Komplike Dergi Genel Yayın Yönetmeni Güney Güneyan: Bizler özgeçmiş istemiyoruz!

Komplike Dergi Genel Yayın Yönetmeni Güney Güneyan ile dergicilik mefhumu üzerine konuştuk. Güneyan, "Edebiyat artık bir meta oldu. Ve bunu da ne yazık ki her yeni çıkan yayın ile görebiliyoruz" dedi.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Komplike Dergi Genel Yayın Yönetmeni Güney Güneyan ile Türkiye dergiciliğinin objektif sorunlarını, internet yayıncılığını ve dergicilikte gelenek meselesini konuştuk. Kendilerini, “Düşünsel alışverişin, bilginin, yorumun gücünü önemser; böylece düşünce tarzını öğrenilir kılmayı hedeflemekte ve bu çerçevede de gelişmeye, geliştikçe de geliştirmeye önem verir. Aktüel, bilim, ekoloji, felsefe, gezi, kültür, mitoloji, müzik, psikoloji, sağlık sinema, sosyoloji, tarih ve teoloji odaklı yayım yapan alternatif yayın kaynağıdır. Biliyoruz ki; içerisinde yaşadığımız kültürel çevre her birimiz için bir dünya algısı oluşturma ve bilinçlendirme sürecinde birinci derecede etkileyici/belirleyici faktör olmaktadır” sözleriyle tanımlayan dergi ekibi, ayrıştırmaya ve ötekileştirmeye karşı olduklarının da altını çiziyor.

İlk olarak, bilimi, kültürü ya da sanatı konu edinen herhangi bir yazı kaleme alan bir yazar, derginize nasıl ulaşıyor?

Sosyal bilimler veya sanat alanında yetkin ve nitelikli her metne, her yazara, özellikle de genç kuşak temsilcileri periyodik olarak değil, sürekli olarak kapılarımızı açık bırakıyoruz. Çünkü yeni isimleri aramızda görmek bize ayrı bir haz veriyor! Yazar ekibimizde görev alan akademisyenlerden dolayı bize ulaşmaktan kendini alıkoyan yazar adayları var. Fakat böyle bir düşünceye geçit vermiyoruz. İşin mutfağına indiğimizde her bir birey bizim için eşit statüdedir. Bizler yeni isimler kazanmaya ve kazandırmaya çalışıyoruz. Bu oluşum da bu ölçütte kuruldu. Şu an yüz yirmi kişilik bir aileyiz. Giderek de sayımız artıyor. Bu heyecan verici bir durum! Yine de dilediğimiz bazı şartlar var.

Herkesi kucaklamayı istesek de, bunu başaramıyoruz. Bunu daha önceki dönemde başka bir mecrada belirtmiştim, ama düşüncel alışverişi, bilginin, yorumun gücünü önemseyerek düşünce tarzını öğrenilir kılmayı hedeflediğimizi her seferinde yinelemekten dolayı kıvanç duyuyorum. Bu sebep ile internet sitemizde belirtilen şartlar dahilinde direkt olarak editörlerimize ulaşabiliyorlar. Pek uyku ile arası iyi olan bir ekip değiliz. Dolayısı ile de her an, her vakit olabildiğince yazar adayları ile aynı gün ve hatta aynı saat içerisinde dahi etkileşimde olarak, yetkinliğine uygun bir alan yerleştirmesi yapmaya çalışıyoruz.

'BELİRLİ ÜLKÜ VE İDEALLERİMİZ VAR'

Komplike Dergi, varoluş ve biçimleniş durumunu hangi felsefi temel üzerine şekillendirir? Düşünsel sürecinizin altyapısını hangi sözlerle anlatırsınız?

Belirli ülkü ve ideallerimiz var. Bizi okuyan, takipçimiz olan, eriştiğimiz, ulaştığımız her bir bireyi zihinsel bir yolculuğa çıkarmayı amaçlamaktan başka bir şeyi düşünememek gibi… Buna göre hareket etmek ve evrensel insan haklarını savunacak sorumlu yayıncılık örneği göstermek için var gücümüz ile çalışıyoruz. Çünkü biz zor bir şeyi denemeye çalışıyoruz. “Çalışıyoruz” diyorum, çünkü tam anlamı ile “İşte, oldu!” diyemiyoruz. Bunu demek için henüz çok erken. Var olan medya düzeninden, yıllardır süregelen genelgeçer tüm bu yayıncılık anlayışından tiksinmekten başka bir şey yapmak istememden dolayı bu oluşumu kurmayı istedim.

Tüm bu anları da çok uzun yıllar hayal edip, bu hayalimin içerisine benim gibi düşünen insanları dâhil ettim. Çeşitli ideolojilerden, insanlardan ve etnik gruplardan birçok insan ile bu yola çıktık. Karşıt görüşlü birçok kimseyi bir paydada buluşturmak ise ilk amacımızdı. Çünkü eğer ancak böyle yapabilir isek belirgin bir eksiliği gidermiş olacaktık. İnanıyorum ki; bir gün Komplike Medya Grubu’nun bünyesinde farklı alanlarda da üretim olacak. Gelecekte karşıt kutupların ortak bir paydada buluşturmanın ne denli gerekli olduğunu ve bunu başardığımızda ise neler olabileceğini görmüş olacağız. Bu felsefe ile yola çıktık.

Güney Güneyan

'ARADIĞIMIZ TEK ŞEY METNİN YETKİN OLMASI...'

Dergicilikte editör- yazar ilişkisini nasıl yorumlarsınız? İlk kez bir dergiye yazı gönderen bir yazarın editörle ilişkisi, ona bakış açısı ne oluyor?

Daha önce bize hiç ulaşmamış bir yazar/yazar adayı, herkese olduğu gibi eşit bir şekilde karşılanıyor. Yazar adayları bazı durumlardan dolayı o kadar kırgın ki; bizlerin onlara yaklaşımları dolayısı ile memnuniyetlerini dile getiriyorlar. Çünkü yazar adayları yayıncıya ya da temsilcisi, editörüne ulaştığında belirgin bir tedirginlik ve durulma anı yaşıyor ve o zihin muhasebesi sonrası bize yaklaşıyor. Bizler özgeçmiş istemiyoruz! Bizler bize başvuran insanların kim olduğu ile de ilgilenmiyoruz! Gerek editörlerimiz, gerek ise yönetici kadromuz ile aradığımız tek şey metnin yetkinlik düzeyinde veya üstünde olması, yazar adayının ise şeffaf ve idealleri doğrultusunda bizim kapımızı çalmış olması gerekiyor.

Geçen seneki üretiminiz nasıldı? Ekonomik krizin yaptırımı oldu mu? Krizin sürekliliğinden ve üretiminizin niteliğini etkilediğinden bahsetmek mümkün mü?

Açıkçası sıkıntılı bir süreçten geçtik. Komplike’yi zihnimde şablon olarak kurmaya çalıştığımız zamanda dahi geçmiş dönemde faaliyete geçirdiğimiz projelerin maddi yükleri vardı. Halen de var. Fakat o dönemde her şeye rağmen bir ofis kurduk ve o dönemlerden bu güne dek matbu yayın için çalışmalara başladık. “Her şey ne de güzel!” diyemesek de, bu kadar kötü bir dönem geçireceğimizi düşünmüyorduk. Hırsızlık ve pek çok olumsuz olay sonrası bir yılgınlık hali üzerimize çöktü. Bunu işimize yansıtmadık, ama bir şeyler sürekli ertelendi. Şimdi yeniden yapılanmaya çalışıyoruz. Ve bu yıl nihayet sekiz aydır yaptığımız dijital yayını Ağustos ayında matbu olarak da yayın yapmaya başlayarak taçlandıracağız.

Sosyal medyanın okur ile iletişimde dergiciliğe ne gibi katkıları oldu? İnternetin üretim ve tüketim bağlamında edebiyata etkisi sizce nedir?

Üzülerek söylemek isterim ki; edebiyat artık bir meta oldu. Ve bunu da ne yazık ki her yeni çıkan yayın ile görebiliyoruz. Ciddiyetin olmadığı, rant kapısının sonuna kadar aralandığı ve insanların bunu hiç çekinmeden haykırabildiği bir zamandayız. Bahsi geçen tüm bu yayınların varlığının ise uzun vadede sürmeyeceğine hemfikiriz. Ama şahsım adına yine de tiksindiğim anların sayısı oldukça fazla. Edebiyat bir meta değil! Hiçbir zaman da olmadı. Çünkü Ahmed Arif’in gömleği olmadığı için gidemediği randevular var iken, günümüzde “edebiyat” çatısı altında takım elbise giyip, ayakkabılarını cilalatan imtiyaz sahiplerini görmek hoş değil! Tüm bunlar bir kenara, başka bir açıdan bakıldığında da birkaç yıldır basın sektöründe yaşanan değişime hep birlikte şahitlik ettik. Nitekim sosyal medyadaki gelişmeler ile teknoloji kullanımını etkinleştirmeye yönelik sistematik eğitimler verilmeye başlandı. Hatta buna “Yeni Nesil Gazetecilik” demekteyiz. Farkında olmamak imkânsız bir şey! Çünkü küresel dünya şu an dijitalleşiyor.

İçinde bulunduğumuz yıllar itibariyle portal ve dergi sayısının artması durumunu nasıl yorumlarsınız? 70’li ve 80’li yıllara nazaran, niceliğin ve niteliğin –olumlu ya da olumsuz- değiştiğini söylemek mümkün mü?

Arz ve talep ilişkisinin ötesinde bir şey bu! Maddi kazanç güden oluşumlar her sektör ve alanda olduğu gibi, yayıncılık sektöründe de var. Fakat burada durum biraz farklı gibi! Çünkü bugün bir dergiye yazı iletip, ret cevabı alan bir yazar eğer belli bir çevresi var ise direkt bu işe koşuyor. Tabii, belli başlı öncelikler de söz konusu. Bu işe bir dergi açarak başlıyor. Ama işler böyle yürümüyor. Kimsenin bir şey değiştirmek gibi bir kaygısı yok! Var olan bir şeyi geliştirmek de akıllara gelmiyor. Gelse de yeterli olduğunu düşünmüyorum. Her şey bahçeye yılan basana kadar! Sonrasında camlar, pencereler kapanıyor. Ama camı, çerçeveyi pak tutmadıkça, tozlar üfledikçe dağılıyor.

Yazın dünyasının özellikle Gezi Direnişi ile beraber insanların politikleşmesi sonrası, talep görmesinin dergiciliğe olan etkisi nedir sizce? Bu durum üretiminizi nasıl etkiledi?

O dönemde askerlik durumum dolayısı ile doğup, büyüdüğüm şehirden yaklaşık bin altı yüz kilometre ötedeydim. Gördüklerim herkes gibi beni de şaşırtıyordu. Hayret ile izlemek zorunda kaldığım dönemlerden ilki olmasa da, belki de en aklımda kalmış olandı. “O dönem bugünü nasıl şekillendirdi?” diye sorguladığım zamanlar olmadı değil. O günler herkese bilinç kazandırdı. Direkt olarak dergi sektörüne etkisinin olduğunu düşünmesem de, pek tabii bunu söylememin sebebi ülkedeki okuma oranları ile birlikte edindiğimiz referans alınması gerekilen verilerdir. Fakat entelektüel çevrenin bir arada olmasının ve birleşmesinin Gezi günleri ile başladığını düşünmekte haklı olabiliriz. Çünkü o zaman öncesinden de çatlaktan sızan su, kapı eşeğindeydi. Fakat daha büyük bir toplumsal değişim süreci ise tam anlamı ile o dönemde başladı. Her grup artık ideolojik açıdan kendisi gibi düşünen insanların varlığı ile bir arada kalmayı tercih ederek kalabalıklaştı. Ve o dönem sonrasında ise bu kitlelere erişim yolları da yeniden şekillenmiş oldu. Böylece dergiler ile bu kitlelere erişim sağlandı ya da erişilmeye çalışıldı.

Yazın dünyasını biçimsel ve içeriksel olarak şekillendiren ilk ortamın dergiler olduğu düşünüldüğünde, yazarın yazdıklarını ilk olarak dergilerde görmesinin etkisiyle, dergilerin yazara vaat ettiği şeylerden en önemlisinin özgüven olduğunu söylemek mümkün mü? Dergiler, yazara ne vaat eder? Ya da karşıtını da sormak mümkün: Yazar, dergilere ne vaat eder?

Göreceli bir kavram; aslına bakılır ise de biraz da yazar ve doğası gereği ona kodlanan kişiliği ile ilgili. Özgüven bu durum için gayet uygun bir tanım olsa da, özgüvenin getirmiş olduğu bazı iç karartıcı durumlar da mevcut. Yazar, eleştiriler ile gelişebilir. Fakat tam tersi de olabilir. Bu durumda kurulacak bu süzgecin hangi kefeye koyulduğu önemli. Geçmiş deneyimler bize gösteriyor ki; yazar, dergiyi kendini ifade edebileceği bir yaprak olarak görüyor. Evet, gayet haklı! Ama bunun insan psikolojisinde yarattığı tezahürler bambaşka bir boyuta evirilebiliyor da. Nitekim dergilerin, yazarlara elle tutulur, göz ile görülür verebildiği tek şey bir sayfa iken, yazarın bu sayfayı şovenizm aracı olarak kullanıyor olması da tehlikeli olabilir.

Dergiler için bu durum çok karşılaşılan ve oldukça zor bir durum. Yazarlar bu konuda hitap ettiği kitlenin yönlendirilmeye değil, ufuk açmasına ihtiyacı olduğunu bilmeli. Kelimeleri bazen bir balçık olabiliyor. Bazen ise bir su olup bileklerimizden akıp içimizdeki o kiri, pası ve her ne var ise onu da temizleyebiliyor. Eğer yazar bu yazın dünyasına nasıl girmek istiyor ise öyle girebiliyor. Fakat usulca bir hayale yürümek yerine, derin bir uykuya dalma durumu da var. Burada yazar, kendini nerede görmek istiyor ise oraya sürükleyecek adımlar atıyor.

'PROJELER BİREYSELLİK ARAYIŞININ DIŞAVURUMUDUR'

Türkiye’de dergi mefhumunun önemli bir gelenek olduğunu söylemek mümkün. Geçmişten bu yana, pek çok yazar bir araya gelerek ortak üretim yapmış, dergiler çıkarmıştır. Kendinizi yakın bulduğunuz bir gelenek oldu mu? 200 sene sonra bugünlerden bahsedildiğinde, üretiminizin hayatla olan ilişkisinin nasıl tanımlanmasını istersiniz?

Düşünüyorum; ama ne yazık ki ananevi olan her bir şeyden bir müddet uzak olduğumu görüyorum. Zaman geçtikçe de uzaklaştığım olgulara yakınlaştığımı hissediyorum. İçerisine dâhil olduğumuz ve her anına şahitlik ettiğimiz bu yazınsal projeler ise bireysellik arayışının dışavurumudur. Çünkü aidiyet hissetmeyen insanların ne derece savurgan olduğunu biliyor olmalısınız. Bu neden ile yalnızca bir dergi çıkardığımızı söyleyemem. Bizler birer küçük bir kız çocuğu babası kadar tedirgin ve diken üstünde başımızı yastığa koyuyoruz. Günbegün, anbean gözlerimizden önünde büyüyen bir şeyler var. Bizim gibi düşünen bireyleri zihinsel bir yolculuğa davet ederek aslına bakılır ise hayatımızın büyük bir bölümüne hiç tanımadığımız insanlara kucak açarak, yazınsal metnin üretim aşamasının ilk ayağından yayım sürecine dek bu şekilde işleyişine ortak ediyoruz.

Fikirler ve ideolojiler arasında bir köprü oluşturma çabasında olan ve bunun için gerekir ise yüzyıllarca bunu gerçekleştirmek için var gücü ile çalışan tüm ekip arkadaşlarım adına söylemek belirtmek isterim ki; üretimimiz, hayat ile ilişkimizden çok, hayat ile olan kavgamızdan dolayıdır. Nitekim ilk matbu sayımız için çok az bir süre kaldı. Bu ana şahit olmak için gecemizi, gündüzümüze katıyor olmamızın bir sebebi var; hayallerimize uzanacağımız güne dek yolumuzu aydınlatan bu ışığa doğru koşuyor olmak!