bu insanların hepsi hayatlarında bir kere bu dergilerin bir sayısını alsa, Türkiye’de dergi satış rakamlarıyla ilgili başka parametreleri konuşuyor oluruz. Bu yüzden dergi olarak sosyal medyayı kendimiz hakkında bilgilerle güncel tutuyoruz ama kendi başarımızı bununla ölçmüyoruz.

İnternet yaygınlaşmaya ve yazınsal her şeyi içinde barındırmaya başladığı an (özellikle e-book formatının yaygınlaşması), herkes kitap ve dergiciliğin biteceğini düşünüyordu. Ve nitekim birkaç yıl için bu böyle oldu diyebiliriz. Ama sonrasında okuyucu tekrar eline alıp, organik bir temas kurduğu dergilere ve kitaplara geri döndü. Peki bu geri dönüş süreci nasıl oldu? Öncelikle internette yığma bir bilgiye maruz kalan okuyucu önce bunların hepsini aldı; doğrusuyla yanlışıyla. Sonrasında değişen medya algısı, insanlara online gördükleri şeylere “acaba” sorusu sordurmaya başladı. Herkes bunu sorguladı diyemeyiz ama, belli entelektüel kaygısı olan insanlar bu bilgi akışını bildikleri kanallardan almaya geri döndü diyebiliriz. Bu bahsettiklerimizdeki asıl problem, herkesin yazar hale gelmesiyle oluştu. Klavyede yazabilen herkes, bir fikri olduğu gerekçesiyle ortaya çıktı. Ancak kimse okuduğunu anlamaz ya da anlamaya çalışmaz hale geldi. Sonuç olarak internet, bizce sadece edebiyatın has olan “değerini” arttırdı.

İçinde bulunduğumuz yıllar itibariyle portal ve dergi sayısının artması durumunu nasıl yorumlarsınız? 70’li ve 80’li yıllara nazaran, niceliğin ve niteliğin –olumlu ya da olumsuz- değiştiğini söylemek mümkün mü?

Özellikle internetin, günümüzdeki kullanım haline varmasıyla birlikte çeşitli portalların artması ve buna bağlı olarak ta dergilerin çoğalması; birbirine bağlı süreçler. Bizler de kendi blog ve sitelerimiz üzerinden, korku sinemasına dair içerik üretmeye başladık. Bu süreç içinde de birbirimizle tanışıp, bu derginin temellerini attık. Günümüzde eski gazete ve dergi yazarları kâh kendini daha özgür ifade edebildiklerini düşündüklerinden kâh mevcut basılı yayında kendilerine yer bulamadıklarından internet üzerinden yazınsal hayatlarına devam etmektedirler. Bugün televizyoncular dahil internetteki gelişen video platformlarına kendilerini eklemlemektedirler. Aynı şekilde bu online mecrada daha fazla var olmak istemeyenler de basılı yayına geri dönmekte. Bizce bu iki farklı platform, birbirini besleyen bir süreç yaşamaktadır.

Olumsuz yönde değiştiğini söylemek mümkündür. Bunun temel nedeni olarak ta; eğitim kalitesinin düşmesi ve toplumsal kültürün yozlaşmasını örnek gösterebiliriz. İnternette bol fotoğraf, az yazı görmeye alışan okuyucular, çoğu derginin içerini belirler hale geldi. “Poster” dergi dediğimiz yarısı görsellerden oluşan dergilerin, niteliği oldukça azalttığını düşünüyoruz.

Anıl Koç

Sinemanın, değişen dünyaya uyum sağlamaya ve yer yer uyumun da ötesinde, değişen toplumun önünde olmasını, dergicilik bağlamında nasıl yorumlarsınız? Dergicilik, teorinin ve pratiğin tam olarak neresinde duruyor?

Sinema dergiciliği bağlamında düşünecek olursak, sinema yazarlığı ve sinema birbirini geliştiren iki olgu. Değişen dünyaya uyum sağlayan ve hatta bazen onun parametrelerini belirleyen sinema, aynı şekilde sinema yazarlığını da geliştirdi. Sinemanın toplumda ve kendi gelişiminde oynadığı rolün, sinema yazarları tarafından dolayısıyla sinema dergileri tarafından takip edilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Sinema dergiciliği bu noktada sinemanın gelişim serüveninin tam sırtında ona bağlı oturuyor.

Yazın dünyasını biçimsel ve içeriksel olarak şekillendiren ilk ortamın dergiler olduğu düşünüldüğünde, yazarın yazdıklarını ilk olarak dergilerde görmesinin etkisiyle, dergilerin yazara vaat ettiği şeylerden en önemlisinin özgüven olduğunu söylemek mümkün mü? Dergiler, yazara ne vaat eder? Ya da karşıtını da sormak mümkün: Yazar, dergilere ne vaat eder?

Evet mümkündür. Yazarın yazma motivasyonun temelinde okunmak vardır, bu noktada dergilerde yazınızın yayınlanması daha fazla kişiye erişmenizin garantisidir. Dergiler yazara, bir oyun alanı vaat eder. Yazarın bu oyun alanında neler yapacağı da derginin içeriğini belirler. Yazar da bu noktada dergiye oyununun dinamiğini ve maçın sonucunu yani çıkan ürünü vaat eder.

Türkiye’de dergi mefhumunun önemli bir gelenek olduğunu söylemek mümkün. Geçmişten bu yana, pek çok yazar bir araya gelerek ortak üretim yapmış, dergiler çıkarmıştır. Kendinizi yakın bulduğunuz bir gelenek oldu mu? 200 sene sonra bugünlerden bahsedildiğinde, üretiminizin hayatla olan ilişkisinin nasıl tanımlanmasını istersiniz?

Alacakaranlık: 1924 yılında André Breton’ın ilk “Sürrelizm Manifestosu” ile yangını ateşlenen sürrealizm ve çevresinde toplaşan sanatçıların çıkarmaya başladıkları dergiler; Littérature, Minotaure, VVV, View gibi. Bu dergilerin konunun ilgililerini bir arada toplayan, fikir üreten ve kendi içinde bir okul görevi gören yapıları vardı. Alacakaranlık fikirsel olarak bu gelenekte olma ülküsündedir. Bu zamana kadar 33 farklı yazarın ve 30 farklı çizerin bir araya gelişini, seminer ve etkinliklerimizde bir araya gelen onca insanı düşündüğümüzde Alacakaranlık’ın birleştirici bir yapısı olduğunu ve farklı fikirsel içeriklerle kendi içinde bir okul olduğunu düşünebiliriz.

Alacakaranlık, varoluşuyla ve içeriği ile zamansız bir yapıya sahiptir. Bu da korku sinemasının başka bir dünya savaşı yüzünden teklemeyeceği takdirde her dönemde var olabileceğinin sonucudur. Hayatla kurduğumuz ilişkiden, 200 yıl sonra bahsedildiğinde tek çıkarım; hala varoluşsal olarak güncel olduğumuz olabilir.