Zaman neden aynı akmaz?
Marc Wittmann'ın kaleme aldığı Hissedilen Zaman Metis Yayınları tarafından yayımlandı. Wittmann, Hissedilen Zaman'da bilimsel verilere, araştırmalara dayalı örneklere yer veriyor.
Melis Solakoğlu [email protected]
DUVAR - Nasıl geçti bu haftanız? Hızlı, yavaş, standart…Yine bir koşuşturma, bitmeyen yapılacaklar listesi, yarım kalmış yığınla işlerle mi; yoksa tatilde, yorgunluğunuzu atarken bitmesini istemediğiniz saatlerle mi? Benim için standarttı bu hafta, günlerden en zor geçen Çarşambanın akşamına yaklaşınca ‘çarşambayı da atlattık gerisi kolay’ moduma girdim bile. Geçen hafta böyle değildi ama, takvimler aşkına sanki bir haftayı 7’den 10 güne çıkarmışlar gibiydi. Oysa ne ben bir saat fazla çalıştım mesai saatimden ne de güne bir saat eklenmişti. Niye böyle oldu ki?
Biliyorum tek değilim size de oluyor zaman zaman böyle. Genellikle sıkıldığımızda saatin bir türlü ilerlemediğini zannederiz. Sanki akreple yelkovan çakılmış kalmışlar gibi gelir. Ki ben evrenin zaman değil akış içinde; saatlerin ise bizim yani insan evladının kültüründe olduğuna inanırım.
Marc Wittmann da Hissedilen Zaman kitabının başlıklarından birinde “Zaman Kültürleri”ni ele alır ve zamanın hissedilişinin ülkeden ülkeye hatta aynı ülkede kırsalda yaşayanlar ile şehirde yaşayanlar arasında bile kültürel farklılığa bağlı olarak değişim gösterdiğini ileri sürer. Mesela sanayileşmiş toplumlarda dakiklik önemlidir çünkü vakit nakittir ve boşa harcanmamalıdır. Örneğin arkadaşımıza ayırdığımız zamanı iş toplantımızın randevusuna göre belirleriz ve o süre yaklaşırsa muhabbetimiz bitmese dahi yarıda keseriz. Kırsal kesimlerde ise kamusal alanda koşuşturmaya sebep yaratacak bir zaman yoktur, insanlar daha geniş zamana yayarak birbirleriyle sohbet edebilirler. Sanayileşmiş toplumlarda bazı işyerleri, yan yana oturan çalışanlarının masalarını bölmelerle birbirinden ayırırken kırsal kesimlerde hem sohbet hem iş doğal karşılanabilir. Bu duruma Wittmann eğitim durumunu da ilave eder ve şu yaklaşımı dillendirir:
"Bir toplumda farklı çevreler gelecek perspektiflerine farklı ölçülerde önem atfeder. Daha düşük bir eğitim seviyesine sahip olanlar daha çok şimdiki zamana yönelik düşünürler ve geleceği daha az dikkate alırlar. Toplumsal olarak kabul görülen hedeflere erişmek için tatmini erteleme becerisi orta sınıfa üyeliğin önkoşuludur."
TATMİNİ ERTELEMEK SABIR İŞİDİR
Yani bir bakıma ileride terfi edebilmek için bugün, masa arkadaşınızın halini sorma, kendi stresinizi anlatıp rahatlama gibi tatminleri erteleyebilirsiniz. Tatmini ertelemek bir sabır işidir. 1960’ların sonu ve 70’lerin başında tatmini erteleme ya da diğer bir deyişle gecikmiş tatmin konusunda çocuklarla bir çalışma yapılır. Bu deneyde, önlerine şekerleme konan çocuklara, 15 dakika boyunca şekerlemelere dokunmadıkları takdirde ikinci bir şeker daha alabilecekleri duyurulur. Çocukların bazıları ilk verilen şekeri kabul ederken bazıları ise daha fazla şeker için tatminlerini erteler. Bu gibi seçimlerde yakın zamanlı ancak küçük ödüllü tercihte bulunmaya “zaman miyobu” kavramının kullanıldığını gösteren Wittmann’a ve Hissedilen Zaman’da belirtilene göre “Katılımcılar daha küçük ama hemen verilecek ödülü seçtiğinde, beynin paralimbik sistem olarak bilinen kısımlarında artan bir aktivite olduğuna kanaat getirilmiştir.” “Katılımcılar tatmini ertelediklerindeyse, idari fonksiyonlarla (…) bağlantılı bölgelerde (örneğin frontal kortekste) artan aktivite gözlenmiştir.”
Hissedilen Zaman’da beynin işlevlerinin ne kadar etkili olduğunu görebiliriz. Yani durum sadece "sıkıldım, vakit geçmek bilmedi” değil, beynin işleyişiyle alakalı olarak heyecanlandığımızda, korktuğumuzda da zamanın geçiş hızını farklı hissedişimiz. Örneğin bir kamyon tam gaz bir arabanın üstüne doğru giderken, dış olaylar arabadaki kişiye ağır çekimde meydana geliyormuş gibi görünür. Çünkü tehlikeli ya da heyecan uyandıran zamanlarda beyin olduğundan daha hızlı çalışır ve eyleme geçer, bu da dış dünyanın daha yavaş hareket ediyormuş gibi görünmesine neden olur. Bu gibi durumlar da insanların bir içsel saatleri var mı sorusunu akıllara getirir.
Ancak “İçsel Saatler” bölümünde belirtilene göre en azından şimdiye kadar beyin araştırmacıları ve psikologlar saniyelerden dakikalara uzanan sürelerden sorumlu herhangi bir içsel saat keşfedebilmiş değiller. Yine de yazarımız, bir içsel zaman olabileceğini söyler çünkü ona göre tek hücreli organizmalardan insanlara kadar tüm canlılar hayat akışlarını 24 saatlik dilimler halinde yaşarlar. Memelilerden bitkilere tüm canlılar gün ışığına göre hareket eder. Dolayısıyla insanın da içinden gelen bir günlük ritmden bahsedilebilir. Mesela acıktığımızda yemek arayışımız, susadığımızda suya koşmamız, sıcaktan bunaldığımızda sığınacak bir serinlik bulma çabamız “Homeostazi” denilen organizmanın kendi kendini düzenlemesidir. Hatta uyuşturucu kullanımı da bu düzenlemenin bir parçası olarak açıklanır Hissedilen Zaman’da.
Ancak unutulmamalıdır ki bütün insani nitelikler gibi günlük ritm de kişiden kişiye değişir. Buna bağlı olarak içsel saat herkes için aynı işlemez. Bu farklılık için ergenler ile yaşlıları düşündüğümüzde zaman anlayışlarının birbiriyle uyum içinde olduğunu söylemek güçtür. Bir yaşlı için on yıl göz açıp kapayıncaya kadar geçecek bir süre iken, bir ergen ya da daha küçük bir çocuk için yılbaşını beklemek çok uzun bir sabır gerektirir.
Hissedilen Zaman’da Wittmann bilimsel verilere, araştırmalara dayalı örneklerle açıklamalar yapmanın yanı sıra unutmamamız gereken bir öneme dikkat çekiyor:
"Bir kişinin zamanı yoksa, kendisini de kaybetmiş demektir. Gündelik faaliyetlerin dayattığı zorunluluklar yüzünden dikkatimiz dağıldığında artık kendimizin farkında olmayız. Boş vakitlerimizde oradan oraya koşar ve planlanan tek bir aktiviteyi bile kaçırmazsak pek çok deneyim biriktiririz. Ama kendimize asla sakinleşme izni vermeyip hemen bir sonraki faaliyete başlarsak, kendimizi çılgın bir koşturmaca içinde kaybetmemiz tehlikesi doğar."