Emir Ali Türkmen: Türkiye solu Kemalizm'i desteklerken Kürtler ayrıldı
Dipnot Yayınları Genel Yayın Yönetmeni Emirali Türkmen ile konuştuk. Türkmen, "Kürtler, 70’lerin ikinci yarısından sonra Türkiye solunun bölünme macerasına dahil olup birleşik mücadeleden uzaklaştılar ve kendi örgütlerini kurarak taleplerinin tanınması yolunda mücadelelerine devam ettiler. Bunda Kemalizm’in sadece Türk aydınını etkilemekle kalmayıp, Türkiye sosyalist hareketinin ezici çoğunluğuna da az ya da çok nüfuz ederek onun Kürt sorununa bakışını belirlemesinin payı büyüktür" dedi.
DUVAR - “Dipnot Yayınları, yaşadığımız dünyada toplumsal süreçleri belirleyen eşitsizlikçi-tahakkümcü sistemlerle arasına eleştirel bir mesafe koymayı niyet edinmiş metinleri yayımlamanın yanı sıra, daha eşit, daha adil, daha özgür bir yarının bilgisini bugünden kurmak ve yaşamda karşılıklarını üretmek yolunda çaba harcayan yazar ve okurların buluştuğu bir yayın pratiği olmayı amaçlıyor.” şiarıyla 2000’den beri varolan, siyasi bilimlerden sosyolojiye, antropolojiden polisiye edebiyata, pek çok alanda üretim yapan Dipnot Yayınları’ndan Emir Ali Türkmen ile bu yayınevinden çıkan “Sosyalist Solun Kaynakları” isimli çalışmalarını konuştuk.
Bilindiği gibi Emirali Türkmen, Selahattin Demirtaş’ın ilk öykü kitabı “Seher”in de yayımcısı… “Seher”i hep yazarından, eleştirmenlerden, gazetecilerden ve siyasetçilerden dinledik. Ancak hiç yayımcısı ile bu konu üzerine konuşan olmadı. Cephenin en gerisindeki ismi, Emir Ali Türkmen’i dinliyoruz...
Klasik olarak başlayalım. Emir Ali Türkmen kimdir?
Aslında biz editörler, tıpkı terziler gibi, kendi söküğümüzü dikemeyenlerdeniz. Yayımcılıktaki serüvenim 12 Eylülden sonra, 1987 senesinde diktatörlük sonrası yeniden canlanan bir ortamda başladı. Ağırlıklı olarak üniversitelerden ayrılan hocaların muhiti olan, onların yaptığı çevirilerle yürüyen Ankara’daki Verso Yayınları ilk durağımdı. Bu dönemde yayıncılık faaliyetiyle beraber insan hakları mücadelesinin de içinde olmaya çalıştım. Uzun süre (1987- 2004 yılları arasında) İnsan Hakları Derneği’nde faaliyet yürüttüm, yöneticilik yaptım. Verso’dan sonra ise hayatımda uzunca sayılabilecek bir dönem (16 yıl), İletişim Yayınları’nda çalıştım. Son 13 yıldır bu yolculuğum Dipnot Yayınları’nda devam ediyor.
Dipnot Kitap, siyasetten sosyolojiye, antropolojiden polisiye edebiyata kadar pek çok alanda üretim yapan bir yayınevi olma özelliği taşıyor. Ancak Dipnot’un geniş kitlelerce bilinirliğinin artmasına temel olan sebep Selahattin Demirtaş’ın “Seher” isimli öykü kitabını basması ile oldu. Biz bu süreci hep Demirtaş’tan dinledik. Sizin cephenizden bakınca süreç nasıl ilerledi? Meselenin siyasi yönünden bağımsız olarak söylersek tutsak edilen bir yazar ile yayıncı arasındaki süreç nasıldı?
Dipnot henüz genç bir yayınevi… Böyle söylerken, “genç” olmanın bütün müspet anlamlarını çağırıyorum buraya. Zira farklı dizilerden ürettiğimiz yayın sayısı 300’ü aşmış durumda. Kataloğumuzda siyaset felsefesinin ikonik isimleri, Türkiye’de sosyal teorinin en güzide isimleriyle birlikte kataloğumuzda yer aldılar. Sol hareket içinde de, genel geçer söylemin berisine düşmüş, ana caddenin kenarında gezinen başlıklar ve yazarlar özel olarak ilgi odağımız oldu hep.
Böylesi bir yayıncılık perspektifi açısından Selahattin Demirtaş ve “Seher” bizim için biçilmiş kaftandı adeta. Nitekim sizin de belirttiğiniz üzere, geniş okur kitlelerince tanınırlığımıza büyük katkıları oldu “Seher”in. 2017’nin en çok satan, hakkında en çok yazılan ve konuşulan kitaplarından biriydi.
“Seher”deki öyküler, cezaevinden, Selahattin Bey’in el yazısıyla ve üzerlerindeki “görülmüştür” damgasıyla dışarı çıktılar. Gelen öyküler yayınevindeki teknik hazırlıklardan sonra yeniden yazarına iletildi. Öykülerin cezaeviyle yayınevi arasındaki bu gelgitleri birkaç kez daha tekrar etti. Tabii bu süreçte birçok insanın emeği var ama Başak Hanım’ın ve avukat arkadaşların özel bir yeri olduğunu düşünüyorum. Ama asıl önemlisi, karşınızdaki, Selahattin Demirtaş gibi özenli ve editoryal önerilere açık bir yazar olunca biz editörler açısından kitabı yayıma hazırlamak çok daha keyfli oluyor.
'SOL'UN FARKI DEĞİŞTİREBİLECEĞİNE OLAN İNANÇTIR'
Siz yayıncılığın dışında kitap hazırlayıp, metin üzerine çalışan bir yazarsınız aynı zamanda… Türkiye Solundan Portreler kitabını hazırlarken, isimleri neye göre belirlediniz? Tarihe not düşmek veya arşiv hazırlamak dışında, bir okuyucu olarak benim hissettiğim şey, yazıların genel bir değerlendirme niteliği taşımasıydı. Nasıl bir yol izlediniz?
Solu diğer ideolojilerden farklı kılan vasfı, onun toplumun, tarihin, doğanın, insanın değişebileceğine/değiştirilebileceğine olan inancıdır. Sol, insan doğası diye anılan ve bireyciliği-rekabeti ön plana çıkaran anlayışı kabul etmez, hâlihazırda “olana”/hüküm sürene riayet etmez; bu dünyayı, var olanı değiştirmeyi, kendi kaderini belirleme iradesini hâkim kılmayı, yetenekleriyle ve “imkânlarıyla” birlikte insanın değişimini öngörür, bu uğurda mücadele eder. Bu vasıfları taşıyan bir dünya görüşünün Türkiye’deki serüvenine ışık tutmak bizi bu çalışmayı yapmaya kışkırtan temel nedendir. Sosyalist hareketin Türkiye’deki politik-entelektüel birikiminin solla temas eden veya kadro düzeyinde onu taşımaya meyyal genç kuşak tarafından yeterince bilinmediği göz önünde bulundurulduğunda, eldeki malzemenin kuşaklar arası ortak hafızanın kurulmasına mütevazı bir katkı olacağını düşündük.
Dolayısıyla seçtiğimiz isimler sosyalist hareketin kendine mahsus özellikleri olan kurucu kadrolarından hareketin genel yönelimine ciddi etkileri olan tarihsel kişiler... Nitekim sosyalist soldaki tartışma ve ayrışma başlıkları büyük ölçüde bu isimlere dayanır. Sosyalist soldaki hareketler kökenlerini bunlara iliştirir. Hatta sol hareketler kendi çizgilerini bu kişiliklere atıfla ilan ederler: “Mihriciler”, “Aybarcılar”, “Borancılar”… Ayrıca kitapta sol hareketin yönelimine etkisi bakımından zayıf görünse de özgül ağırlıkları dikkate alınarak böyle bir çalışmada muhakkak içerilmesi gereken isimlere de yer verdik elbette.
Kitapta içerilen metinler açısından şu iki noktanın bu metinleri özel kıldığını düşünüyorum. Birincisi portre yazarlarının bu isimler üzerine sistematik bir çalışma yapmış olmaları, tabiri caizse “mütehassıs” olmaları. İkincisiyse, Türkiye sosyalist hareketinin tarih yazımında görünmez kılınmış tarihsel kişilikleri görünür kılarak solun kendi hafızasıyla eleştirel bir hesaplaşma yaşamasına imkân veriyor olmasıdır. Bu coğrafyada yaşamış ve mücadele etmiş olan Paramazları da “bizim tarihimiz”e içermesidir. Nihayetinde Türkiye sosyalist hareketinin politik ve entelektüel akışının solun değişik siyasi eğilimlerinden simalarını derli toplu bir biçimde çerçevesini çizebildik diye düşünüyorum.
İki ciltten oluşan Türkiye Sosyalist Solu Kitabı ise sizin de belirttiğiniz gibi “Türkiye sosyalist solunun tarihi bu topraklarda, teorik, politik ve entelektüel cesaretin tarihidir” cümlesinin hakkını veren bir araştırmanın ürünü… İlk kitap 1924’ten başlayıp 1974’e kadarki süreyi kapsarken, ikinci kitap 1974’ten 1980’e kadarki süreci ele alıyor. İki dönemin arasındaki farka bakınca, ilk dönemde kahramanların ağır bastığını söylemek mümkünken, ikinci dönemde ayrılarak çoğalan yapılar öne çıkıyor. Sizce Türkiye sosyalist solundaki bu fark neyden kaynaklanıyor?
Türkiye solunun her dem kendine ait bir âlemi, bir “hayatı” olmuştur. Zengin bir fikri geleneğin üzerine oturmuştur. Toplumsal bir meşruiyet büyük bir etki ve kitleselliğe ulaştığı dönemler baz alındığında “tarihsel veri” değeri de yüksektir. Yenilgi dönemlerinde bile kendi kimliğiyle varolduğu bir hayat alanı inşa edebildi. Her zaman bir derdin, bir arayışın peşinde oldu. İğne ile kuyu kazmaktan vazgeçmedi.
Türkiye toplumunun 1960 sonrasında girdiği yeni dönem, genel olarak devlet-toplum ilişkilerini belirleyen iktidar pratiklerinde önemli dönüşümlerin yaşandığı bir dönem oldu. 1970’ler solun kitleselleşerek toplumsal bir meşruiyet kazandığı önemli bir tarihsel uğrak. Doğal olarak bunda dünyadaki anti-emperyalist mücadelelerin başarısının, ezilen ulusların emperyalizmi birçok bölgede geriletmiş olmasının da rolü vardı. Küba’dan Vietnam’a, Angola’dan Mozambik’e, Cezayir’den Filistin’e dünyanın değişik bölgelerindeki devrimci/sol yönelimli mücadeleler Türkiye solu için moral ve esin kaynağı oluyordu.
Bu dönemin ayırt edici yanı ise, bana göre, silahlı mücadelenin hareketin gündemine girmesiyle birlikte devletin cepheden karşıya alınmasıdır. Bu uğrakta hareket kendisini hem bağımsız bir özne olarak topluma önermiş hem de resmi ideolojiyle arasındaki fiziksel mesafeyi açmıştır. Fikrî-teorik tartışmaların programatik arayışlar ekseninde zirve yaptığı bir döneme tekabül eden 60’larda hem eski tüfeklerin hem de sosyalist aydınların ve akademisyenlerin muteber oldukları bir ortam söz konusu. Tek tek grupların kendi açılarından programatik bir netliğe vardıkları ve eyleme geçtikleri 1974 öncesi ve sonrasını iki ayrı dönem olarak kategorize edebiliriz. Aralarında kimi süreklilikler olsa da sosyalist gelenekten filizlenen yapılar artık farklı raylarda yürüyorlardı. Aydınlar ve eski tüfekler bu muteber statülerini kaybettiği her çevrenin kendi dergisini çıkardığı ve görüşlerini kolektif yazılar üzerinden imzasız metinlerin yayınladığı bir sürece geçilmiştir. 70’lerden itibaren, hareketin kendisini bu dönemin reddi-eleştirisi üzerinden kurmasının bunda payı var.
Kürdistan Sosyalist Solu Kitabı ise Kürt Hareketinin geçirdiği evreleri, devrimci şahsiyetlerden örgütlere, bütün boyutlarıyla ele alıyor. Kürt ulusal sorununu sosyalist Kürtlerin teori ve pratikleri bağlamında ele alma süreci nasıl gelişti? Kitabı hazırlayan kişi olarak, ele aldığınız örgütleri ve kişileri düşündüğünüz Kürdistan sosyalist solunda “gelenek” meselesini nasıl yorumlarsınız?
Bu diziden çıkardığımız kitaplarda Kürdistan sosyalist solu için ayrı bir başlık belirlememizin temel ve tarihsel önemde bir yeri olduğunu düşünüyorum. Türkiye’de sosyalist solun tarihine değgin çalışmalar “solun genel tarihi” olarak işlenir. Tam da burada Kürdistan solu için ayrı bir başlık açmanın ideolojik ve metodolojik açıdan doğruya işaret ettiğine kaniyiz. Bu kitabın ise şimdiye kadar Kürdistan solunun bütünü hakkında en derli toplu kitap olduğunu düşünüyoruz.
Kürdistan solunu ayrı bir kitap yapmamızın ikinci bir nedeni Kürt sorununun sınıfsal bir sorun olmanın ötesinde ulusal bir karakter taşıdığı gerçeğidir. Ülkemizde, bu tarihsel kesitte solu bölünmeye götüren Türkiye tahlilleri, devrim stratejileri ve bunlar üzerinden inşa edilen toplumsal yapı analizlerinde tartışmaların ve eylemsel süreçlerin aktif parçası olan Kürtler, 70’lerin ikinci yarısından sonra Türkiye solunun bölünme macerasına dahil olup birleşik mücadeleden uzaklaştılar ve kendi örgütlerini kurarak taleplerinin tanınması yolunda mücadelelerine devam ettiler. Bunda Kemalizm’in sadece Türk aydınını etkilemekle kalmayıp, Türkiye sosyalist hareketinin ezici çoğunluğuna da az ya da çok nüfuz ederek onun Kürt sorununa bakışını belirlemesinin payı büyüktür. Türkiye solu Kemalizm’in “modernleştirici, merkeziyetçi, ulus-devlet kurucu projesini” büyük ölçüde desteklemiştir.
Sosyalist solun Kemalist ideolojiyle siyasal akrabalık kuran büyük bir kesimi Kemalizm’in meşruiyet sınırları içerisinde kendisine çıkış yolu aramıştır. Oysa bu dönemde Kürt sosyalistleri kurdukları örgütlerle, Kürtlerin varlığının inkârı üzerine inşa edilen Kemalist ideolojiyle cepheden hesaplaşmaya girişerek Türkiye solunun şovenizmin etkisinden kurtulması gerektiğine vurgu yaparak kendi yolunu belirledi. Bu kitapta Kürdistan sosyalist hareketini teşkil eden tüm bu siyasal aktörlerin temel/programatik/manifestif metinlerini derli toplu olarak içerdik.
Aynı seriden devam ederek kısa zaman önce İbrahim Kaypakkaya, Hikmet Kıvılcımlı ve Behice Boran’ı yaşayışları, devrimci teori ve pratikleriyle ele alan üç ayrı biyografi kitabı hazırladınız. Bu üç kitabın en dikkate değer yanı, ismi anılan devrimci şahsiyetlerin Marksizm’i yorumlama ve Türkiye sosyalist soluna teorik katkılar sunma yolundaki hizmetleridir. Bu isimleri Türkiye siyaseti için değerli kılan şey ne sizce?
İbrahim Kaypakkaya, Kemalizm ve Kürt meselesi gibi başlıklarda kendisini ana akım yaklaşımdan ayırarak müstesna bir yer edinmiştir sol hareketin tarihinde. 1960’lardaki bürokrasi-sivil toplum ilişkilerini irdeleyen tartışmalarda Kemalizm eleştiri konusu yapılmışsa da, Kaypakkaya özelinde ilk kez siyasal bir hareketin programına içerilmiştir. Onun buradaki katkıları bizim açımızdan en değerli malzemeyi teşkil ediyorsa da, Kaypakkaya dönemin önemli ayrışma çizgilerinde aldığı tavırlarla da tarihsel bir değer olarak karşımıza çıkar. Ayrıksı kişiliğiyle, ciltleri dolduran entelektüel üretimiyle Hikmet Kıvılcımlı da tarihimizde hacimli bir alanı doldurur. Kıvılcımlı’nın entelektüel eseri konuları bakımından geniş bir çeşitlilik gösterir: Tarih teorisi, Marksist/sosyalist teorinin sorunları, Türkiye devriminin stratejik meseleleri…
Gerek TKP içinde gerekse bu partiden kovulduktan sonra yürüttüğü politik faaliyet, erken dönemlerde Ermeni ve Kürt meselelerini çok ileri bir biçimde işlemesi, din ve İslamiyet konularına getirdiği özel bakış açısı, Yörük Ali Efe çetesinin bir mensubu olarak başlayıp Vatan Parti’sine değin sürdürdüğü mücadele hayatındaki renklilik…
Onu birçok bakımdan yeniden ele almayı, hatırlamayı elzem kılar. Behice Boran, Türkiye’nin ilk kadın sosyoloğu, ilk kadın siyasi parti başkanı, ilk sosyalist kadın milletvekili sıfatlarını haiz bir karakter olarak karşımıza çıkar. Türkiye devriminin strateji sorunlarına ilişkin tartışmalarda aldığı tutum, Türkiye ve Osmanlı sosyal formasyonunun ne’liğine değgin getirdiği analizler, bir edebiyat eleştirmeni ve çevirmeni olarak verdiği ürünler onun entelektüel ve politik kişilik olarak değerini imler.
Partisinin kapatılmasına da yol açacak olan, Kürt sorunu karşısında aldığı politik tutum, Kore Savaşı karşısında bedelini hapishanede yatarak ödeme pahasına aldığı tavır bugün de devrimcilerin izlemesi gereken yola örnek teşkil eder. Biz, hazırladığımız bu kitaplarla sosyalist hareketin bu önderlerinin politik ve entelektüel eserine bütünlüklü bir bakışı olanaklı kılacak arşiv değerindeki bir malzemeyi kotardığımıza inanıyoruz.
Yine bu dizi kapsamında yayımladığımız iki kitap daha var: Feminizm Kitabı: Osmanlı’dan Günümüze Seçme Metinler (Haz. Hülya Osmanağaoğlu) ile Kadınlar Hep Vardı: Türkiye Solundan Kadın Portreleri (Haz. Feryal Saygılıgil). İlk kitap Türkiye feminist hareketinin temel tarihsel belgelerini içeriyor, ikinci kitap ise Türkiye solunda önemli yerleri olduğu halde erkek egemen tarihyazımı tarafından üzerleri örtülmüş kadınları tanıtan, analiz eden yazılardan oluşuyor. Solun tarihini erkek egemen bir anlatı üzerine kuran söylemin eleştirisini sağlamaları bakımından bu iki kitap ayrıca değerlidir.
“Sosyalist Solun Kaynakları” ilerleyen zamanlarda hangi yeni eserlerle devam edecek? Bu aralar gündeminizde ne var?
Bu dizi kapsamında şu an Mahir Çayan Kitabı: Toplu Yazılar ve Üzerine Yazılar kitabını çalışıyoruz.